Ebedi sulhu, ebedi savaşlarla arıyoruz

Osmanlı Devleti’nin çöküşü, Batı'nın hazırladığı “Şark Sorunu” ile hızlandırıldı. Çünkü sorun adı altında kadim Mezopotamya’nın paylaşımı, İsrail devletinin kuruluşu, enerji kaynaklarının kontrolü ve yeni bir Türk cumhuriyetinin kurulmaması adına önem arz ediyordu. Bugün aynı kanaat farklı isimlerle karşımıza çıkıyor.

İllustrasyon: Cemile Ağaç Yıldırım

Doç. Dr. Furkan Kaya / Yeditepe Üniversitesi Öğretim Üyesi

Dünya tarihi, savaşlar tarihidir. M.Ö. 2700 yıllarında bugünkü Kuveyt civarında Sümerliler ile Elam arasında çıkan savaş, dünya harp tarihinin ilk savaşı olarak kayıtlara geçti. O tarihten bugüne kadar kabileler, uluslar veya devletler arasında çıkan tüm savaşların gidişatını ebedi çıkarlar belirledi. Uluslararası sistemin inşası sürecinde ve sonrasında ise savaşlar, şiddet ve silahlı kuvvetler kullanma kapasitesine sahip aktörler arasında gerçekleşen fiziksel çarpışmalar olarak literatürde yerini aldı. Fakat günümüzde savaş yöntemleri tek veya iki tip olmaktan çıkarak çok yönlü ve aşamalı, hatta sınıflandırılamayan karma yöntemlerle yürütülüyor. Bunlar arasında en fazla öne çıkanlar; devletlerarası, iç savaş, emperyalist, topyekun, sınırlı ve asimetrik savaşlardır. İşin psikolojik harp boyutu ise savaşların siyasi neticesini belirlemede adeta diplomatik çatı görevi görüyor.

BARIŞLAR, SAVAŞLARIN KULUÇKA EVRESİ

Tesadüf müdür bilinmez, dünya savaşlar tarihinde ekseriyetle her yüzyılda bir büyük savaş çıkarken arkasından gelen barış dönemi bir sonraki savaşın kuluçka evresi oluyor. Bunun anlamı, savaşlarla geçen süre, maalesef barış dönemlerinden daha uzun oluyor. Eski ABD Başkanı Henry Truman, İkinci Dünya Savaşı sonrası toplanan Postam Konferansında Rus lider Stalin ve İngiltere Başbakanı Churchill’e “Son 200 yıldır bütün savaşlar Akdeniz ile Baltık Denizi arasındaki, Fransa’nın doğu sınırı ile Rusya’nın batı sınırı arasındaki bölgede başladı.” derken esasında bugünkü savaş, çatışma ve katliam cephelerinin de gelecek yüzyıl içinde aktif olacağını ifade etmeye çalışıyordu.

ABD DÜNYAYI NEDEN CEPHE HATTINA ÇEVİRMEK İSTİYOR?

ABD’deki müesses nizam, coğrafi haritada “görünmeyen imparatorluk” inşa etme kararını 1823 Monroe Doktrini ile verirken, Birinci ve İkinci Dünya Savaşları bu amacın bölgesel ve kıtasal alt yapısını, ekonomik ve askeri olarak hazırladı. Soğuk Savaş sonrası “mega terörist” ve “mega terörizm” kavramları ile dünyanın her bölgesi cephe hattı haline getirilirken, asimetrik harp yöntemleri ile nükleer dengeyi bozmadan, açık savaş ilan etmeden ve sözde BM yasalarını çiğnemeden düşük ve orta yoğunluklu savaş tüm dünyaya ilan edildi. Körfez Savaşları, Irak ve Afganistan’ın işgali ve Arap Baharı süreçleri ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) altında bu kanlı gayrinizami savaşın doktrin hale gelmesiydi. Neticede “Küresel Azınlık Etkisi” olarak adlandırabilecek bu oluşum ABD, İngiltere ve İsrail üçgeninde şekillenirken, dayatılmaya çalışılan yapay, güvensiz işgalci gelecek tasarımı küresel bir güvenlik bunalımı doğurdu.

BİRİNCİ BÜYÜK OYUN NEREDE BAŞLADI?

