Salih Torlak - Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi
Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan tarafından 2025 yılının teması “Aile Yılı” olarak ilan edildi. Bu vesileyle toplumun temel yapı taşı olan aile ile ilgili konuların/sorunların da daha fazla ön planda tutulma/konuşulma ümidi ve fırsatı doğmuş oldu. Önemli konulara ilişkin gün ve haftalar belirlenmesi konunun hatırlanmaya-anılmaya değer olduğunun bir göstergesi olur. Bu sayede o konunun periyodik olarak yılda bir defa da olsa yad edilmesine, kısa süreli de olsa üzerine konuşulmasına vesile olmaktadır.
Tam bu noktada, zamanı ve hayatı da her şey gibi çok hızlı tükettiğimiz günümüzde, bu kısa süreli anmaların ve popüler gündeme kurban edilen tartışmaların da faydası başlı başına bir eleştiri konusu olmaktadır. Ancak, tüm bu haklı eleştirilere rağmen, eğer bahsi geçen meselelerle ilgili o alanda öncelikle dertli, samimi, disiplinli ve uzun süreli çalışmalar yürüten kişi ve kurumlar varsa, bu kişi ve kurumların istikrarlı girişimleri sayesinde gün geçtikçe ilerleme kaydetmek de mümkün olabilmektedir.
BAKANLIKLAR BİRLİKTE HAREKET ETMELİ
Bugün aile denilince akla gelen-çözüm bekleyen sorunlarımızı; evlenme ve evliliği sürdürme konusundaki maddi-manevi zorluklar; çocuk sahibi olma-olabilme ve nüfus planlaması; çocuk yetiştirmede kreş-gündüz bakım evi, çalışmaya ara verme, esnek çalışma, çalışan annelerin desteklenmesi konuları; nesiller arasındaki jenerasyon farklılıkları, çekirdek aile, yeni nesil ebeveynlik, nesillerin çocukluk ve gençlik travmaları; eğitim öğretim ve mesleki yönlendirmelerle ilgili konular; gençlerin gelecek beklentileri-beklentisizlikleri, toplumun gençlerden beklentileri şeklinde sıralayabiliriz.
Listeyi okurken, sadece sorunlara ilişkin konu başlıklarını dile getirirken ve tasnif ederken bile ciddi bir çalışma yapılması gerekliliğini hissetmiş olmalısınız. Ve ayrıca bir yandan burada unutulan bir dizi başlığı da siz eklerken diğer yandan mevcut ifadelere olan şerhlerinizi de bir kenara not almış olabilirsiniz. Konu oldukça geniş ve neredeyse hayatın her alanı ile ilişkili. “Sadece bir bakanlık değil, tüm bakanlıklar bu konuyla ilgili çalışmalar yürütmeli, bu alanda bir çalışma ofisi açmalı” desek abartmış olmayız.
DÜN EKTİKLERİMİZİ BUGÜN BİÇİYORUZ
Anlaşılması belki de bir o kadar önemli olan detay, bugün çözüm bekleyen konuların sebepleri de o sebeplere ilişkin çözümler de aslında bugünde değil, önceki nesillerden gelen birikimdedir. Dünün ekilenlerini bugün biçmekteyiz ve bugün üretilen çözümlerin sonuçlarını gelecekte biçeceğiz. O halde aslında bugünü konuşmuyoruz, dünü konuşuyoruz, ve dahi geleceği. Eğer tartışma alanını günümüz ile sınırlarsak, sadece batan geminin direğindeki eğriliği tartışmış olacağız. Çözümlerimiz de yine sadece bugüne dair olursa, bugünkü gençler de yaşlanınca benzer konuları ya da nedenini anlayamadıkları yeni sorunları konuşacaklar ileride. Yine bu satırlardan taşıp akıllarda kalsın diye murad ettiğimiz husus, konunun dün-bugün ve yarının temsilcileri ile bir arada, istişare edilerek, zamanın getirdikleri ve zamana karşı direnmesi gereken değerler ışığında ele alınması gerekliliğidir.
