İsrail’in kapsama ve önleme amaçlı tüm elektronik imkân ve enstrümanlarına rağmen Kassam Tugayları, 7 Ekim 2023’te ‘Aksa Tufanı’ operasyonunu başarıyla gerçekleştirmiş, İsrail askerleri dahil yüzlerce rehineyi beraberinde Gazze’ye götürmüştü.
Özelde İsrail, yakın ve gönülden destekçileri, genel de ise tüm dünya şokta idi. Atmosfer bir anda 75 yıldır Filistinlilere, yavaş yavaş ama sürekli bir şekilde, yapmadığını bırakmayan, yavaş yürüyen bir soykırım uygulayan İsrail lehine döndü.
İsrail’in hamisi ve baş destekçisi ABD Başkanı “Yönetimimin İsrail’in güvenliğine verdiği destek taş gibi sağlam ve sarsılmazdır” açıklaması yaptı. Bununla da yetinmeyip İsrail’i korumak üzere Doğu Akdeniz’e uçak gemileri dahil bir görev gücü yolladı.
ABD Dışişleri Bakanı Blinken, Aksa Tufanı sonrası İsrail ziyaretinde Netanyahu ile buluştuğunda “Buraya yalnızca ABD dışişleri bakanı olarak değil, aynı zamanda bir Yahudi olarak da geldim” diyecekti.
Siyonist devletin her zaman ve iklimde destekçisi Avrupa ülkeleri liderlerinin neredeyse tamamı İsrail’e destek bildirmek üzere soluğu hemen Tel Aviv’de aldı.
İsrail belki de kurulduğundan bu yana böyle içten bir uluslararası destek atmosferine ilk kez sahip oldu. Hatta, Aksa Tufanı’nı bahane ederek, Hamas’ın direnişini yok etmek için büyük de bir fırsat yakalamıştı.
Stratejik hata
İsrail, ilk şoku atlattıktan sonra harekete geçti ve daha sonra ülkenin başbakanı tarafından da telaffuz edildiği üzere, stratejisini devreye soktu. Savaş stratejisi Eski Ahit’teki ayetin içeriğinde açıkça belirtiliyordu: “Git, Amaliklere saldır ve onlara ait olan her şeyi tamamen yok et. Onları esirgeme; erkekleri ve kadınları, çocukları ve emzikteki bebekleri, sığırları ve koyunları, develeri ve eşekleri öldür”.
Netanyahu, ‘ayetin buyruğunu’ yerine getirmek için tüm gücüyle Filistin halkına saldırdı, soykırım yapmaya başladı ve stratejik hata yaptı.
Halbuki, Aksa Tufanı’ndan sonra İsrail ve ordusu hiçbir şey yapmasa, beklese, İsrail propaganda makinesi ve destekçilerinin de katkısıyla tüm dünya Hamas aleyhine dönecek ve zaten etkin olan antisemitizm silahının geçerliliği daha büyük coğrafyaya, daha acımasız şekilde yayılacaktı.
İnsanlık suçları durumu değiştirdi
İsrail’in, savaş ahlakından yoksun, kural ve sınır tanımayan Gazze savaşında işlediği insanlık suçları durumu yavaş yavaş değiştirmeye başladı. Neticede her türlü kötülüğü içinde taşıdığını Gazze’de adeta canlı yayında ispat eden, bırakın kadınları, çocukları, birkaç günlük bebekleri bile katletmekten zerre miktarı çekinmeyen, aç bırakmayı yüzbinlerce Filistinli için bir silah olarak kullanan, öldürmek ve yıkmak için hastane, ibadethane, okul tanımayan Siyonist barbarlık dünya vicdanının uyanmasına sebep oldu.
İsrail’in yalnızlaşmasına giden yolda işaret fişekleri
Dünya vicdanın uyanmasında bazı işaret fişekleri vardı, dünya kamuoyunun ve daha sonra devletlerin, teşkilatların, öğrencilerin, sanatçı ve sporcuların İsrail ve Siyonizm aleyhine dönmesinde.
Bu işaret fişeklerinin bazılarını burada zikretmekte fayda var.
Bu süreçte BM, Gazze’de çalışanları öldürülmüş olsa da İsrail aleyhine fazla etkin olmadı. Bunda ABD’nin İsrail’e kayıtsız şartsız kol kanat germesi ve BM Güvenlik Konseyi’nde veto hakkını hep İsrail lehine kullanmasının şüphesiz büyük payı oldu.
BM Genel Sekreteri Antonio Guterres, BM Genel Kurulu ve UNRWA’yı bunun dışında tutmak lazım elbet.
Aksa Tufanı ‘boşlukta” gerçekleşmedi
Guterres, İsrail soykırıma başladığında sesini ilk çıkaranlardan birisi idi. Mesela Aksa Tufanından iki hafta kadar sonra İsrail’i kastederek “Gazze’de tanık olduğumuz uluslararası insani hukukun açık ihlallerinden derin endişe duyuyorum” demişti.
