
Son dönemdeki yasa dışı bahis ve uyuşturucu operasyonları, Türkiye’de uzun süredir göz ardı edilen bir gerçeği görünür kıldı: Toplumsal çürüme artık yalnızca yoksul mahallelerin ya da zor durumda kalmış bireylerin meselesi değil. Aksine, çürümenin, “sosyal etkileşim fırtınası”nın da etkisi ile toplumun en görünür, en güçlü ve en ayrıcalıklı kesimlerinden başlayarak aşağıya doğru yayıldığı bir dönemin içindeyiz.
Uzun yıllar boyunca suç ve toplumsal bozulma tartışmalarında “yoksulluk suç doğurur” tezi öne çıktı. Elbette ekonomik sıkıntı, suça yönelmeyi artırabilir. Ancak bugün tanık olduğumuz tabloyu bu kalıpla açıklamak giderek imkânsız hale geliyor. Ekonomik zorluk yaşamayan, üstelik yüksek güç ve prestije sahip kişilerin bile suça, manipülasyona ve karanlık ilişkilere bulaştığı bir dönemden geçiyoruz. Bu, klasik sosyolojik okumaların ötesine geçen, değerler dünyasındaki hızlı ve derin kırılmanın işaretidir.
*
Geçtiğimiz yıl sağlık sektöründe ortaya çıkarılan bir suç örgütü, çürümenin niteliğine dair çok şey söylüyor. Aralarında doktor, hemşire ve sağlık çalışanlarının olduğu “Yenidoğan Çetesi”nin, özel hastanelerde yoğun bakım doluluğunu artırarak üst sınırdan ödeme almak için etik dışı uygulamalara yöneldiği belirlendi. Bazı bebeklerin yaşam hakkının, ekonomik kazanç uğruna bilerek riske atıldığı tespit edildi. Bu vakada ne yoksulluk ne eğitimsizlik, ne de sosyal dışlanma söz konusu. Yüksek gelir, profesyonel uzmanlık, toplumsal saygınlık gibi avantajlara sahip kişilerin suç üretmesiyle karşı karşıyayız.
*
Benzer bir çözülme spor dünyasında yaşanıyor. Halihazırda milyonlar kazanan bazı profesyonel futbolcuların yasa dışı bahis çeteleriyle iş birliği yaptığı, maç sonuçlarının manipüle edildiği, hakem ve yöneticilerin bu süreçlere dahil olduğuna ilişkin soruşturmalar gündemi sarsıyor. Bine yakın futbolcu disiplin sürecine sevk edilmiş durumda, gözaltılar ve tutuklamalar gerçekleşti.
Bu tablo da ekonomik gerekçeyle açıklanabilir mi?
Hayır! Çünkü bu kişilerin zaten yüksek gelirleri ve toplumun üst kesiminde pozisyonları var. Burada karşılaştığımız, zenginlik ya da fakirlikle değil, ahlaki yönelimlerin ekonomik arzular tarafından yutulduğu bir yapı.
Futbolcular, genç kuşakların doğal rol modelleridir. Onların çöküşü, yalnızca kendi kariyerlerini değil, gençlerin değerler manzumesini zedeliyor. Spor alanında yaşanan bu çözülme, toplumun alt katmanlarında “suçun normalleştiği” bir zemin inşa ediyor.
*
Toplumun vitrini sayılan medya ve eğlence dünyasında da benzer bir tablo ortaya çıktı. Ana haber bültenlerinin tanınmış ekran yüzleri, popüler dizi oyuncuları, milyonların dinlediği şarkıcılar ve sosyal medyada çok yüksek takipçi kitlelerine hitap eden fenomenler… Son zamanlarda pek çoğunun ismi uyuşturucu ile mücadele operasyonlarında geçmeye başladı. Kullandıkları uyuşturucu türüne kadar ortalığa saçıldılar. Eğer toplumun vitrinindeki en çok izlenen, alkışlanan, takip edilen kişiler suça bulaşıyorsa, sahne gerisindeki geniş kitlelerin bundan etkilenmemesi kaçınılmaz olacaktır. En popüler figürlerin dahi suç soruşturmalarına konu olduğu bir ortamda, sokaktaki gencin suçtan uzak durmasını nasıl bekleyebiliriz? Rol modellerin birer birer suça bulaştığı toplumda, özellikle gençler arasında suç normalleşir. Aksini iddia etmek “suçlara” ortak olmaktır.
