
Yüz yıllık projeler çöktü. 20. yüzyıl küresel düzeni kendi devlet yapılarını dayatmıştı. Kendi siyasi dilini dayatmıştı. Kendi toplumsal düzenlerini ve ideolojilerini dayatmıştı. Kendi ulus-üstü yapıları üzerinden bir düzen kurmuştu. İşte bunların tamamı çöktü.
Buna bağlı olarak, birçok ülkenin hesapları çöktü. Mesela “İsrail Garnizonu” için tarih bitti. Gücüne ulaşılmaz, kıyamete kadar deva edecek sanılan birçok güç, imparatorluk erimeye başladı. Yeni uluslar eskinin imparatorluk milletleri geri döndü.
Sadece bizim coğrafyada değil, dünyanın tamamında yeni bir güç haritası çizilir oldu. Güç, küresel iktidar alanları öyle yerinden oynattı ki, oluşturduğu girdap birçok ülkeyi yutacak.
Birçok sürpriz gücü öne çıkaracak. Haklı ve cesur ülkeler, merkez iktidar alanına güç veren ülkeler, eskiden olduğu gibi yarının dünyasına da sözü olan ülkeler, dışarıdan gelen operasyonel yapıları etkisizleştiren ülkeler, iç kamuoyunu diri tutan ülkeler, yozlaşmış kurumların ve çevrelerin üzerine rahatlıkla gidebilen ülkeler güç kazanacak.
Bu dönemde işte bu “Yıldız Ülkeler”e ve eskinin “Proje Ülkeler”ine, ulus-üstü iktidarı formatlayan “Süper Ülkeler”e çok dikkatli bakacağız. Çünkü en dramatik değişim bunlarda olacaktır. En büyük güç değişimi buralarda olacaktır.
Şu an işte buna tanık oluyoruz. Bir çoğumuz bunu görüyoruz. Ama bazılarımız; zihin konforlarını, ezberlerini değiştirmek istemiyor. Kolaya geldiği için, yeni bir şey üretemediği için ya da sığınacak tek liman eski düzeni gördüğü için durduğu yerde patinaj yapmayı tercih ediyor.
Oysa bu tarih bitti. Bu düzen, bu kalıplar, bu formatlar, bu düşünce ve örgütlenme yöntemleri bitti. Siyasi partilerin bile hükmü neredeyse bitti. Yerine devletler geçti. Sivil örgütlenmelerin formatları değişti. Eski sözlerle sahneye atılanların sıfır etkisi işte bundan kaynaklanıyor.
Çokuluslu şirketlerin geleceği bile tehlikeye girdi. İnsan ırkını, dünyayı yöneteceği düşünülen, devletleri elinde oyuncağa dönüştüren, kitleleri sadece tüketici ve köle olarak gören bu şirketler, her ne kadar hükümranlıklarını devam ettiriyor görünseler de, birer birer devrilebilir.
Çünkü devletler yeniden ipi ele almaya, gücü ele almaya döndü. Kitleler için tek sığınak olan “devlet”in güçlenmesi, en azından ahlaki bir düzenin, korumanın da ayakta kalması demektir. İşte tükendi denilen devletlerin bu kadar kararlı dönüşü, insanlık için umuttur.
Ama bu devletler, 20. yüzyıl devletleri olmayacak. Birinci Dünya Savaşı sonrası kurulan coğrafya düzenlerinin, İkinci Dünya Savaşı sonrası kurulan küresel siyasi düzenin dayattığı devlet modelleri olmayacak.
Siyasi kimlikler, ideolojik formatlar, toplumsal örgütlenme modelleri, kurumların yapıları, sermaye yapıları öyle olmayacak. Ulus-devlet modelleri, siyasi parti yapılanmaları, Avrupa merkezli müdahale alanları olmayacak.
Birçok devlet erirken, öne çıkan ülkeler korkunç derecede güç alanları oluşturacak. Bu güç alanını inşa edenler geleceğin dünyasını kuracak.
Bunlar sadece Türkiye’nin yaşadığı gerçekler değil. Rusya’nın, ABD’nin, Çin’in, Avrupa ülkelerinin yaşadığı, insanlık tarihini inşa eden ve edecek olan bütün ülkelerin yaşayacağı gerçekler. Çünkü gelecek bunun üzerine kuruluyor. Çünkü öyle büyük bir fırtına geliyor ki, herkes kendi koruma kalkanına sığınmak zorunda kalacak.
İşte bu kalkanı parçalayanlar, kurulmasını geciktirenler, engellemeye çalışanlar, başka güçlerle ortaklık kurup içeriden saldırı organize edenler için büyük bir yıkım olacak.