Ve hatta Aksa Tufanına giden süreci Filistin bağlamında çok güzel özetlemiş, Hamas saldırılarının durup dururken, “bir boşlukta” gerçekleşmediğini, zira Filistinlilerin “56 yıldır boğucu bir işgale maruz kaldığını” hatırlatmıştı. Bu gerçeğin dünyanın kulaklarına ulaştırılması dönemin İsrail Dışişleri Bakanı Eli Cohen başta, İsrail hükümetini çilden çıkartmaya yetmiş ve hatta Guterres’in istifasını bile istemişlerdi.
İsrail karşıtı işaret fişeklerinden ilkini fırlatan Guterres süreç boyunca da eleştirilerini sürdürecekti.
Hamas terör örgütü değil
İşaret fişeklerinden birinin sahibi de Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan oldu.
İsrail ve antisemitizm korkusundan dünyanın sesini çıkaramadığı, bırakın ateşkesi, insani aranın bile dillendirilemediği bir ortamda Erdoğan “Hamas bir terör örgütü değil topraklarını ve vatandaşlarını koruma mücadelesi veren bir kurtuluş ve mücahitler grubudur” açıklamasında bulundu.
Hamas’ın DEAŞ’laştırmaya ve dolayısıyla şeytanlaştırılmaya çalışıldığı bir dönemde çok önemli bir açıklamaydı. Çünkü, BM Genel Sekreterinin de ifade ettiği gibi Aksa Tufanı durup dururken “boşlukta” olmamış, İsrail kurulduktan sonra Siyonizm hayatın her alanında Filistinlilere her tür kötülüğü yapmıştı.
Bu, Filistinlilerin bir özgürlük ve hatta bir hayatta kalma savaşıydı. Dolayısıyla Cumhurbaşkanının açıklaması İsrail’in dünya çapında, özellikle de Müslüman olmayan dünyada, oluşturmaya çalıştığı algıyı kırmada, en azından kafalarda bir soru işareti oluşturmada etkili oldu.
Avrupa’da çatlak ses
Avrupa’da ise, İsrail destekçisi birçok liderin aksine İsrail soykırımı karşıtı nadir seslerden birisi AB Dışişleri ve Güvenlik Politikaları Yüksek Temsilcisi Josep Borrell idi. Her fırsatta insani bir tavır alan Borrell yüksek insani kayıplardan dolayı İsrail’e askeri yardımın kesilmesini dillendiriyordu. Bir keresinde gazetecilere “Uluslararası toplum bunun bir katliam olduğuna, çok fazla insanın öldürüldüğüne inanıyorsa belki de (İsrail’e) silah tedarikini düşünmek zorundayız” ifadelerini kullandı.
İspanya başı çekti
Avrupa’da İsrail’in Gazze’deki soykırım politikalarına muhalif bir ses de Başbakan Pedro Sanchez idi. Soykırım başladıktan sonra Belçika Başbakanı Alexander de Croo ile bölgeye gitmiş ve AB dönem başkanı olarak Netanyahu’ya mesajlarını Refah sınır kapısından vermişti.
Sanchez, “Binlerce erkek ve kız çocuğunun da aralarında bulunduğu sivillerin ayrım gözetmeksizin öldürülmesi kesinlikle kabul edilemez” deyip AB yanaşmasa bile İspanya’nın Avrupa’dan bağımsız olarak Filistin Devletini resmen tanıyacağını ilan etmişti.
Nitekim İspanya, İrlanda ve Norveç mayıs ayı sonuna doğru Filistin devletini resmen tanıyacaklar ve böylece Filistin’in tanıma konusunda Avrupa’nın kapısı açılmış olacak. Aslında bu, İsrail’in Gazze’ye uyguladığı soykırımın doğrudan bir neticesi olmuş olacak.
İsrail’in kendisini şeytanlaştırmada önemli bir kilometre taşı: Dünya Merkez Mutfağı katliamı
İsrail’in Gazze’de uyguladığı soykırım daha ikinci ayında dünyayı ayağa kaldırmış, dünya adeta Gazzeleşmişti. Doğudan batıya, kuzeyden güneye protestolar düzenleniyor, İsrail nefreti artıyor ve Özgür Filistin bilinci yeniden kitlelerin kafa ve gönlünde canlanıyordu.
İsrail, dünyada kendisi ve Siyonizm aleyhine uyanan bilince adeta çarpan etkisi yapan bir cinayete daha imza attı. Bu cinayet İsrail’in kendisini şeytanlaştırmasında bir kilometre taşı oldu dersek abartmış olmayız. 1 Nisan 2024’te, Gazze’de konvoy halinde giden ve araçlarının açıkça yardım kuruluşu olduğunu gösteren işaretlere rağmen İsrail güçleri Dünya Merkez Mutfağı çalışanlarının konvoyunu dönüp dolaşıp vurmuş, yakın müttefikleri İngiltere, Avustralya, Polonya ve ABD-Kanada’nın altı vatandaşını hunharca katletmekten çekinmemişti. Bu İsrail’in müttefiklerini kızdırdığı gibi söz konusu ülke halklarını öfkelendirmişti.
