Müjdat Gökçe / İletişim Uzmanı
Şiddet ve terör daha insanoğlunun yaratılması ile beraber başlamıştır. İlk şiddet vakasını Âdem peygamberin oğulları arasında görmemiz çok anlamlıdır. Eşrefi mahlûkat olan biz insanlar niçin bu ilkel yönteme başvururuz? Bireysel, toplumsal ve ülkeler arası boyutlara yayılan, hatta devletlerin ana politikası bile olan bu ilkel hayvani dürtü kontrol edilebilir mi? Son günlerde yeniden gündemimizi meşgul etmeye başlayan şiddete karşı anne babaların ne gibi sorumlulukları var? Eğitim sistemi, medya ve televizyon ne kadarından sorumlu? Aslında yazılıp tartışılacak çok yönlü bir insanlık sorunu şiddet…
Kelime anlamı başka birisine güç veya baskı uygulayarak isteği dışında bir şey yapmak veya yaptırmak olarak özetlenebilir. Şiddet uygulama ise kontrol edilemeyen duyguların kabaca ifade edilmesine yönelik doğal eğilim olarak değerlendirilebilir. Tanımından da anlaşıldığı gibi şiddet, bir yanda olgular ve eylemleri ile diğer yanda da gücün, duygunun varoluş üslubunu belirlemektedir. Şiddet; huzur bozan, güven azaltan, ölçüleri aşan ve kuralları çiğneyen kaba bir güçtür.
ÇOĞU ZAMAN ENGELLENEBİLİR
Şiddet dendiği zaman öncelikle anlaşılan bedensel davranışlar ve eylemler dizisi olmaktadır. Şiddet her şeyden önce vurma ve kötü davranma eylemidir. Bu yüzden her zaman kötü iz bırakır. Gönül yaralanmasına sebep olduğunda ise hiç mi hiç izi geçmez. Şiddet ve saldırganlığın ortaya çıkışındaki temel faktörlerden birisi ortamdaki gerilimdir. Gerilim ile saldırganlık arasındaki ilişki iki türlü oluşabilir. Gerilimin insan organizmasında ilk başta genel durumda bir bozulmaya yol açtığı, sonra da bölgesel olarak alarm durumunun oluştuğu gözlenir. Bunu hücrelerimizin salgıladığı çeşitli hormonlara karşı organlardan gelen tepkiler ile açıklamak mümkündür. Saldırıya uğrayan organizma, karşılık vermek için bir hedef arar ve zayıf bulduğu yere yönelir.
Şiddet beyin ve sinir sisteminin fizyolojisi üzerinde neler yapıyor? Bu önemli bir soru. Kısaca cevap verirsek: Saldırganlığın tipinin vücutta etkilenen nörolojik devrelere göre değiştiğini söyleyebiliyoruz. Saldırganlıkları başlatan ve durduran bölgelerin haritasını oluşturmak mümkündür. Böylelikle saldırganlığın denetlenebilmesi de mümkün olacaktır. Örneğin beyincik bölgesinin uyarılması saldırganlık krizlerine yol açarken beynimizin ön bölgeleri uyarıldığında içtenlik ve gülümseme sağlanmaktadır. En somut örneklerden birisi de beyinlerine uzaktan kumandalı elektrotlar yerleştirilen boğaların saldırılarının bıçakla kesilmiş gibi ani olarak durdurulabilmesidir. Bu örneklerden de anlaşılıyor ki şiddet ve sonuçları çoğu zaman engellenebilir.
HANGİ ETKENLERİN ROLÜ VAR?
Her insan fıtratı gereği iyi olarak doğar. Aile ve çevreden aldıkları ile insanın elinde bozulur. İnsan her şeyi kendisi için yetiştirmek, kendisine göre şekil vermek ister. Bakarsan bağ bakmazsan dağ örneğinden de anlaşıldığı gibi eğitim, terbiye, talim önemli. Acaba ne oldu da gençlerimiz şiddet yanlısı bir tavır içerisine girdiler? Bu sorunun cevabı basit olmayabilir. Birçok neden üzerinde durmak ve acil tedbir almak gerekmektedir.
Sorumluluk mevkiinde bulunan kurumlar arasında başta aile, okul ve ergenin arkadaş çevresi ve devletin ilgili kurumları gelmektedir. Geleceğimizi emanet edeceğimiz gençlerimizin ruh ve beden açısından sağlıklı yetişmelerinde anne-baba ve aile çevreleri ile eğitim kurumlarına büyük görevler düşmektedir. Maalesef ülkemizde sigaraya başlama yaşının 8-10, alkole başlama yaşının ise 11-15 yaşlarına kadar inmesi geleceğimiz açısından hiç de iç açıcı değildir.
