Eğitimde paradigma değişimi: AK Parti iktidarlarında sistem ve vizyonun yeniden inşası 6

Türkiye Yüzyılı’nı inşa edecek irfan ordusunun her bir ferdinin güçlendirilmesini elzem gören bir anlayışla öğretmenlerimizi her alanda ve tüm yönleriyle desteklemek, yalnızca onlara yönelik bir vefa borcu değil, aynı zamanda ülkemizin bekasına etki edecek stratejik bir zarurettir.

İllustrasyon: Cemile Ağaç Yıldırım.

Prof. Dr. Yusuf Tekin / Millî Eğitim Bakanı

Eğitim sistemimizin dönüşümüne 21. yüzyılın ilk çeyreği boyunca eşlik eden kritik evreleri dönemsel, kavramsal ve tematik boyutlarıyla analiz ettiğimiz bu yazı dizisi kapsamında erişim ve demokratikleşmeden vesayetle hesaplaşma süreçlerine, müfredatın evrilme hatlarından Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli’nin kurucu çerçevesine dek uzanan geniş bir bağlamı inceleme fırsatı bulduk. Mesleki eğitimin tarihsel yükünden kurtularak nasıl itibarlı bir alana dönüştüğünü tartıştığımız beşinci yazıdan sonra, bu makalede eğitim alanının en önemli ve değerli aktörü olan öğretmenlik mesleğine ilişkin dönüşüm sürecini izah etmeye çalışacağız.

Öğretmen, en geniş ifadesiyle insanoğluna verili en yüce yetenek tecellilerinden biri olan öğrenme vasfının şahsında karşılık bulduğu kişiyi temsil eder. Bu temsil, yalnızca bilgi aktarımıyla sınırlı pedagojik bir role değil, aynı zamanda ahlaki ve felsefi açılardan iç içe geçmiş etik bir göreve, entelektüel bir sorumluluğa da denk düşer. Nitekim eğitimin mahiyetine yakından bakıldığında, öğretmenlik mesleğinin dar bir “iş tanımı”na sığmadığı açıkça görülür. Hayatın kendisi kesintisiz bir öğrenme ve öğretme akışıdır. Sınıfın önünde duran kişi, bilgiyi örgütleyen ve yönlendiren konumdadır, fakat aynı anda çocukların dünyasından, sorularından ve itirazlarından öğrenen bir muhataptır. Öğrenci ise pasif bir alıcı olmaktan öte her sorusuyla, her katkısıyla bu sürecin kurucu aktörüdür. Dolayısıyla öğretmenlik, iki tarafın da zihnen ve ruhen yeniden biçimlendiği müşterek bir inşa sürecidir. Mesleğin ağırlığı da insanın insanla kurduğu bu derin ve uzun vadeli ilişkiden doğar.

Bu çerçeveden bakıldığında, öğretmenin asıl sermayesinin bilgi ve tecrübe olduğu daha iyi anlaşılır. İnsan, hayatı boyunca pek çok imkânını kaybedebilir fakat emek vererek edindiği bilgi birikimi ve yaşanmışlıklarla yoğrulan tecrübe, elinden alınması en güç olan varlığıdır. Bu yüzden eğitim, insanın iç dünyasında ve toplumun ortak hafızasında bıraktığı izlerle ölçülmesi gereken bir alandır.

Anadolu irfanı yüzyıllar boyunca bu gerçeği “ilim” ve “irfan” kavramları etrafında dile getirdi. Yunus Emre’nin “İlim ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir” sözü, bilginin değerini, insanın kendini ve dünyadaki yerini kavrama gücüyle ilişkilendirir. Öğretmeni bu perspektiften düşündüğümüzde karşımıza, bilgiyi öğrencinin iç dünyasıyla, içinde yaşadığı toplumla ve tabiatla buluşturmaya çalışan bir tercüman profili çıkıyor. Öğrenme-öğretme ilişkisinin kıymeti, bu tercümenin isabetiyle, yani bilginin çocuğun karakterine, davranışına ve hayat tercihine ne ölçüde yön verebildiğiyle ortaya konuluyor.

