Bir hakikat bin yorum

Arşiv.

Beyzanur Yılmaz / Eğitimci, İlahiyatçı Yazar

Bir zamanlar “hakikat” denildiğinde, üzerinde uzlaşılmış, tartışmaya kapalı, sarsılmaz gerçekler anlaşılırdı. Bilim, din, felsefe veya gelenek, topluma ortak bir referans çerçevesi sunarken, bu çerçevenin dışında kalan fikirler “yanlış” ya da “sapma” olarak nitelenirdi. Oysa bugün, “hakikat” kavramı adeta parçalanmış durumda. Artık “hakikatin tek olmadığı” ve “herkesin kendi hakikatinin olduğu” bir çağda yaşıyoruz.

HAKİKAT NASIL PARÇALANDI?

Bunun arkasında birkaç güçlü dinamiğin olduğunu söylemek mümkün. Birincisi, bilgiye erişimin demokratikleşmesi… İnternet ve sosyal medya, bilginin yalnızca uzmanların elinde tutulduğu dönemleri sona erdirdi. Artık herkes elindeki akıllı telefonla kendi “gerçeğini” üretebiliyor ve yayabiliyor. Kimi zaman bu “gerçekler” bilimsel verilerle destekleniyor, kimi zaman ise sadece kişisel kanaatlere dayanıyor. Sonuç ise hakikatin çoğulcu bir pazar yerine dönüşmesi…

İkincisi, postmodern düşüncenin etkisi denilebilir. 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren yükselen bu yaklaşım, mutlak doğrulara şüpheyle bakmayı öğütledi. “Tek bir hakikatin çoğu zaman üst merci ilişkilerini meşrulaştırmak için üretildiğini savundu. Böylece “büyük anlatılar” zayıflarken, yerini mikro hikâyeler, bireysel deneyimler aldı. Her birey, yaşadığı tecrübeyi kendi bakış açısından yorumlayarak kendi hakikatini kurmaya başladı.

Üçüncüsü ise kültürel çeşitlilik hususu… Göçler, iletişim teknolojileri ve küreselleşme, farklı inanç ve yaşam biçimlerini yan yana getirdi. Bir toplum içinde artık onlarca farklı dünya görüşü, inanç sistemi ve değer yargısı aynı anda var olabiliyor. Böyle bir ortamda tek bir doğrudan söz etmek hem pratikte hem de ahlaki olarak zorlaşmakta.

ÇAĞIN EN BÜYÜK SINAVI

Bu çoğulculuğun bedeli de var. Hakikatin çoğullaşması, zaman zaman gerçeğin erozyonuna yol açabiliyor. Sosyal medyada yayılan yanlış bilgiler, komplo teorileri ve manipülasyonlar, bireylerin yalnızca kendi inançlarını doğrulayan verileri seçmesine neden olabiliyor. Hakikatin bireyselleşmesi, ortak gerçeğin erimesine yol açtığında, toplumun üzerinde uzlaşabileceği zemin kayboluyor. Bu durum, demokrasi ve toplumsal barış için ciddi bir risk oluşturmakla beraber toplumsal ayrışmayı da ortaya çıkarabilmekte.

Yine de hakikat arayışından vazgeçmek mümkün değil. Belki de yapılması gereken, “hakikatin tek olmadığı” gerçeğini kabul ederken, herkesin hakikatini sürekli sınayabileceği, diyalog ve eleştirel düşünceyi teşvik eden bir kültür inşa etmekten geçmekte. Farklı bakış açılarını duymak, onları anlamaya çalışmak, kendi hakikatimizi sorgulamak ve ayrışmadan uzak durmak…

Çünkü belki de bu çağın en büyük sınavı, tek bir hakikate sarılmak değil farklı hakikatler arasında köprü kurabilmek. Gerçek, artık bir monolitten ziyade farklı açılardan bakıldığında farklı yüzleri görülen çok yönlü bir prizma. Ve belki de asıl “ortak hakikatimiz”, bu çeşitliliği yönetme becerimizde yatıyor.

Bu noktada, İslam geleneğinin kadim bilgeliklerinden biri bize önemli bir rehber sunuyor. İmam Şâfiî’nin şu sözü, çağımızın çoğulculuk anlayışına asırlar öncesinden ışık tutuyor: “Benim görüşüm doğrudur ama yanlış olma ihtimali vardır; senin görüşün yanlış olabilir ama doğru olma ihtimali vardır.” Bu yaklaşım, fikri mütevazılığın yanında aynı zamanda toplumsal barışın da temelini oluşturmakta. Çünkü hakikati tekeline almak yerine, başkalarının hakikatine alan açmak, çatışma yerine diyalogu, yargı yerine anlamayı mümkün kılmaktadır.

Hakikatin tek olmadığı çağda en büyük erdemin kendi gerçeğini savunurken başkasının gerçeğine kulak verebilmek olduğunu idrak etmek ümidi ile.