Güney Kıbrıs’ı bekleyen akıbet Küçük İsrail

Theodor Herzl, Kıbrıs’ı Müslüman ve Rum nüfusun yerinden edilmesiyle Yahudi yerleşimcilere açmayı hedeflemiş, Müslümanların ve Rumların adadan göç edeceğini ve topraklarını “iyi bir fiyata” satacağını öne sürmüştür. Rumların Atina veya Girit’e göç edeceği varsayımıyla, adanın demografik yapısını değiştirmeyi amaçlamıştır. Bu arka plan, bugünkü gelişmelerin Rum tarafında neden güçlü bir tepkiyle karşılandığını açıklamaktadır.

İllustrasyon: Cemile Ağaç Yıldırım.

Faruk Önalan / Yazar

Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY), son yıllarda İsrail’in ekonomik, demografik ve stratejik varlığının artmasıyla bölgesel bir tartışma merkezi haline gelmiştir. KKTC Cumhurbaşkanı Ersin Tatar’ın “Güney Kıbrıs’ın küçük bir İsrail’e dönüştüğü” açıklaması, Rum medyasında ve uluslararası platformlarda geniş yankı uyandırmıştır.

İSRAİL’İN ARKA BAHÇESİ

Son yıllarda, özellikle İran-İsrail gerilimlerinin tırmanmasıyla, binlerce İsraillinin Güney Kıbrıs’ın Larnaka ve Limasol gibi kıyı şehirlerine yerleştiği rapor edilmektedir. Rum medyası, bu durumu “İsraillilerin adaya çökmesi” olarak nitelendiriyor ve yerel halkın kendi bölgelerinde “yabancılaştığı” hissine vurgu yapıyor. Cyprus Mail gibi İngilizce yayın yapan kaynaklar, İsrailli bir şirket olan Solvin Ltd’nin Larnaka sahil şeridinde 15 katlı iki rezidans inşa edeceğini ve bu projenin çevre araştırmalarının şartlı olarak onaylandığını bildirmiştir. Bu tür projeler, yerel halk arasında ciddi bir rahatsızlık yaratmaktadır.

Rum basınında, İsraillilerin Larnaka ve Limasol’da “gettolar” oluşturduğu iddiaları sıkça yer almakta, bu durumun GKRY’nin sosyal ve kültürel dokusunu tehdit ettiği öne sürülmektedir. Örneğin, AKEL Partisi Sözcüsü Stefanos Stefanou, İsrailli alıcıların stratejik arazi parselleri ve ekonomik varlıklar satın aldığını, Siyonist okullar ve sinagoglar inşa ettiğini belirterek, bu durumu “İsrail’in arka bahçesi” olarak tanımlamıştır. Bu söylem, Rum toplumunun İsrail’in adadaki varlığına yönelik artan endişesini yansıtmaktadır.

RUM HALKI RAHATSIZ

Bu demografik değişim, sadece bir göç hareketi olarak değil, aynı zamanda kültürel ve sosyal bir dönüşüm olarak algılanmaktadır. Rum halkı, özellikle genç nüfus, kendi şehirlerinde “yabancı” gibi hissettiklerini ifade etmekte, bu da sosyal gerilimleri artırmaktadır. İsraillilerin yoğun olarak yerleştiği bölgelerde, yerel işletmelerin yerini İsrailli yatırımcıların kontrol ettiği zincirler almaya başlamış, bu da ekonomik dışlanma hissi yaratmıştır.

İsraillilerin Güney Kıbrıs’ta sinagoglar, Siyonist okullar ve kapalı yerleşim bölgeleri inşa etmesi, Rum toplumunda kültürel bir tehdit algısı yaratmaktadır. AKEL’in “arka bahçe” söylemi, bu yapıların yalnızca dini veya kültürel değil, aynı zamanda potansiyel bir istihbarat altyapısı olarak kullanılabileceği endişesini taşımaktadır. Rum medyası, bu yerleşimlerin “gettolaşma” olarak tanımlanmasının, yerel halkın kendi kültürel kimliğine yönelik bir tehdit olarak algılandığını göstermektedir.

