Prof. Dr. Yusuf Tekin / Millî Eğitim Bakanı
Sosyal hayatın günlük ritmi içinde sıkça karşılaşıldığı üzere, insanlar neden-sonuç ya da olay-olgu arasındaki ilişkileri, süreç analizine dayalı bütüncül bir bakış açısından ziyade çoğunlukla belirli bir anın kendi gerçekliği içinde değerlendirme eğilimindedir. Herhangi bir durum, olay ya da olguya ilişkin tikel veya bireysel nitelikli sansasyonel bir anın gerçekliği, söz konusu anın da yalnızca küçük bir parçasını oluşturduğu bütünün önüne geçerek hakikatin algısını tek bir çarpıcı kesitte yoğunlaştırır. Böylece maalesef, bütünün sistematik ve süreç analizine dayalı hakikati değil de o kesitin yarattığı anlık ve güçlü etki toplumsal algıda daha baskın hale gelir.
Son çeyrek yüzyılın Türkiye fotoğrafını eğitim üzerinden okumak istediğimizde, hafızada ilk canlanan sahnelerden biri olan sınav günlerini bu yöndeki en iyi örneklerden biri olarak vermek mümkündür. Erken yaşlarda başlayan test maratonu, bir üst kuruma geçişi tek bir güne, tek bir puana indirgemeye çalışan merkezî sınavlar, ailelerin sosyo-psikolojik ve sosyo ekonomik gerçekliğini etkileyen, hatta şehirlerin sosyolojisini bile belirleyen dershane koridorları… Bütün bu hususlar, eğitimin hem uzun soluklu ve çok yönlü bir gelişim yolculuğu olduğu gerçeğinin göz ardı edilmesine yol açtı hem de rekabetçi bir duyguyla güdülenen “bir üst basamağa tutunma mücadelesi” olarak algılanmasının nedenleri arasında yer alan çarpıcı kesitleri oluşturdu.
Hatırlanacağı üzere, bu yazı dizisinin ikinci bölümünde dershane kırılmasını, FETÖ yapılanmasının bu alandaki tahakkümünü ve 15 Temmuz’a giden sürecin arka planını ayrıntılı biçimde tartışmıştık. Orada daha çok güvenlik ve vesayet boyutuna odaklanan bir çerçeve kurmuş, eğitim sistemimizin iç dokusunda yıllardır biriken sınav merkezli sorun ve alışkanlıklardan beslenerek büyüyen ama aynı zamanda onların üreticisi ve taşıyıcısı olan bu kurumları FETÖ gerçekliği ışığında analiz etmiştik. Bugünkü yazımızda ise aynı meseleyi, ölçme adaleti ve sınav kültürünün bıraktığı pedagojik miras açısından ele alacak, merkezî sınavların eğitim ekosisteminde ifade ettiği rol ve işlevleri objektif bir yaklaşımla değerlendirmeye çalışacağız. Zira dershaneler her ne kadar özel öğretim kurslarına dönüştürülerek tasfiye edilmiş ve FETÖ’nün eğitim alanındaki melun kurgusu dağıtılmış olsa da sınav üzerinden şekillenmiş kaygılar, alışkanlıklar ve beklentilerin eğitim sistemimiz içinde ve toplumsal hayatımızda işgal ettiği pozisyonu kırmak uzun erimli bir süreç ile mümkün olacak. Sınav sistematiği üzerinde atılan adımları bu anlamda okumak gerekir.
ÖLÇMEDE ADALET VE ÇEŞİTLİLİK
Ancak merkezî sınavların eğitim ekosistemimizde işgal ettiği bu yeri hakkıyla analiz edebilmek için öncelikle temel bir hakikatin altını kalın çizgilerle çizmek gerekiyor. Nüfusu genç, hareketliliği yüksek ve eğitim talebi güçlü bir ülkede, ortaöğretim ve yükseköğretime geçişte merkezî sınavların olmadığı bir yapı üretmenin zorluğunun farkındayız. Kapasitenin ülke genelinde adil biçimde paylaşılmasını, eğitimde fırsat eşitliği ve objektif değerlendirmeyi ülke sathında geçerli olacak şekilde temin edebilmek için sınırlı kontenjanlar söz konusu olduğunda belli ölçüde merkezî sınav gerçeğiyle yaşamak durumundayız. Öte yandan, çocuklarımızın on yıllık emeğini birkaç saatlik performansa indirgeyen eğitim anlayışının pedagojik ve sosyolojik açıdan sürdürülebilir olmadığını da görmek zorundayız. Türkiye Yüzyılı olarak ilan ettiğimiz bu çağda eğitimdeki hedef ve amaçlarımıza ulaşmanın yolunun, merkezî sınav gerçeğiyle yaşarken ölçme adaletini güçlendirmek ve çeşitliliğini artırmaktan geçtiğini unutmamalıyız.