EVLİLİKSİZ MUTLULUK FİKRİ PARLATILIYOR
Konunun ne kadar detaylı olduğunu, ayrıca ele alınırken dikkat edilmesi gereken yaklaşıma ilişkin notlarımızdan sonra bugün sadece bu yazıya sığdırabileceğimiz üç ana hususa da dikkat çekmek isterim. Bunlar; aile olabilmek, çocuk sahibi olmak ve çocuklarımızın yetiştirilmesidir.
Bugün evlenme kurumuna baktığımızda, günümüz toplumunda neredeyse evlilik olmadan yaşanan birlikteliklerin modern yaşamın bir unsuru gibi parlatılmakta olduğunu, buna haklı gerekçeler bulunmaya çalışıldığını, üstelik mutsuz evlilikler örnek gösterilerek ya da evlilik hayatının getirdiği bazı zorluklar çarpıtılarak, evliliksiz mutluluklar peşinde koşulması adeta bir çıkış noktası olarak sunuluyor.
DÜĞÜNE MİSAFİR GİBİ KATILAN EBEVEYNLER
İşin bu boyutu bir yana güncel evliliklerde de zamanın getirdiği doğal değişimler dışında, gelenekten ve değerlerimizden kaçarcasına bir kopuş göze çarpmaktadır. Bu değişime aile olma sürecinde de şahit oluyoruz. Aile kurumu, resmi olarak çiftlerin evlilik bağı ile birleşmeleri sonucu oluşuyor. Evlilikle sadece çiftler birleşmiyor, adeta aileler de evleniyor. Kurulan kan bağı sayesinde geniş bir toplumsal bütünlük oluşuyor. Haliyle bu kaynaşma, sadece iki kişinin birbirini beğenmesi ile değil, nispeten biraz uzun bir sürede ve belki de biraz sancılı bir süreçte gerçekleşiyor olabilir.
Çiftlerin tanışma-görüşme-evlilik kararı alma sürecinde (evet bu konuyu duygusal yönünü göz ardı etmeden bir süreç: giriş-gelişme-sonuç olarak ele alabiliriz) günümüz kendi kararlarını alabilen eğitimli gençlerinin kendi fikirleri olabildiğine vurgu yapılarak ailelerin görüş ve onayının alınması detayı geçmişte kalması gereken demode bir yaklaşım olarak gösterilmektedir. Her alanda olduğu gibi deneyimi olmayan bireyin daha çok hata yapmasının olağan olduğu, evlilikte ise başarı için tavsiye edilenin defalarca deneyip en sonunda ideal evliliği yapmak olmadığı düşünülürse, aile büyüklerinin devreden çıkarıldığı bir çift olma sürecinde, daha fazla sorun yaşanması kaçınılmaz olmaktadır.
Burada görüş ve onay alma ile ailelerin her detaya karışması konusunun karıştırılmamasını, bu hususta kurulamayan denge ve önceki nesillerin yaşadıkları kötü deneyimlerin genele mal edilmemesini istirham ederek, çocuklarının düğünlerine sadece misafir gibi katılan ebeveynlerin durumlarına tekrar dikkat çekmek istiyoruz.
BOŞANMA HIZI EVLENME HIZI İLE YARIŞIYOR
Sürecin başında yer alamayan aile büyükleri, içerisinde ya da sonunda yer alabilirler mi? Kendi fikrine sahip gençlerimiz, yaşadıkları aile için sorunlarında büyüklerine danışır mı? Ya da aile birlikteliğini sonlandırma kararı yıldırım hızıyla alınırken, aile büyüklerinin burada bir etkisi olabilir mi? Boşanma hızının evlilikle yarıştığı günümüzde, özellikle boşanan çiftlerin evlilik sürelerine ilişkin istatistiklere bakılırsa daha fazla söze gerek kalmayacaktır.
Bu başlığı; eğer ailenin gerçekten toplumun temel yapı taşı olduğunu düşünüyorsak, bir binanın yapımında da iki yapı unsurunun diğer tüm ilişkilerden bağımsız olarak birbirine bağlanması ile inşa edilmediğini hatırlatarak sonlandırabiliriz. Geçmişle bağı kurulmayan, ayağı yere sağlam basmayan temeller üzerine yapılan inşaların, zamana direnmesi -imkansız değilse de- güç olacaktır.
“DÜNYANIN GELECEĞİNİ BİZ Mİ DÜŞÜNECEĞİZ!”
