Doç. Dr. Furkan Kaya - Yeditepe Üniversitesi
Küresel sistemde güç dengeleri artık değişime koyuldu. Süper güç ABD duraklıyor, Avrupa inişte ve Asya yükselişte. Bu önlenemez değişim ve dönüşüm gelen yüzyılın siyasi, ekonomik ve askeri iklimini belirleyecek. Günümüz dünyası, pek çok açıdan Birinci Dünya Savaşı öncesinin sarsıcı atmosferini hatırlatıyor. Her ne kadar çok kutuplu bir düzenden söz edemesek de bölgesel ittifaklar ve ikili güvenlik anlaşmalarının ördüğü karmaşık bir denklemle karşı karşıyayız. Tıpkı bir asır önce olduğu gibi, yeni bir büyük savaş; henüz doktrinleri yazılmamış teknolojilerle, daha önce çatışma alanı sayılmayan sahalarda ve kuralların geçersiz sayıldığı bir düzlemde kendine yer bulacaktır.
Uluslararası ilişkiler tarihinin bize öğrettiği en temel ders şudur: Siyasi ve güvenlik kaygıları, er ya da geç ekonomik çıkarların önüne geçer. Eğer devletler ortak güvenlik ilkeleri etrafında daha sağlam bir bölgesel yapı inşa etmeye başlarsa, kaybedecekleri çok az; kazanacakları ise hayli fazladır. Bu tür girişimler mevcut kurumların yerini almaz, ancak zamanla ittifakların temelinde yatan stratejik ve toprak kaynaklı gerilimleri yumuşatabilir ve gelecekteki krizlerde etkili bir denge unsuru haline gelebilir.
Stratejik çağ sona erdi.
Savaşlar ne kayboldu ne de dünyayı kurtaracak bir düzen kurdu. Artık savaş, küresel vizyonunu yitirip yerel hesaplara indirgenmiş durumda. Yeni dünya düzeni, stratejiden çok karmaşık bağımlılıkların kontrolüne dayanıyor. Savaş bu düzenin bekçisi değil, sarsıcı bir parçası haline geldi. Gerçek güç, toprak almakta değil; bağımlılıkları yönetmekte, etki alanlarını şekillendirmekte yatıyor. Artık mesele sadece kazanmak değil; inandırmak, masaya oturtmak, vazgeçilmez hale gelmek. Dolayısıyla bu insanlığı “barışın mümkün olmadığı”, “savaşın ise kolay kolay başlatılamayacağı” bir eşiğe getiriyor. Yeni nesil güç mücadeleleri; tanklarla sınırlardan taşmak yerine; zihinlere sızmakla, sistemleri çökertmekle, teknolojik üstünlükle kazanılacak.
HER ON YILDA BİR DEVRİM
1950’lerde nükleer kıyamet tehdidi, 1960 ve 70’lerde sol dalgalar ve devrim hayalleri, 1980’lerde mikroçipin doğuşuyla başlayan dijital çağ, 1990’larda Sovyetlerin çöküşü ve Çin’in sahneye çıkışı, 2000’lerde sosyal medya patlaması ve küresel terörün yükselişi. Her biri sarsıcıydı, ancak küresel güç dengeleri büyük ölçüde yerli yerinde kaldı. Bugünse sahnede bambaşka bir kırılma var. Yapay zekâ, biyoteknoloji, internet ve sosyal medya yalnızca hayat tarzımızı değil, insanın bilgiyi edinme, kullanma ve aktarma biçimini de kökten değiştiriyor. Bu dönüşüm, yalnızca bir teknolojik sıçrama değil, toplumun dokusuna, bireyin kimliğine ve devletin işleyişine meydan okuyan bir paradigma kayması. Bu kez, 19. yüzyıldan bu yana ayakta kalan güç mimarisinin belki de ilk kez temellerinden sarsılmak üzere olduğu görülüyor.