Bu yaklaşım bizi, tek boyutlu sınav anlayışından süreç değerlendirme üzerine kurgulanmış çok katmanlı bir “ölçme ekosistemi”ne yöneltiyor. Yani tek bir puanı mutlak hakikat gibi gören yaklaşım yerine, çocuğun gelişimini farklı göstergeler üzerinden izlemeye çalışan bir yapı kurmaya çalışıyoruz. Merkezî sınav, bu tablonun önemli unsurlarından biri olmaya devam ediyor ama yanında okul temelli ölçme ve değerlendirme süreçleri, izleme araştırmaları, rehberlik birimlerinden gelen geri bildirimler, sosyal politikalarla ilişkili göstergeler ve dijital veri analizleri de devreye giriyor. Böylece belirli bir andaki bireysel performansı esas alan tek bir enstrüman üzerinden değil, süreç analizine dayalı olarak gelişen, birbiriyle konuşan ve birbirini dengeleyen araçlar üzerinden ölçme adaletini daha güçlü bir hale getirmeye gayret ediyoruz.
Türkiye Yüzyılı Maarif Modelimizin, insanı erdem-değer-eylem bütünlüğü içinde ele alan yaklaşımı doğrultusunda, başarıyı yalnızca bilişsel çıktılarla ölçmüyor, öğrencinin sosyal, duygusal, fiziksel ve ahlaki gelişimini de içeren çok yönlü bir çerçevede değerlendirmeyi esas alıyoruz. Bir çocuğun okuluyla kurduğu bağ, akademik dürüstlüğü, emek ve adalet duygusu, sorumluluk üstlenme kapasitesi, öğrenmeye karşı iç motivasyonu ve benzeri hususların hiçbirinin tek bir testin ham puanına sığdırılamayacağını biliyoruz. Bu nedenle merkezî sınavların varlığı realitesinden hareketle, bu sınavların ağırlığını makul düzeye çeken, onları daha geniş ve dengeli bir ölçme ekosisteminin parçası hâline getiren bir yol izliyoruz.
DİJİTAL ÇAĞDA ÖLÇME
İçinde bulunduğumuz dijital çağ, ölçme ve değerlendirme alanında hem ufuk açıcı imkânlar hem de doğru yönetilmediğinde yeni kırılganlıklar barındırıyor. Günümüzde öğrencinin ekranla kurduğu ilişki, sınav hazırlığından konu tekrarına, rehberlik içeriklerinden soru çözüm videolarına kadar geniş bir yelpazede şekilleniyor. Böyle bir tabloda kamu otoritesinin başlıca görevi, bu alanı tesadüflere ve dağınık inisiyatiflere bırakmayacak şekilde organize etmek; nitelikli, güvenilir ve erişilebilir bir dijital öğrenme zemini kurmaktır. Nitekim Bakanlık olarak canlı ve çevrim içi eğitim platformlarımız, ücretsiz ders kitabı ve yardımcı kaynak politikamız, destekleme ve yetiştirme kurslarımızın dijital imkânlarla güçlendirilmesi ve daha birçok yenilik sayesinde hem merkezî sınavlara hazırlığı destekleyen hem de fırsat eşitliğini büyüten bir ölçme ve öğrenme ekosistemini öğretmen ve öğrencilerimizin hizmetine sunuyoruz.
Bu çerçevede, dijital imkânları, sınava hazırlığın teknik bir uzantısı olarak görmekten ziyade ölçme adaletini güçlendiren dengeleyici bir sütun olarak konumlandırıyoruz. Öğrencinin öğrenme yolculuğunda hangi konularda zorlandığını, hangi kazanımlarda desteğe ihtiyaç duyduğunu, hangi alanlarda öne çıktığını gösteren veri analitiği, doğru kullanıldığında hem öğretmenin hem okulun önünü açan güçlü bir araç hâline geliyor. Böylece merkezî sınavların ortaya koyduğu sonuçlarla okul temelli gözlemleri ve rehberlik çalışmalarından gelen bulguları aynı resmin tamamlayıcı parçaları olarak okuyabiliyoruz. Tabii dijital altyapının her haneye aynı imkânlarla ulaşmadığını da biliyoruz. Bu nedenle, çevrim içi içerikleri güçlendirirken basılı materyal desteğini, okul temelli etütleri, destekleme ve yetiştirme kurslarını (DYK) ve öğretmen rehberliğini eş zamanlı biçimde devrede tutuyor; hiçbir öğrencimizin yalnızca bağlantı imkânı sınırlı olduğu için bu olanaklardan mahrum kalmamasını sağlamaya çalışıyoruz.