GELECEĞİN İNŞA EDİCİSİ

Hiç kuşku yok ki sağlam bir eğitim sistemi, bir ülkenin ortak hayat dilini ve birlikte yaşama kültürünü inşa eder. İnsanların birbirine nasıl hitap ettiğinden farklılıklarla nasıl ilişki kurduğuna, emeğe, bilgiye ve adalete nasıl baktığından kamusal alanı nasıl paylaştığına kadar pek çok başlıkta belirleyici olan şey, aslında sınıfta kurulan ilişkidir. Böyle bir zeminde öğretmen, mahallenin sosyal iklimini, şehrin genel üslubunu, ülkenin ortak vicdanını etkileyen bir özne hâline gelir. Eğitimin zayıfladığı yerde ise güven duygusu aşınır, kuşaklar arası bağlar gevşer, ortak iyiyi önceleyen bakış açısı yerini kısa vadeli hesaplara bırakır. Bu yüzden öğretmenin niteliği, çalışma şartları ve statüsü etrafında yürütülen her tartışma, orta ve uzun vadede ülkenin huzuru, adalet duygusu ve gelecek ufku üzerine yapılan bir tartışmadır.

Tarihimize bu gözle baktığımızda, eğitim meselesinin Tanzimat’tan itibaren neden aydınların gündeminden düşmediği daha anlaşılır hâle geliyor. Şinasi ve Namık Kemal’den Ziya Gökalp ve Mehmet Âkif’e, oradan Necip Fazıl, Nurettin Topçu ve Sezai Karakoç’a uzanan geniş çizgide eğitim, yeni bir toplum tasavvurunun ve ideal insan tipinin başat aracı olarak görüldü. II. Meşrutiyet sonrasında “terbiyenin kaynağı” sorusu etrafında şekillenen tartışmalar -dinin mi, millî kimliğin mi, evrensel ilkelerin mi merkeze alınacağı meselesi- Cumhuriyet’in ilk döneminde millî bir çerçeveyle kurumsallaştı. Buna karşılık Necip Fazıl’ın ahlak merkezli eleştirileri, Topçu’nun hareket ve irade vurgusu, Karakoç’un “diriliş eri” tasviri, öğretmeni milletin vicdanını ve hafızasını diri tutmakla sorumlu bir öncü olarak konumlandırdı. Bugün Türkiye Yüzyılı söylemi bağlamında öğretmenlikten söz ederken bu birikimi gözeten ve geliştiren; insanı, toplumu ve zamanı bu çizgi üzerinde birlikte düşünen bir zemine ihtiyaç duyuyoruz.

TÜRKİYE YÜZYILI’NDA ÖĞRETMEN

Türkiye Yüzyılı Maarif Modelimiz (TYMM), bu ihtiyaca cevap veren tutarlı bir çerçeve sunuyor. Modelimiz, insanı erdem-değer-eylem ilişkisinin bütünlüğü içinde ele alırken öğretmeni bu bütünlüğün sınıf yaşantısına ve okul iklimine taşınmasında merkezî bir konuma yerleştiriyor. Çocuklarımız, erdemle ilk karşılaşmasını çoğu kez öğretmeninin davranışlarında, dili kullanış biçiminde ve adalet duygusunda yaşıyor. Sınıfta kurulan gündelik ilişki, programda yazılı her kazanımı hayata eklemleyen yahut ondan koparan temel zemin hâline geliyor. Bu sebeple TYMM’nin kuramsal iddiasını tartışırken, metin düzeyinde ifade edilen her önermenin nihai olarak öğretmenlerimizin omzunda ve sınıfın somut gerçekliğinde sınandığını akılda tutarak yol alıyoruz.

AK Parti iktidarları boyunca eğitim alanında gerçekleştirilen değişim-dönüşüm hamleleri de bu bakışla birlikte okunmalıdır. Eğitim ortamlarımızın insani, fiziksel, bilimsel ve teknolojik altyapı açısından geçmişle mukayese edilemeyecek ve çağdaş dünyadaki standartları yakalayacak şekilde geliştirilmesini müteakiben öğretmenlerimizin sistem içindeki konum ve işlevleri her açıdan güçlenmeye başlamıştır. Cumhuriyet tarihinin en yüksek öğretmen istihdamı bu dönemde gerçekleşmiştir. Rakamların ötesinde olan bu dönüşüm, çocukların gözünde öğretmenin görünürlüğünü ve ailelerin devlete duyduğu güveni artıran bir sonuç üretmiştir.