EKONOMİK BAĞIMSIZLIK TEHDİT ALTINDA

İsrail’in Güney Kıbrıs’taki ekonomik faaliyetleri, özellikle gayrimenkul sektöründe yoğunlaşmaktadır. İsrailli yatırımcıların adada mülk satın alması, emlak fiyatlarının yükselmesine neden olmuş, bu da yerel halk arasında ekonomik dışlanma hissi yaratmıştır. Örneğin, Larnaka’daki 68 metrelik rezidans projesi, İsrailli bir şirket tarafından yönetilmekte ve yerel çevre düzenlemelerine rağmen onaylanmıştır. Bu tür projeler, ekonomik gücün yabancı yatırımcılara kaydığına dair bir algı yaratmaktadır.

Rum medyası, İsrailli yatırımcıların stratejik araziler satın aldığını ve bu durumun GKRY’nin ekonomik bağımsızlığını tehdit ettiğini öne sürmektedir. İsrail’in ekonomik varlığı, GKRY’yi bir “uydu bölge” haline getirme riskini taşımaktadır. AKEL, bu yatırımların yalnızca ekonomik değil, aynı zamanda siyasi ve stratejik bir nüfuz aracı olduğunu savunmaktadır. İsraillilerin, satın aldıkları stratejik arazilere sinagog ve okul gibi yapılar inşa etmesi, Rum tarafında ulusal güvenlik tehdidi olarak algılanmaktadır. Bu durum, Rum toplumunda İsrail karşıtlığını körüklemekte ve sosyal gerilimleri de artırmaktadır.

İsrail ile GKRY arasındaki enerji iş birliği, son yıllarda önemli bir stratejik ortaklık haline gelmiştir. 2025’te iki ülke arasında enerji bağlantısı (power-link) anlaşmalarının tamamlanması beklenmektedir. Bu anlaşmalar, Doğu Akdeniz’deki enerji kaynaklarının paylaşımı ve Avrupa’ya ihracı açısından kritik öneme sahiptir. İsrail, GKRY’yi enerji projelerinde bir partner olarak görmekte ve bu iş birliği, her iki ülkenin bölgesel gücünü artırmayı hedeflemektedir. Ancak bu iş birliği, Rum tarafında birtakım tartışmalara da yol açmaktadır. Muhalefet partileri, İsrail ile bu kadar yakın bir ekonomik bağın, GKRY’nin bağımsızlığını riske atabileceğini savunmaktadır.

VADEDİLMİŞ TOPRAK MI?

Kıbrıs’ın Yahudi Kolonizasyonuyla tarihsel bağlantısı, 19. yüzyılın sonlarına dayanmaktadır. 1878’de İngilizlerin adayı ele geçirmesiyle, London Jewish Chronicle gibi yayınlar, Kıbrıs’ın Yahudi yerleşimi için bir “vadedilmiş toprak” olabileceğini öne sürmüştür. İngiliz-İsrailliler gibi Siyonist gruplar, adayı “Kutsal Topraklar”a yakın bir yerleşim merkezi olarak görmüş ve Yahudi göçünü teşvik etmiştir. Alman Yahudi Davis Trietsch’in 1893’te önerdiği gibi, Kıbrıs’ın Filistin’e yakınlığı, Siyonist kolonizasyon planlarında stratejik bir rol oynamıştır.

Theodor Herzl’in “Yahudi Doğu Şirketi” planı, Kıbrıs’ı Müslüman ve Rum nüfusun yerinden edilmesiyle Yahudi yerleşimcilere açmayı hedeflemiştir. Herzl, Müslümanların ve Rumların adadan göç edeceğini ve topraklarını “iyi bir fiyata” satacağını öne sürmüştür. Bu plan, Rumların Atina veya Girit’e göç edeceği varsayımıyla, adanın demografik yapısını değiştirmeyi amaçlamıştır. Bu tarihsel bağlam, bugünkü gelişmelerin Rum tarafında neden güçlü bir tepkiyle karşılandığını açıklamaktadır.

Osmanlı döneminde Yahudi varlığı sınırlı olsa da, İngiliz koloni yönetimi altında (1878-1960) Siyonist hareketler adaya ilgi göstermiştir. 1925’te İngiliz kraliyet kolonisi olan Kıbrıs, Siyonistlerin Filistin’e alternatif veya tamamlayıcı bir yerleşim alanı olarak değerlendirilmiştir. Ancak bu planlar, Osmanlı ve daha sonra Türk hükümetinin Filistin politikaları nedeniyle tam anlamıyla hayata geçirilememiştir.