Anne-baba ilişkisindeki sorunlar, arkadaş çevresi, merak, denetimsiz internet-kafe ortamları, gencin psikolojik sorunları, televizyonlardaki dizi filmler, özendirici televizyon yayınları, özellikle de fonksiyonsuz aile yapısı, ailenin çocuğuna karşı ilgisizliği, ailede şefkat eksikliği ve ihmal edilme gibi sebepler, bugün gençlerimizin şiddet yanlısı, sigara ve madde bağımlısı olmasındaki en önemli etkenler olarak karşımıza çıkmaktadır.
DİN VE AHLAK EĞİTİMİ ARTIRILMALI
Gençliğimizin akıl, ruh ve beden sağlığını korumada mutlaka etkili bir şekilde din ve ahlak eğitimine ihtiyaç vardır. Bu alanda verilen eğitim bazılarını rahatsız etse de yeterli değildir. Öncelikle ailede başlatacağımız bireysel telkin temelli ve terbiye ağırlıklı eğitim okul hayatında şekillendirici bir boyut kazanmalıdır. Örneğin; yalan söylememek, kopya türü bile olsa hırsızlık yapmamak, millet malını korumak, insan haklarını her şeyin üstünde tutmak, farklı görüş ve düşüncelere tahammül göstermek, daima adalet ve hakkaniyet ilkelerini gözetmek, haram ve helâl sınırlarını korumak, büyüklere saygı, küçüklere şefkat ve merhamet göstermek, doğruluğu temel ilke edinmek, hayvanları bitkileri sevmek vb. bireyin bütün hayatı boyunca taşıyacağı evrensel ahlak ilkeleri gibi çok önemli kavramlar okul çağında kazandırılmalıdır.
Yukarda özetlediğim teçhizatla donanmış bir genç istikbalde sorumluluk üstlendiği zaman temiz bir toplumun oluşmasına da büyük katkı sağlayacaktır. Bütün bu hasletlerin kalıcılığı gençlerin Allah’a hesap verme duygusu ile yetişmelerine bağlıdır. Allah’a ve ahiret gününe inanan, her bakımdan yaşantısını örnek kabul ettiğimiz Hz. Muhammed'in (sav) hayat tarzını tanıyan bir kimse; iyiliklerin ve güzelliklerin taşıyıcısı, kötülüklerin ve çirkinliklerin engelleyicisi olur. İşte bu açıdan, toplumsal ahlak krizini, eğitim sistemimizi baştan aşağı toplumsal ahlakiliğe katkı yapacak şekilde tekrar yenilemek suretiyle aşabiliriz. Okul ve cemiyette şiddetin ortadan kaldırılmasının yegâne ilacı budur.
FARKLI GÖRÜŞLER VAR
Şiddet ve saldırganlık ile ilgili çok farklı görüşler olabilir. Bir kısmı olayı sapma, hastalık olarak ele alırken bir kısmı ise toplumsal etkileşime bağlı ortaya çıkan olgular olarak değerlen-dirmektedirler. Basında yayınlanan saldırgan davranış örneklerinin çocuklar üzerinde, özellikle de sorunlu çocuklar üzerinde yaptıkları etki küçümsenmemeli. Saldırganlık ya taklit yoluyla, ya saldırgan içgüdülerin serbest kalmasıyla, ya geçmişte oluşmuş saldırgan davranış eğilimlerinin su yüzüne çıkmasıyla ya da genel tahrik unsurunun artmasıyla oluşmaktadır.
Klinik araştırmalar, saldırgan kişiliklerin oluşmasında etkin olan unsurları: ruhsal travmalar, huzursuzluk, parçalanmış aileler ve aile içi bunalımlar, kişilik bölünmesi ve paranoyak kişilik gibi sapmalar olarak vermektedir. Şiddetin sosyolojik açıklamaları birbirleri ile çelişkilidir. Cezaevleri, ailevi şiddet, sokak çeteleri, polisin tutumu hakkında yapılan bazı araştırmalar farklı neden-sonuç boyutunu gündeme getirmektedir.