Orta Doğu kavramı, Mezopotam-ya’nın yerine itilaf devletlerinin Birinci Dünya Savaşı sürecinde aldığı kararlardan doğdu. Batı açısından bölge sadece Türkiye, Mısır, İran, İsrail ve Arap devletlerini içermiyor. Büyük Türkistan ve Afganistan da bu sınırların içinde değerlendiriliyor. Çünkü İngiltere’nin Napolyon savaşlarından itibaren sömürgecilik yolu olan Hindistan güzergahını, ilk Fransa’nın sonra da Rusya’nın nüfuzundan korumak için savaştığı tüm bölgeye Orta Doğu derken, bu süreç tarihte “Birinci Büyük Oyun” olarak adlandırıldı. Yani dönem şartlarına bağlı olarak bu coğrafyanın belirlemiş olduğu jeopolitika, diplomatik boyutu ve güç dengelerini dinamik bir değişken olarak etkiledi.

YENİ ŞARK SORUNU NEDİR?

Osmanlı Devleti’nin çöküşü, batının hazırladığı “Şark Sorunu” ile hızlandırıldı. Çünkü sorun adı altında kadim Mezopotamya’nın paylaşımı, İsrail devletinin kuruluşu, enerji kaynaklarının kontrolü ve yeni bir Türk Cumhuriyetinin kurulmaması adına önem arz ediyordu. Bugün aynı kanaat farklı isimlerle karşımıza çıkıyor. Küresel azınlığa göre, “Yeni Şark Sorunu” Orta Doğu’yu yeniden atomize etmek ve Türkiye’yi bölmek adına inşa edilip kısa sürede kendi çıkarları doğrultusunda kontrol altına alınmak isteniyor. İsrail, Arz-ı Mevud, yani vaat edilmiş topraklar bahanesiyle Türkiye’nin güney sınırında PKK-PYD garnizon terör kukla yapılanmasına alt yapı oluşturmak adına saldırılarını Hatay’ın doğusu ve Irak’ın batısı arasına yoğunlaştırmak niyetinde. Güneyde Gazze katliamının devamında Sina çöllerini yeniden işgal ederek ve Süveyş Kanalını bypass ederek Ben Gurion Kanal Projesini Gazze’den Akabe Körfezine uzatarak bölge ticaretini hegemonyası altına almak istiyor. Hedef çok berrak. Birinci Dünya Savaşı sonrası gerçekleştiremedikleri rüyaları olan Büyük Kürdistan adı altında Suriye, Irak, İran ve Türkiye’yi parçalara ayırmak ve PYD-PKK’yı bu kukla yapının başına getirmek.

PARA, PARADİGMAYI BELİRLEYECEK

Günümüzde şahit olduğumuz birçok olay, dünya savaşları süreçlerini hatırlatıyor. İttifaklar ve bölgesel güvenceler son derece kaygan ve karmaşık ağ üzerindeyken, uluslararası kurumların yetersizliği ve işlevsizliği en dürüst gerçeklik olarak beliriyor. Şu husus idrak edilmelidir ki, Birinci Dünya Savaşının cepheleri hala açık ve savaşan taraflar henüz kalıcı barışı coğrafi hakikat üzerinde kabul etmemişse, ilk büyük savaş hal-i hazırda devam ediyor. O halde İkinci büyük savaş bunun ikinci perdesi ve şu an içinde bulunduğumuz savaş ortamı bu sürecin üçüncü perdesi olarak kabul edilebilir. Fakat bu son perdenin paradigmasını, paranın rotasının belirleyeceği de kabul edilmeli.

Hülasa…

Teopolitik fay hatlarının kırıldığı Türkiye’nin çevre coğrafyasında devam eden katliam ve savaşların kalıcı ve adil bir barış ile sona ermesi için daha uzun bir yol olduğu aşikar. Hıristiyanlıkla Siyonizm arasına atılan bir köprü olan Evanjelizmin, başta ABD olmak üzere birçok ülkede lobi faaliyetleri ile siyasete yön vermeye devam ediyor. Yeni büyük makro bloklar ortaya çıkarken, bir tarafını ABD etrafında oluşan Trans Pasifik Ortaklığı diğer bloku ise Çin, Rusya, Hindistan, Kazakistan ve İran arasında oluşan Trans-Avrasya temsili oluşturuyor. Bu bağlamda dünyanın üst ve alt kıtalarının rekabetinde yeni bir küresel finansal sistemin; enerji, su, gıda ve güvenlik doktrinleri bağlamında şekilleneceği düşünülebilir. Büyük felaketler çağında dünya, yeni bir yol ayrımında…