İngiliz-İsrailliler gibi gruplar, Suriye Kolonizasyon Fonu gibi mekanizmalarla Filistin ve çevresinde Yahudi yerleşimini desteklemiştir. Bu gruplar, Kıbrıs’ı stratejik bir üs olarak görmüş ve adanın coğrafi avantajlarını kullanmayı planlamıştır. Bu tarihsel arka plan, İsrail’in bugünkü faaliyetlerinin sadece modern bir fenomen olmadığını, uzun süredir devam eden bir stratejinin parçası olduğunu göstermektedir.

STRATEJİK ÖNCELİK

Yunan basınında, özellikle Ekathimerini gibi yayınlarda, İsrail-GKRY ilişkileri daha çok enerji iş birliği ve bölgesel güvenlik bağlamında ele alınmaktadır. Yunanistan, İsrail ile Doğu Akdeniz’deki enerji projelerinde (örneğin, EastMed boru hattı) iş birliği yapmayı stratejik bir öncelik olarak görmektedir. Ancak, GKRY’deki demografik değişim ve İsrail’in artan nüfuzu, Yunanistan’da da dolaylı olarak tartışılmaktadır. Yunan tarafı, İsrail ile iş birliğini desteklerken, GKRY’nin “İsrail’in arka bahçesi” haline gelmesi ihtimalinden rahatsızlık duymaktadır. Bu, Yunanistan’ın bölgesel dengeleri koruma çabasıyla çelişmektedir. Yunanistan, aynı zamanda Türkiye ile ilişkilerde de bir denge kurmaya çalışmaktadır. İsrail’in GKRY’deki varlığı, Türkiye-Yunanistan ilişkilerini daha da karmaşık hale getirebilir. Yunan basını, bu durumu genellikle diplomatik bir şekilde ele almakta, ancak yerel halkın tepkilerini de göz ardı etmemektedir.

İsrail’in Güney Kıbrıs’ı lojistik bir üs olarak kullandığına dair iddialar, özellikle Türkiye tarafından sert bir şekilde eleştirilmektedir. KKTC Cumhurbaşkanı Tatar, İngiltere’nin adadaki iki üssünün (Akrotiri ve Dikelya) İsrail için bir hedef haline getirdiğini belirtmiştir. Ayrıca, Larnaka Havalimanı’na yönlendirilen uçaklar ve Limasol’dan Hayfa’ya yapılan gemi seferleri, İsrail’in adayı stratejik bir merkez olarak gördüğünü göstermektedir.

İran-İsrail çatışmasının tırmanması, Güney Kıbrıs’ın güvenlik risklerini artırmaktadır. AKEL’in “füzelerin ulaşamayacağı bir arka bahçe” söylemi, İsrail’in adayı bir güvenli liman olarak kullanma stratejisini yansıtmaktadır. Ancak bu durum, GKRY’yi bölgesel çatışmalarda bir hedef haline getirebilir. Özellikle, İran’ın veya diğer bölgesel aktörlerin füzelerinin menziline girebilecek bir ada, stratejik bir risk taşımaktadır.

“O ATEŞ GELİR SİZİ DE BULUR”

Türkiye, 1960 Londra ve Zürih Anlaşmaları çerçevesinde Kıbrıs’ta garantör devlet statüsüne sahiptir. İsrail’in GKRY’yi lojistik üs olarak kullanması, bu anlaşmaların ihlali olarak değerlendirilmektedir. Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın “İsrail’in Güney Kıbrıs’ı askeri üs yapmasının Rum kesimi ve Yunanistan’a faydası olmaz. Orta Doğu’da devam eden savaşlara taraf olduğunuzda o ateş gelir sizi de bulur.” uyarısı, bu bağlamda tarihi bir önem taşımaktadır. Türkiye, adadaki gelişmeleri yakından izlemekte ve gerekirse müdahale hakkını saklı tutmaktadır.