*
Toplumsal çürümenin belki de en sarsıcı örneklerinden biri, dini kurum çatısı altında yaşandı. Yakın zamanda Karabük’te düzenlenen bir tefecilik (faizle yasa dışı para verme) operasyonunda gözaltına alınanlar arasında bir imam ile bir müezzin olduğu ortaya çıktı.
Polis soruşturmasında bu şahısların da dahil olduğu çetenin milyonlarca liralık yasa dışı faiz geliri elde ettiği tespit edildi. Topluma rehberlik etmesi, maneviyatı ve ahlaki değerleri temsil etmesi gereken kişilerden söz ediyoruz. Onların böylesine bir kara para düzenine bulaşması, çürümenin toplumun çekirdek katmanında başladığını da gösteriyor.
*
Bu örneklerin toplamı, bizi temel bir soruyla baş başa bırakıyor: Toplumsal çürüme gerçekten nerede başlar?
Geleneksel sosyolojik analizler, suçu genellikle toplumun zayıf, eğitimsiz, ekonomik açıdan dezavantajlı kesimlerine bağladı. Oysa son günlerde arka arkaya ortaya çıkan olaylar, çürümenin yukarıdan başladığını, ancak aşağıda görünür hale geldiğini gösteriyor.
Elbette yoksulluk suç oranlarını etkiler, bu sosyolojik olarak bilinir. Ancak doktor, futbolcu, gazeteci, seçilmiş siyasetçi, fenomen, bürokrat, din görevlisi gibi “en güvenilir, en görünür, en itibarlı” konumlarda bulunan kişiler suça karışıyorsa, mesele artık ekonomik değildir.
Bu, doğrudan ahlaki ve kültürel bir bozulmadır. Tepedeki yozlaşma, aşağıda yaşanan suça da zemin hazırlar. “Madem en tepede bile böyle…” cümlesi, toplumsal çürümeyi hızlandıran en tehlikeli duygulardan biridir.
*
Bu nedenle asıl kritik soru şu: Toplum yukarıya baktığında ne görüyor?
-Suça karışmış doktorlar,
-Bahis çeteleriyle iç içe geçmiş futbolcular,
-Uyuşturucu operasyonlarında adı geçen ekran yüzleri ve fenomenler,
-Para ilişkileriyle anılan siyasetçiler, bürokratlar, gazeteciler,
-Tefecilikle suçlanan din görevlileri…
Böyle bir manzara karşısında toplum kime güvenebilir? Değerlerini kime emanet edebilir? Gençlerini kimden koruyabilir?
İnsanlar ve özellikle de gençler, “En güvendiğimiz, sevdiğimiz, oy verdiğimiz bile böyle…” diyerek umutsuzluğa ya da yanlış yollara sapmaya daha yatkın hale gelmezler mi? Rol modellerin, itibar suikastı ve kaostan beslenen dijital mecralarda kendi değerlerini yıkması, gençlerin zihninde sadece suçun normalleşmesine değil, aynı zamanda sağlıklı bir kimlik inşasının önündeki en büyük engellerden olan güvensizliğe de yol açıyor.
*
Hiçbir toplum bir gecede çürümez. Hiçbir toplum bir gecede de iyileşemez. Ancak hem çürüme hem de iyileşme yukarıdan başlar. Bu nedenle görülüyor ki yalnızca yasaları uygulamak yetmiyor.
Topluma ahlak, adalet ve güven duygusunu yeniden kazandırmak, güçlü konumda olanların hesap verebilirliğini sağlamak, rol model niteliği taşıyan kişilerin etik sınırlarını güçlendirmek zorundayız.
Toplumu hem çürüten “rol model krizinden” hem de sosyal medya kaynaklı etkileşim fırtınasından çekip almak gerekiyor. Çünkü bu fırtına, sadece kaosu büyütmekle kalmıyor; aynı zamanda yıkımı normalleştirerek genç kuşakların değerler dünyasını tarumar ediyor.
Hakikat şu:
Toplumsal güven yukarıda başlar, aşağıda hissedilir.
Çürüme de böyle; iyileşme de.
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.