İsrail’in daha çok Gazze’deki sivil Filistinlilere yönelik savaşı 234. gününde (27 Mayıs 2024). Saldırı başladığından bu yana köprünün altından çok sular aktı.
İsrail kendisini şeytanlaştırdı
Saldırıyı başlattığında İsrail kendi içinde bir birlik oluşturmuş, Aksa Tufanı sonrasında dünyanın dört bir yanından sempati ve geniş bir destek görmüştü. Bu destekten dolayı, ABD’de yapıldığı gibi, dünyanın birçok ülkesinde antisemitizmi antisiyonizmle eşitleme fırsatı yakalamıştı.
Ancak, bu 234 günün sonunda İsrail kendisini şimdi çok farklı bir yerde buluyor: Gazze batağına saplanmış, kendi içerisinde bölünmüş ve kutuplaşmış, son anketlere göre iktidardaki koalisyon epeyce bir taraftar kaybetmiş, uluslararası planda yalnızlaşmış, uluslararası adaletin kılıcı tepesinde sallanmaya başlamış, başbakanı ve savunma bakanı hakkında tutuklama kararı çıkarılması tehdidi oluşmuş, en yakın müttefikleri ile bile çatışma sürecine girmiş, kendisini şeytanlaştırmış, antisemitizm suçlamaları sıradanlaşmış bir İsrail var sahnede.
İsrail’in bu yalnızlaşması, aşağıda izah edeceğimiz süreçlerden dolayı ileriye doğru daha da derinleşecek gibi gözüküyor.
BM İsrail aleyhine döndü
Gerek BM Güvenlik Konseyi gerekse BM Genel Kurulu büyük oranda İsrail aleyhine dönmeye başladı. ABD bile bir ateşkes oylamasında çekimser kaldı. İsrail üzerindeki BM baskısı her geçen gün artıyor.
Adalet kılıcı İsrail’in tepesinde
Güney Afrika’nın girişimiyle Uluslararası Adalet Divanı’nda başlatılan mahkeme süreci her geçen gün genişliyor. Sürece, Güney Afrika yanında Türkiye, Mısır, Libya, Kolombiya ve Nikaragua da katıldı. Süreç İsrail aleyhine işliyor. UAD’nin, İsrail’in Refah operasyonunu derhal durdurma emri vermesi bunun en canlı delili.
Ayrıca, Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin, nüfuz sahibi Siyonistlerin tüm baskı ve tehditlerine rağmen Netanyahu ve Savunma Bakanı hakkında tutuklama emri çıkartmaya çalışması İsrail üst yönetiminin uykularını kaçırıyor olsa gerektir.
Diplomatik tsunami
Dünyanın da yakından gözlemlediği çok boyutlu “diplomatik tsunami”yi İsrail de görüyor olsa gerektir.
İsrail ile diplomatik ilişkilerini kesen Güney Amerika ülkeleri Bolivya ve Kolombiya örneklerinde olduğu gibi, İsrail soykırımını UAD’ye taşıyan Güney Afrika ve ona destek veren ülkeler örneğinde olduğu gibi, Filistin Devletini resmen tanıyacak Avrupa ülkeleri İspanya, İrlanda ve Norveç örneklerinde olduğu gibi ve BM Genel Kurulu’nda Filistin Devleti lehine oy veren 143 ülke örneğinde olduğu gibi, İsrail ve Hristiyan Siyonistlerin dünya çapında salmış oldukları korku eşiğinin aşıldığını yakından müşahede ediyoruz. İsrail aleyhine bir diplomatik tsunami her geçen gün daha da büyüyor.
Bunlar yanında, İsrail’in yalnızlaşması ve destek kaybetmesinin ana faktörlerinden, Filistin meselesini sonraki nesillere taşıyacak üniversite intifadası, ticaret yasağı, İsrail akademisinin boykotlara maruz kalması, Greta Thunberg’in de katıldığı son Eurovision protestolarında olduğu gibi kültürel etkinliklerden ve hatta sportif etkinliklerden men edilmesine yönelik çabaları sayabiliriz.
Herhangi bir dayatma olmadan, dünya vicdanını ortaya koyup Filistin yanında saf tutarken, dünya Gazzeleşip, İsrail yalnızlaşırken ABD gazetesi Washington Post, İsrail’in 13 Mayıs gün batımında başlayıp 14 Mayıs gün batımında sonra eren “Bağımsızlık Günü” bağlamında önemli bir soru sordu: İsrail Gazze savaşı ardından ayakta kalabilir mi? Önemli soru ama cevabı almak için biraz beklememiz gerekecek.