BAŞLICA TEDBİRLER
Şiddetin kültürel olarak kabul edilebilirliğini azaltmak gerekmektedir. Özellikle televizyon programlarındaki şiddete yönelik filmlerin azaltılması bir önlemdir. Ayrıca kişinin davranışından kendisinin sorumlu olacağı telkin edilmelidir. Alkol ve uyuşturucu kullanımının özellikle gençlerde olumsuz etkisine dikkat çekilmektedir. Eğitimde ayrıca problem çözme tekniklerinin anlatılması ve kavga gibi olayların yerini uzlaşmanın alması gerektiği özellikle gençlere anlatılmalıdır. Aile içi eğitime de önem verilmelidir. Çocukların beden ve ruh sağlığı yönünden tam iyi olmalarının olmazsa olmaz şartı yuvadaki muhabbet, sevgi, saygı ve mutluluktur. Bu güzelliklere ancak eğitim ile ulaşılabilir. Sağlık sisteminde çalışan doktor, hemşire ve diğer personel bu tip olguları iyi algılamalı ve gerekli tedavi ile rehabilitasyonu yapmaları için gerekli programlar hazırlanıp uygulanmalıdır. Bu gibi olguların adalet sistemine yansıması durumunda sadece cezalandırıcı olmak yerine topluma kazandırmak için de önlemler almalıdır. Devlet desteği bu gibi durumlarda ayrı bir özellik arz eder. Sosyal yapı ile polis arasında bir bağ oluşturulmalıdır. Ateşli silah kullanımının azalması için önlemler alınmalıdır.
Geçtiğimiz günlerde basınımıza da yansıyan bir araştırmanın sonuçları hepimiz için önemli bir uyarı olarak kabul edilmelidir. İstanbul’da yapılan bu araştırmaya göre lise öğrencilerinin yaklaşık beşte biri cebinde bıçak, kelebek gibi kesici aletler taşıyor. 43 okulda 3 bin 483 lise ikinci sınıf öğrencisi üzerinde yapılan araştırmaya göre, en az bir kez başkasını yaralayan çocukların oranı yüzde 26. Bu çocukların yüzde 39’u, 12 yaşından önce yaralama olayına karıştığını söylüyor.
EBEVEYNLERE DÜŞEN GÖREVLER
Anne-baba değişime açık olmalı, patlama, tehdit, öfke gibi davranışlara tevessül etmemeli. Nasihat etmek ya da “niçin yaptın” sorgusu yerine “bu olay patlak verdi” diye yumuşatıcı cümlelerle çocuğu anlamaya çalışmak akılcı bir tarz olarak algılanabilir.
Çocuğun gözlerine bakarak, başka şeylerle meşgul olmadan onunla konuşulmalı, kuralları açık olarak koymalı, şiddet içerikli davranışlar ciddiye alınmalı, normalleştirilmemeli. Çocukların zamanları doldurulmalı, uğraşacak işler verilmeli. Şiddet uygulayarak prim elde etmesi engellenmeli. Olumlu davranış sergilediğinde ödüllendirilmeli. (Olumlu davranışı normal kabul etmek yerine, ‘seninle gurur duyuyorum’ gibi isteklendirme cümleleri kurmak önemli). Çocuğumuzdaki olumlu gelişmeler başkalarının yanında söylenmeli. Bunun yanı sıra çocuklar karar verme sürecine dâhil edilmeli, konuşmasını teşvik etmek için açık uçlu sorular sorulmalı.
ÖĞRETMENLER NELER YAPMALI?
Büyük yaştaki öğrenciler olaylar hakkında korkularını dile getirmeyebilir, ancak güvenlik algıları sarsıntıya uğramıştır. Güvenlikle ilgili fikirleri olumlu yönde kuvvetlendirilmeli. Öğrencilerin olayı yeniden anlatmaları sağlanmalı. Öğrenciler, krize yol açan kişilere yönelik nefret duygularını dile getirebilirler. Duygularının anlaşıldığı gösterilmeli ancak gelecekteki şiddet davranışlarını engellemek için bazı örnekler üzerinden bu duygularla nasıl başa çıkılacağı tartışılmalı. Konsantrasyon bozuklukları, gündüz hayalleri, endişeleri ve duyguları ile ilgili kafa karışıklıkları hakkında öğrencilere sorular sorulmalı. Olayı gerçekçi bir biçimde değerlendirebilmeleri için yardımcı olunmalı. Olayları yumuşatmak amacıyla bazı kelimeleri değiştirmekten kaçınılmalı. Öğrencilerin önünde olay hakkında öğretmen öğretmene yapılacak konuşmaları kısıtlamak gerekir.