Eğitim sisteminin demokratikleştirilmesine dönük olarak atılan adımlar da öğretmenin mesleki itibar ve etkisini artıran bir işlev görmüştür. Başörtüsü yasağının kaldırılması, tek tipçi kıyafet anlayışından vazgeçilmesi, dinî ve kültürel hassasiyetleri gözeten ders ve program seçeneklerinin çoğalması, öğretmeni ideolojik tartışmaların odağında duran bir figür olmaktan çıkarıp saygı duyulan bir meslek erbabı olarak konumlandırmıştır. Öğretmen, sınıfta olduğu kadar toplumun genelinde de “saygı duyulan kişi” kimliğini yeniden görünür kılmaya başlamıştır.

Uluslararası rapor ve karşılaştırmalar da bu tabloyu destekler bir nitelik sunmaktadır. Öğretmen yaş ortalamasının görece düşük olması, mesleğin genç ve dinamik yapısına işaret etmekte; mesleki iyi oluş ve mesleğe bağlılık göstergelerinin pek çok başlıkta olumlu seyretmesi, öğretmenlik kariyerinin hâlâ güçlü bir çekim merkezi olduğunu göstermektedir. OECD’nin öğretmen açığı bulunmayan az sayıdaki ülkeden biri olarak Türkiye’yi işaret etmesi de uzun vadeli planlama ve istihdam politikalarının eğitim kalitesi açısından sağladığı imkânı ortaya koymaktadır.

ÖĞRETMENLİK MESLEĞİ KANUNU

Bütün bu göstergeler, öğretmenliğin bugünün dinamikleri ve parametreleri ekseninde yeniden güçlenen bir meslek alanı hâline geldiğinin kanıtı niteliğindedir. Tabii bu tabloyu sürdürülebilir kılmanın yolu öğretmenlik mesleğini kurumsal ve hukuki açıdan güvence altına almaktan geçmektedir. Nitekim öğretmenliğin meslekî derinliğini ve toplumsal ağırlığını daha güçlü bir zemine oturtmak amacıyla Anayasa Mahkemesinin iptal kararı sonrası yeniden hazırlanan Öğretmenlik Mesleği Kanunu bu amaçla hayata geçirilmiştir. Söz konusu kanunla, öğretmenlik mesleğinin görev, yetki ve sorumluluk alanlarının açık bir ilkesel çerçeveye kavuşturulması, mesleğe hazırlıktan görev süresince gelişime kadar bütün bir meslek yolculuğunun tanımlanabilir kılınması, kariyer basamaklarının bilimsel ve liyakat temelli biçimde yapılandırılması amaçlanmıştır. Öğretmen, uzman öğretmen ve başöğretmen ünvanları bu bakışla yeniden sistematize edilmiştir. Aynı şekilde, öğretmenliğe ilişkin hak ve yükümlülükler kurumsal düzlemde de korunacak biçimde hukukî bir güvence altına alınmış ve öğretmenliğin düşünen, gelişen, yön veren bir meslek olarak tanımlanması yönünde önemli bir adım atılmıştır.

MİLLÎ EĞİTİM AKADEMİSİ

Diğer taraftan, bu dönüşümün mesleki altyapısını desteklemek üzere Millî Eğitim Akademisi kurulmuştur. Öğretmenliğin sürekli gelişim ve derinleşme gerektiren bir meslek olduğu düşüncesiyle hareket eden Akademi, yürüttüğü-yürüteceği eğitim programlarıyla hem öğretmen adaylarının mesleğe hazırlık sürecini daha çok uygulama ağırlıklı olmak üzere, daha nitelikli ve bütüncül biçimde desteklemekte hem de hâlihazırda görev yapan öğretmenlerin meslek içi gelişimini çok boyutlu ve dinamik bir yapı içinde güçlendirmektedir. Akademinin temel hedefi, öğretmenliğin bilgi, beceri, değer ve tutum düzeyinde sürekli yenilendiği, desteklendiği ve onurlandırıldığı bir mesleki ekosistem oluşturmaktır.

Bu hedef, esasında ülkemizin AK Parti’nin yönetimi altında geçirdiği son çeyrek yüzyılın eğitim alanındaki yansımasının öğretmenlik mesleğine dönük yetkin bir özetidir. Türkiye Yüzyılı’nı inşa edecek irfan ordusunun her bir ferdinin pedagojik, ahlaki ve felsefi açıdan olduğu kadar, mesleki itibar ve statü bakımından da güçlendirilmesini elzem gören bir anlayışla öğretmenlerimizi her alanda ve tüm yönleriyle desteklemek, yalnızca onlara yönelik bir vefa borcu değil, aynı zamanda ülkemizin bekasına etki edecek stratejik bir zarurettir.