Avrupa merkezli, ABD merkezli, İsrail merkezli bu “operasyonel” alanlardan güç devşirmeye çalışanlar için Türkiye bir siyaset ve ihanet mezarlığına dönüşebilir. Yüz yıllık yapılar dağıtılır, içerideki yabancı kaleler yıkılır. Ve bu, her ülkede Türkiye’deki gibi olacaktır.
İşte bu geçiş döneminde bazı boşluklar oluşur. Eskinin patron devletleri, içerideki unsurlarını daha bir hoyratça kullanır. Bu boşluklarda kayıt dışı, örtülü iktidar alanları inşa edilir.
Sermaye, siyaset, medya ekseninde yeni nesil darbe girişimleri başlatılır. Ve bunar demokrasi üzerinden, seçim üzerinden, ifade özgürlüğü üzerinden, itiraz edilemeyecek söylem ve örgütlenme modelleri üzerinden yürütülür.
Ezberlediğimiz güzel kavram ve cümlelerle ülkelerimize tuzaklar kurulur, “iç işgalci” projeler yürütülür. Bu bazen cemaatler üzerinden, bazen siyasi partiler üzerinden, bazen büyük medya kuruluşları üzerinden, bazen bütün toplumu zehirleyen yalanlar üzerinden uygulanır.
Devlet, bu yandan yeni küresel güç değişiminde sağlam zemine yerleşmeye çalışırken, bu çerçevede ölümcül mücadele yürütürken, bir yandan da içerideki bu “yabancı” hazırlıklarla boğuşur. Devletin azıcık zayıflığı teslim olmasıdır. Çokuluslu şirketlerin, yabancı istihbarat unsurlarının yönettiği bu yeni örgütlenme, kadrolaşmanın ülkeyi teslim almasıdır.
Bu yüzden devletin refleksi çok sert olur, olacaktır. Her ne kadar kamuoyuna tam anlatılamasa da, ihanetin ve projenin büyüklüğü mücadele yöntemlerini de sertleştirir. Çünkü sonu intihardır.
Bu intihar da devletin 21. yüzyılı kaybetmesi demektir. Buna bir milletin ölümü de diyebiliriz. Aslında devlet mücadele eder ama yok edilmek istenen millettir, ülkedir.
Ekrem İmamoğlu dosyası, hırsızlıktan yolsuzluğa dönüştü. Yolsuzluktan casusluk soruşturmasına dönüştü. Muhtemelen casusluktan vatana ihanete kadar varacak.
Medya, çokuluslu şirketler, dijital platformlar, yabancı istihbarat servisleri üzerinden Türkiye’ye bir tuzak kurulmuştu. Ve bu tuzak, can alıcı güzel sözlerle, kitlelerin zihinlerini uyuşturarak servis edildi.
Adaylığından bugüne, yaşananların tamamı bir projenin aşamalarıydı. İşte yukarıda ifade ettiğimiz yeni dönem devlet refleksi bu tuzağı bozdu. Kısa dönem siyasi beklentileri değil, ülkenin ve milletin uzun dönem varlığını esas alan bir müdahale başlatıldı.
İlk başlarda yolsuzluk, kayıt dışı para ağı, seçim fonlamaları, İBB paralarının paylaşılması, dışarıdan getirilen paraların köylere kadar dağıtılması, delege satın almalar gibi daha birçok yöntemle bir “Türkiye Projesi” uygulandığı ortaya çıktı.
Şimdi ise, İngiliz istihbaratına çalıştığını itiraf eden bir kişi üzerinden, CIA ve Mossad’a kadar uzanan bir casusluk ağı belirginleşmeye başladı. İtiraflar, İBB’den ABD, İngiltere ve İsrail’e açılan kapıları ortaya serdi.
Bilgi akışı, bireysel bir casusluk meselesini değil, kapsamlı bir istihbarat projesini açık ediyordu. Bu da Ekrem’in nasıl bir proje olduğunu, onun üzerinden Türkiye’ye nasıl bir tuzak kurulduğunu açık eder.
O zaman bu işin casusluğun ötesi, vatana ihanet boyutları ortaya çıkar. Daha da önemlisi, yabancı istihbarat servisleri ile Türkiye’ye içeriden darbe girişimi ortaya çıkar.
İş sadece hırsızlık, yolsuzlukla sınırlı değildir. İş, bir iç darbe girişimidir. Yolsuzluk sadece bu darbeyi finanse etmek, fonlamak için planlanmıştır.
Daha ilk aday ilan edildiği günlerde “Bu bir proje” diye yazılar yazdığımı hatırlıyorum. Davalara konu olan bu yazılar daha o zaman bugünleri anlatıyordu. Hiç şaşırmadım, sürpriz yaşamadım.
O günlerde, 15 Temmuz saldırısının arkasında olan bütün devletlerin, istihbarat teşkilatlarının Ekrem’in de arkasında olduğunu görmüştüm.
