Ahir zaman ümmeti olarak bizler, Rasulullah’ın haber verdiği ve kardeşleri olarak dua ettiği zor zamanda yaşamaktayız. Bir yandan ferden imanı muhafaza etmenin adeta “Ateşten Gömlek” giymek gibi zor olduğu, diğer yandan ümmet olarak paramparça bir halde dağılıp her bir parçanın yaşadığı coğrafyada zulüm ve gözyaşının kol gezdiği bir çağda yaşıyoruz.
İnsaf, vicdan ve merhamet duygularının yitirildiği, zulmün sıradanlaştığı ve zalimin destek bulduğu bir çağ bu hak ve hukuk tanımayan terörist İsrail devleti, çocuk, yaşlı, kadın demeden mazlum Filistin halkının üzerine bombalar yağdırıyor. Gözü dönmüş caniler, dünyanın gözleri önünde Filistinli masum kardeşlerimizi katlediyor. Kan ve gözyaşından beslenenler, Kudüs ve çevresindeki Müslümanları, baskı ve şiddetle evlerinden, yurtlarından çıkarıyor, yaşama haklarını ellerinden alıyor. Mabet dokunulmazlığını hiçe sayıp Mescid-i Aksâ’nın maneviyatını çiğniyor.
ZULME SUSMAZ, ZALİMİ ALKIŞLAMAZ
Bu zulmün durması için her gün dünyanın birçok yerinde gösteriler yapılıyor, herkes zulmün durması için imkanları dahilinde bir tavır ortaya koyuyor. Peki bir Müslüman’ın zalim ve zulüm karşısındaki tavrı nasıl olmalıdır?
Mümin, zulme taraftar olmaz ve zulmü alkışlamaz. Zulüm karşısında susmaz, zalimin sesi olmaz. Müminin gönlü asla zulme razı değildir. Mümin, hak ve adaletin yanındadır, zulmün karşısında daima dimdik ayaktadır. Mümin, zalime hasım, mazluma umuttur. Yeryüzünün her neresinde olursa olsun kanayan bir yara gördü mü ciğeri yanar. Zira o, Hakk’a tabidir ve Hak yolunun yolcusudur. Mümin bilir ki hak ve adaletin hizmetinde olduğu sürece Allah’ın rahmeti ve yardımı kendisiyle birliktedir. Hakkı tutup kaldırdığı sürece zalimler asla mazluma ve mağdura zarar veremeyecektir.
HERKESİN SORUMLULUĞU FARKLIDIR
Ancak her Müslüman’ın her sorun karşısında aynı derece sorumlu olmayacağı da açıktır. Bu konuyu Kitap, sünnet ve Ehl-i sünnet alimlerinin görüşleri çerçevesinde incelediğimizde şunları görürüz: İslam’da “insanın gücünün üstünde” bir sorumluluk yoktur.
“Bir kötülük gördüğünüz zaman elinizle ortadan kaldırın, gücünüz yetmezse dilinizle karşı çıkın, ona da gücünüz yetmezse kalben buğzediniz. Ki bu da imanın en zayıf mertebesidir.”
manasındaki hadisten de anlaşıldığı üzere, bir kötülüğe, bir zulme karşı koyma sorumluluğu, kişilerin güçleri nispetinde farklı şekillerde ortaya çıkıyor.
Maddi güce sahip olanların kötülüğe fiilen müdahale etmesi, buna gücü yetmeyenin diliyle/sözleriyle karşı çıkması, buna da gücü yetmeyenlerin kalben ona buğzetmesi, asla taraftar olmaması icap eder. Bu hadisi yorumlayan İslam alimlerine göre, fiilen kötülüğe müdahale etmek, gücü elinde tutan vazifeli insanların, yani devletin ve emniyetin görevi; dil ile düzeltmek/karşı çıkmak, alimlerin vazifesi; kalben buğzetmek ise diğerlerinindir. Hz. Huzeyfe’nin ifadesiyle gücü nispetinde bu üç görevden birini yapmayan kimseler artık birer “canlı cenaze” hükmündedir.
ZALİMLERİN YANINDA OLMAYIN!
Allah Hud Suresi 113. ayette, zalimlere karşı sergileyeceğimiz tavrı net bir şekilde bize bildirir: “Zalimlerin yanında olmayın; sonra ateş sizi de yakar. Allah’tan başka dostlarınız olmadığına göre bir yerden yardım da göremezsiniz!”
Yüce Allah, zulmün her türlüsünü haram kılmış, Müslüman-kâfir ayrımı yapmaksızın zalimlere eğilim gösterilmemesini, yaptıkları kötülüklerin hoş karşılanmamasını ve onların yanında yer alınmamasını emretmiştir. İslâm’ın genel bir kuralı olarak Allah ve Resulü’nün emrine uygun davranmayan kimsenin yanında yer alınmaz ve böyle bir âmirin dahi emrine itaat edilmez.
ALLAH ZALİME MÜHLET VERİR
Peki Allah bu zulme neden izin verir? Ebû Mûsâ el-Eş’arî’den rivayet edildiğine göre Resulullah (sav) şöyle buyurdu: “Hiç şüphesiz Allah zalime mühlet verir. Onu yakalayınca da kaçmasına fırsat vermez.” Sonra şu ayet-i kerimeyi okudu: “Rabbin, zalim bir kasaba halkını yakalarken işte böyle yakalar. O’nun yakalaması gerçekten çok acı ve çetindir.” (Hud–102)
Allah Teâlâ, suçluları cezalandırmada acele davranmaz. Onların suçlarından, zulümlerinden ve kötülüklerinden pişmanlık duyup tövbeye yönelmeleri için kendilerine mühlet verir; onlara süre tanır. Kâfirler, küfürden imana; zalimler, zulümden adâlete, âsiler isyandan ibadete; günahkârlar, günahtan tövbeye; sapıklar, dalâletten hidayete yönelebilirler.
Bu hadis, dünyada mazlumlar için bir teselli kaynağıdır. Kendilerine verilen fırsat ve mühlete kapılıp aldanmasınlar diye, zalimler için de ciddi bir tehdit teşkil eder. Allah Teâlâ, bu gerçeği şöyle beyan etmektedir: “Sakın zalimlerin yaptığından Allah’ı gafil sanma! O, sadece onları, gözlerin dehşetten donup kalacağı, bir noktaya dikilip bakacağı bir güne erteliyor.” (İbrahim-42)