Çekirdek aileyi, anne baba ve çocuk olarak tarif etmekteyiz. Elbette çocuk sahibi olmak çiftler için bir mecburiyet olmasa da çocuk sahibi olmak ya da olmayı dilemek hayatın olağan akışının bir parçasıdır. Sahip olma ifadesi burada uygun bir yüklem olmasa da eleştirilmeye pek gerek görülmez. Zira maksat bellidir. Kul ister, nasip başka bir şeydir. İnsan sebep ve vesiledir. Burada yaratıcının varlığını ve iradesini, inananlar olarak elbette göz ardı etmemiz mümkün değildir.
Günümüzde “çocuk sahibi olmak için mi evlendik” ya da “buna zorunlu muyuz, dünyanın geleceğini biz mi düşüneceğiz” gibi dışardan gelen baskılara yine dışarısı ile ilgili yanıtlar vermek bir moda olmuşken, kendi içinde belki de hayatı anlamlandıran en önemli unsurlardan biri olan çocuk sahibi olma ve yetiştirmenin de “kendimiz için mi çocuk sahibi oluyoruz” diye düşünülerek bencillik olarak eleştirilmesine şahit olmaktayız. Hayatına ilişkin birçok unsuru kendi beklentileri ile şekillendiren bireyin çocuk sahibi olmayı istemesi de bir o kadar olağan görülmelidir oysa.
MODERNLİK KİSVESİ ALTINDA BAZI REDDİYELER
Diğer yandan bu konu aynı zamanda modern toplumun bazı dayatmalarına da kurban edilmektedir. Çok çocuk sahibi olmanın cehalet ile ilişkili olduğu konusunda neredeyse emin olan (!) toplumun, çokluk konusunda henüz üzerinde anlaştığı bir rakam olmasa da, örneğin ülkemizde de Sayın Cumhurbaşkanımız başta olmak üzere yetkililerce dile getirilen üç çocuk tavsiyesi, adeta gerekli olandan ziyadesiyle çok olarak algılanmakta, bu konuda bir tavsiyede bulunulması bile eleştirilmektedir.
Burada torun sevmek isteyen aile büyüklerinin genç çiftlere yaptığı muhtemel baskı ile toplumların geleceğini düşünen her lider ve devlet planlamasından sorumlu yetkililerinin nüfusun yapısını korumak üzere evlenen her çiftin en az iki ya da ikiden fazla (2.1) bir oranda çocuk sahibi olunmasını tavsiye etmesindeki matematiksel denklem karıştırılmamalıdır.
Bu başlıkta şaşırtıcı olan, bu matematiksel denklemin anlaşılamaması bir yana; örnek alınan batı toplumlarında da nüfuslarının azalma tehlikesine karşı önlem alındığının bilinmesine rağmen, halen konuya ilişkin reddiyelerin modernlik kisvesi altında yapılmaya çalışılmasıdır.
Bizim için şaşırtıcı olması gereken, çocuk sahibi olmaya dair yaklaşımınızdaki değişen bakış açılarımızdır. Bu dünyanın çocuk yetiştirmek için uygun olmadığını düşünen bireyin, bu gezegende yaşamak için anlam bulması da bir hayli zor olacaktır. Çocuk gelecek ve ümit demektir. Ümit kelimesinin zihin kütüphanemizdeki yeri ise geleceğimizi şekillendirirken en önemli motivasyonlarımızdan biridir.