Bir toplumsal proje ile İstanbul’u aldılar. İkinci adım Türkiye’yi almaya çalışıyorlardı. İşte burada, yeni dönem “devlet”in müdahalesi ile karşılaştılar.
Bugünlerde bütün kara para, bütün medya operasyonları aynı niteliktedir. Güç kırılmasının oluşturduğu boşluğu dolduranlar, kendilerine göre iktidar alanları oluşturuyor.
Ve bunun kimliği, siyaseti, ideolojisi yok. Sadece güç ve çıkar ortaklığı var. Bu yüzden de, şaşırtıcı çevreleri ve isimleri aynı dosya içinde görebilirsiniz. İşte bu da, bütün bu yapılanmaların Türkiye dışı önceliklerine işaret eder.
İstihbarat, casusluk hâlâ Türkiye’de “teknik bir mesele” gibi algılanıyor ve çok dar yorumlanıyor. Oysa iç politikadan sermayeye, medyadan STK’lara çok geniş alanda yaygın “iç cephe” meydan okuması hep bu şekilde “inşa” edilir.
Her yolsuzluk dosyasının, her “kara para” işinin casusluğa açılan bir kapısı vardır. Zaten oralardan yönetilmektedir. Bütün büyük para hareketleri “istihbarat” korumasındadır. Yoksa, Afganistan’dan New York’a ulaşan uyuşturucu güzergahı nasıl yönetilirdi?
Casusluk soruşturması ile, Ekrem üzerinden yürütülen “siyasi ajanda”nın, bu ajandayı beseleyecek devasa para trafiğinin ucu belki de ilk kez yakalanmış olacak.
Ancak meselenin Ekrem’le sınırlı olmadığını, çok daha yaygın bir “ağ”ın Türkiye’yi sarmaladığını bir kenara not edin. Önümüzdeki dönemde buralara ilişkin de gelişmelere tanık olabiliriz.
Çünkü siyasetten iş dünyasına, bürokrasiden istihbarata çok geniş bir şebeke, “FETÖ” örgütlenmesini klonlayarak iş yürütüyor.
Hüseyin Gün’ün, İngiliz İstihbaratına çalıştığını kabul etmesi, etkin pişmanlıktan yararlanmak istemesi ile verdiği ve verebileceği bilgiler, Ekrem’le ilgili “paranın ötesi” ilişkileri açık edecektir. Göreve geldiği ilk gün, ilk işi İBB’nin verilerini kopyalamak olan bir kişinin ajandasında gerçekte ne var belki tam olarak açığa çıkacaktır.
Can Holding soruşturması, çok daha geniş bir ilişkiler ağının kesişme noktasının tespiti anlamında Türkiye’ye yeni ufuklar açabilir. Bu iki soruşturmanın ortak noktaları, başka hangi siyasi ajandaya işaret ediyor olabilir?
Peki bu karmaşık sermaye hareketleri, başka hangi sektörlerde ortaklıkların yürütüldüğünü de ortaya koyar mı? Şu ana kadar “dokunulmamış” başka kimler bu işlerin içinde, ortaya çıkarır mı? Bilmiyoruz. Ama siyaset, medya, sermaye, istihbarat ilişkileri bütün soruşturmaların merkezinde yer alacak.
Meselenin sadece “medya sermayesinin millileşmesi” olmadığını, Türkiye’den İsrail’e açılan kapıların da tespiti olabileceğini, bu yapının başka hangi sektörlerde ortaklık yaptığını belki öğreniriz.
Ve bu çevrelerin, sadece bilinen siyasetçileri ve iş çevrelerini değil, siyasetten bürokrasiye kimleri içine aldığı da belki bir gün öğrenilir. Çünkü hiçbir soruşturma, tek başına bir dosya değil. Fotoğrafın tamamında nice “muteber” isimleri bile görebiliriz.
İşin soruşturma tarafında değilim. Ben daha çok, 21. yüzyıl güç paylaşımında “devlet”in ne anlama geleceğini, ezberlerin nasıl bozulacağını, içerideki örtülü örgütlenmelerin kimlerin canını neden yakacağını anlamaya çalışıyorum.
Yeni tür iç “darbe girişimleri”ni “kara para” ile finanse edenlerin, bu plan için çalışan herkesi nasıl casus olarak, “görevli” olarak kullandıklarını hayretle izliyorum.
Türkiye Ekseni’ne kafa tutan herkes kaybeder. Sırtını Türkiye’ye değil başka ülkelere ve ajandalara dayayan herkes kaybeder. Dünyadaki güç eğiliminin hesabını iyi yapmayan herkes kaybeder.
Bu yeni dünyaya uyanmakta geç kalanlar kaybeder.
“Patron Devletler” dönemine hoş geldiniz!
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.