Ayrıca, İsrail’in GKRY’deki faaliyetleri, uluslararası hukukun “devletlerin egemenlik hakları” ilkesine aykırı bulunabilir. Özellikle, stratejik arazilerin satın alınması ve potansiyel istihbarat altyapısının kurulması, GKRY’nin bağımsızlığını tehdit edebilir. Bu durum, BM ve AB gibi uluslararası aktörlerin de dikkatini çekmektedir. İsrail’in Güney Kıbrıs’taki faaliyetleri, yalnızca ekonomik veya demografik bir yayılma değil, aynı zamanda stratejik bir derinlik oluşturma çabasıdır. Doğu Akdeniz’deki enerji kaynakları, İsrail için kritik bir öneme sahiptir ve GKRY ile yapılan enerji anlaşmaları bu stratejiyi desteklemektedir. Ayrıca, İran’la artan gerilimler, İsrail’i güvenli bir “arka bahçe” arayışına itmiştir. Güney Kıbrıs, coğrafi yakınlığı ve AB üyesi olması nedeniyle bu strateji için ideal bir konumdadır.

İsrail’in adadaki varlığı, aynı zamanda istihbarat ve lojistik bir üs oluşturma çabasını da içermektedir. Larnaka Havalimanı ve Limasol limanının kullanımı, İsrail’in bölgesel operasyonlarını desteklemek için stratejik bir altyapı olarak değerlendirilmektedir. Bu durum, İsrail’in Orta Doğu’daki çatışmalardan etkilenmeden güvenli bir merkez oluşturma arzusunu yansıtmaktadır.

ERSİN TATAR UYARDI

Türkiye ve KKTC, İsrail’in adadaki varlığını hem bölgesel güvenlik hem de Kıbrıs Türklerinin hakları açısından bir tehdit olarak görmektedir. Tatar’ın “küçük İsrail” söylemi, bu endişeyi açıkça ortaya koymaktadır. Türkiye, gerekirse Kuzey’de deniz üsleri ve yapılar inşa ederek adadaki dengeyi koruma sinyali vermiştir. Ayrıca, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki sondaj faaliyetleri ve askeri varlığı, İsrail’in GKRY’deki faaliyetlerine karşı denge oluşturmayı amaçlamaktadır.

Yunanistan ve GKRY, İsrail ile stratejik ortaklıklarını enerji ve güvenlik alanında sürdürmek isterken, İsrail’in artan nüfuzu karşısında ulusal egemenlik kaygılarıyla karşı karşıyadır. Bu durum, iki ülke arasında bir ikilem yaratmaktadır: İsrail’le iş birliği ekonomik faydalar sağlarken, demografik ve kültürel değişim yerel halkta rahatsızlık yaratmaktadır. Yunanistan, bu durumu diplomatik bir şekilde yönetmeye çalışsa da, Türkiye ile ilişkilerdeki hassas dengeyi de korumak zorundadır.

DOĞU AKDENİZ ÇATIŞMA ALANINA DÖNMESİN

Özetle, Rum halkının ekonomik ve kültürel dışlanma hissi, gelecekte daha ciddi toplumsal çatışmalara yol açabilir. Özellikle genç nüfus, bu değişimden en çok etkilenen kesimdir ve bu durum, uzun vadede sosyal istikrarsızlığa neden olabilir.

İsrail’in Güney Kıbrıs’ı bir lojistik üs olarak kullanması ise adayı İran veya diğer bölgesel aktörlerin hedefi haline getirme potansiyeli taşımaktadır. Bu, GKRY’nin güvenliğini riske atarken, Türkiye’nin garantörlük haklarını kullanma olasılığını artırabilir. Bölgedeki gerilimlerin tırmanması, Doğu Akdeniz’i bir çatışma alanına dönüştürebilir.

İsrail’in GKRY’deki faaliyetleri, Türkiye-Yunanistan ilişkilerini daha da karmaşık hale getirebilir. Türkiye, İsrail’in adadaki varlığını bir tehdit olarak görürken, Yunanistan ve GKRY, İsrail ile iş birliğini sürdürmek istemektedir. Bu durum, yalnızca Kıbrıs’ın değil, tüm Doğu Akdeniz’in geleceğini etkileyebilecek karmaşık bir meseledir. Bölgedeki tüm aktörlerin, uzun vadeli istikrar ve barış için dikkatli adımlar atması bu bakımdan önem arz etmektedir.