BAŞAT KAHRAMAN ÖĞRETMEN
Elbette bütün bu sürecin başarısında öğretmenlerimizin konumu belirleyici bir rol oynuyor. Sınav sistemini tartışırken öğretmeni denklemin dışına iten, onu müfredatı yetiştirmekle görevli bir memur gibi tasavvur eden her yaklaşımın ölçme kültürü ve adaletini zayıflatacağının ve dijital imkânları heba edeceğinin bilincindeyiz. Nitekim sınıf içi gözlemi merkeze alan, öğrenciye düzenli ve nitelikli geri bildirim verebilen, ölçme-değerlendirme okuryazarlığı daha yüksek bir öğretmen profili oluşturmak bu süreçteki en mühim hedeflerimiz arasında yer alıyor. Millî Eğitim Akademisinde yürüttüğümüz programların önemli bir kısmı, öğretmenin ölçme-değerlendirme sürecindeki kapasitesini artırmaya dönük bir içerik taşıyor. Öğrencisinin gelişimini yıl yıl izleyebileceği, merkezî sınav sonuçlarını sınıf içi performans, davranış eğilimleri ve rehberlik verisiyle birlikte okuyabileceği analitik araçlar, öğretmenin ölçme-değerlendirme okuryazarlığını pekiştiren bir rol oynuyor.
AİLENİN BAKIŞ AÇISI
Merkezî sınavları konuşurken farkında olduğumuz bir diğer husus da ailenin sınava ve başarıya bakışını değiştirmeden ölçmede adaleti güçlendirmenin kolay olmadığı gerçeğidir. Çocuğun hayatını ilkokuldan itibaren tek bir sınav gününe göre planlayan, her duygusal dalgalanmayı o güne endeksleyen bir yaklaşım, en nitelikli ölçme ekosistemini bile zayıflatıcı bir etki üretir. Aileyi eğitim politikalarının asli paydaşı olarak konumlandırmamızın sebeplerinden biri de budur. Sınavı çocuğun kaderini belirleyen nihai bir eşik olarak değil de uzun ve çok yönlü gelişim sürecinin önemli aşamaları arasında görebilen bir aile iklimi, okulun yükünü hafiflettiği gibi çocuğun psikolojik dayanıklılığını da artırır.
ÜTOPİK DEĞİL, GERÇEKÇİ YAKLAŞIM
Geçmişte dershane tartışmaları bağlamında yaşananlara ve FETÖ’nün bu alandaki manipülasyonlarına şahitlik etmiş bir ülke olarak, artık daha dikkatli ve temkinli adımlar atmak zorunda olduğumuzun bilincindeyiz. Merkezî sınav gerçeğiyle yüzleşirken, okul temelli değerlendirmeyi, öğretmenin mesleki kanaatini, dijital veriyi ve sosyal politika göstergelerini birlikte okuyan adil bir ölçme kültürü-mimarisi inşa etmeye gayret ediyoruz.
Biliyoruz ki eğitimde önümüze koyduğumuz hedeflere ulaşmanın yolu, sınavı hayatımızdan bütünüyle çıkarmayı vaat eden ütopik yaklaşımlardan değil, ölçmede adaleti ve çeşitliliği sağlayan gerçekçi bir yöntemi benimsemekten geçmektedir. Temel amacımız, maarif çağı olarak tecelli edeceğine inandığımız Türkiye Yüzyılı’nda, öğrencinin emeğini koruyan, öğretmenin meslek onurunu pekiştiren, velinin ve toplumun devlete duyduğu güveni besleyen tutarlı bir ölçme ve dijital ekosistem kurmaktır. Merkezî sınav gerçeğiyle yaşamaya devam edeceğimiz bilincini muhafaza ederek attığımız ve atacağımız her adım, öğrencinin ve dolayısıyla toplumun kendi geleceğini daha sahici ve adil bir zeminde inşa etmesini mümkün kılacaktır.