NE HER YENİ İYİDİR NE KÖTÜDÜR HER ESKİ
Üçüncü konumuz çocuklarımızın yetiştirilmesi ve eğitimidir. Bugün düne göre daha fazla diploma sahibi vatandaşımızın bulunması, toplumun daha eğitimli olduğu anlamına gelmekte midir endişesi bir kenarda dursun, bugünkü eğitimli genç ebeveynlerimizin artık daha bilimsel (!) akla-mantığa uygun yöntemler ile çocuklarını yetiştirmeye çalıştığı gözlenmektedir. En azından dünün kulaktan dolma bilgilerini sorgulamadan uygulamamayı seçmekteler ki, sorgulama akıl ve vicdan sahibi bir bireyden beklenen özelliklerindendir. Ancak bu sorgulamalar, düne ait olanı toptan reddetme olarak karşımıza çıkarsa aklımıza şu dörtlüğü getirmek yararlı olacaktır: Ne her yeni iyidir, ne kötüdür her eski Eski güzelse eğer,
güzellik eskimez ki…
Genç ebeveynlerimizin bu çabasını küçümsemeden bu konuda sıkça yapılan ve üzülerek şahit olduğumuz bazı hatalara dikkat çekmek isteriz. Bugünkü nesilleri yetiştiren bir önceki nesil, belki bu kadar sorgulayıcı davranmıyorlardı. Bununla birlikte çok fazla şey bildiklerini de iddia etmiyorlardı. Belki de kendileri ne gördüyse, onlara ne aktarıldıysa onu uyguluyorlardı. Yani burada yeterli bir sorgulamama söz konusu iken aslında tecrübeye dair bir güven ve bilgi birikiminin aktarılması da söz konusudur. Bugün meseleye daha sorgulayıcı ve bilimsel bakan kesimin göz ardı etmemesi gereken de işte budur. Bilim de birikimli olarak ilerlemektedir. Eğer düne dair tüm deneyimi reddediyor olsaydık, bugün ilim dünyasında da bir ilerlemeden bahsedilemezdi.
KAYDIRMALIK VİDEOLARDA HİKMETİ ARIYORUZ
Diğer bir husus ise dünün deneyimlere ilişkin anlamlı bulunmayan kısımların; yeterince düşünülmeden, belki de hikmeti anlaşılmadan ve en önemlisi sökülüp atılınca sonucun en olacağı, oluşacak bir boşluk varsa yerine ne koyulabileceği üzerine kafa yorulmadan geride bırakılmasıdır. Bunun acı sonucu; meraklı ama acemi bir ustanın söktüğü makineyi toplarken ‘bunu fazla koymuşlar belli ki’ dercesine parça artırması, makineyi çalıştırdıktan sonra da motoru yakmasıdır.
Bugün hiçbir şeye yeterince tahammül gösteremeden hemen her şeyi hızlıca tüketiyoruz. Besinlerimizi bilim kurgu filmlerindeki gibi birer hapa dönüştürmedik henüz ama bilgiyi birer hap gibi alıp tüketiyoruz. Kaynak diye sosyal medyadaki paylaşımları baz alıp, uzun uzun okunup dinlenebilecek hususları bir “kaydırmalık” videolar üzerinden almaya çalışıyor, belki oluşan farkındalık anlamlı olacak ise de uygulamada kendi planladıklarımızı bile hakkıyla uygulayamadan ve sonucunu göremeden yenisi ile değiştirmeye çalışıyoruz. Malum planlamaya yeterince önem verebilen bir toplum olamıyorduk. Şimdilerde hızlıca harekete geçme konusuna bile yeni bir yaklaşım getiriyor olabiliriz. Bir uygulama kemale eremeden yerine yenisini uygulamaya koymaya çalışıyor olabiliriz.
ÇAĞLARIN HUZUR BULDUĞU ULU ÇINARIN GÖLGESİNDE
Özetle; dünya yüzyıllardır aynı hızla dönüyor ama içindeki bizler artık kendi hızımıza bile yetişemiyoruz. Bunun da maalesef aile ve ebeveynliğe yansıyan acı sonucu; aceleye gelen bir çocukluk/ebeveynlik, yaş alan ama olgunlaşamayan, gelecek nesilleri de yetiştirecek çocukları büyüten ebeveynler olamayıp çocukları ile birlikte büyümeye çalışan, sanki bu sorumluluğu yüklenen tek nesil kendisi gibi algılamakla birlikte meselenin manevi yönü bir yana maddi zorlukları altında ezilen anne-babalar olmaktır.
Kendi kulaklarıma da duyurabilmek muradıyla tavsiyem, halen fırsat var iken toplum olarak özelde ve genelde ne kadar büyük bir aile olduğumuzu hatırlayarak, aile kurumumuzu büyüğü ve küçüğü ile el birliğiyle, ulu bir çınar gibi köklü geleneğimizden beslenen ve gölgesinde çağların huzur bulduğu bir yapı haline getirebilmektir. 2025’in dertlendiğimiz bu konuda da umudu yeşerten bir yıl olması dileğiyle…