PASİFİK ARTIK SADECE BİR OKYANUS DEĞİL
Atlantik’in yüzyıllık hâkimiyeti geride kalıyor; Pasifik aşırı ticaret, Atlantik aşırı ticaretini resmen geçti. Günümüzde küresel ticaretin yaklaşık yüzde 50’si bu okyanus üzerinden yapılıyor. Daha da çarpıcısı, dünyanın en büyük 12 limanından 9’u, Pasifik’in Asya kıyılarında yer alıyor. Hava ulaşımında da benzer tablo söz konusu. Trans-Pasifik hattı, dünya genelindeki en yoğun ve en kârlı rotalardan biri haline geldi. Kısacası, küresel ekonomik nabız artık Pasifik’te atıyor. Jeopolitik ağırlık merkezinin doğuya kaymasının en somut kanıtı haritalar değişmiyor, ama dünyanın yönü değişiyor. Artık hiçbir aktör; Çin’i, Rusya’yı ya da Avrupa’nın tamamını işgal etmeyi göze alamaz. Çatışmalar daha kısa, daha yıkıcı ve çok daha karmaşık olacak. Sonuç ise yalnızca teknolojiye sahip olmakla değil, o teknolojiyle birlikte direnç gösterebilmekle belirlenecek. Elbette eski savaşların ruhu kaybolmadı; sadece kabuk değiştirdi. Bu bağlamda Soğuk Savaş’ın araçları modernleştiriliyor, ancak asıl fark savaşta hiç test edilmemiş, geleceği şekillendirecek teknolojilerin ve parapolitikanın da artık oyunda olması.
KÜRESEL EKONOMİK DÜZEN ÇATIRDIYOR
Küreselleşme geri sarıyor, dünya ekonomisi yeniden sınırlar içine çekiliyor. Tedarik zincirleri kısalıyor, ticaret ağları bölgeselleşiyor, ekonomi giderek daha fazla siyasallaşıyor.
Karşılıklı bağımlılık hâlâ yüksek; ancak bu, artık bir güç değil, bir kırılganlık, bir baskı ve tehdit unsuru. Jeopolitik denklemde ise ABD, dünyayı yeni bir bloklaşma çağının eşiğine itiyor. Washington, liderliğini yeniden tesis etme adına çatışma üretiyor, kendi hegemonyasına aykırı duranları ya cezalandırıyor ya da yalnızlaştırmaya çalışıyor.
Bu, yalnızca bir ekonomik rekabet değil; sistemsel bir meydan okuma ve küresel güç mimarisini yeniden tasarlama girişimi olarak değerlendirilebilir.
YENİ NORM: YALNIZLAŞMA
Ne ulus ötesi şirketler ne uluslararası örgütler ne de diğer küresel aktörler; artık evrensel ölçekteki krizleri çözebiliyor yahut sonuçlarını sahada yönetebiliyor. Bir yandan ekonomik sistem donuyor, öte yandan sokaklarda düzen sarsılıyor ve bu iki uç arasında, hiçbir aktör sürdürülebilir bir çözüm üretemiyor. Çok taraflı iş birliği mekanizmaları, zayıflamanın ötesinde işlevsizleşmeye başlıyor. Uluslararası kurumlar, yaşanan her krizde artan bir anarşi ortamının seyircisi haline geliyor. Ve bu boşlukta, her bir devlet, beka sorunuyla baş başa kalıyor; çok taraflılıktan değil, kendi imkânlarından medet ummak zorunda kalıyor. Küresel kaos büyürken, dayanışma değil, yalnızlaşma norm haline geliyor.
Yeni liberal dünya düzeninin başarısızlığı, yalnızca küresel yapının çözülmesini değil, aynı zamanda insanlık için geriye doğru atılmış büyük bir adımı da temsil edebilir. Çünkü bu başarısızlık, farklı topluluklar ve devletler arasında daha yakın siyasi bağları teşvik etme yeteneğini de zayıflatıyor. Dünya, parçalanmanın eşiğinde açık bir yol ayrımına gelmiş durumda. Ya, basitleştirilmiş bir biçimde yeniden kurgulanmış bir iki kutupluluğa teslim olunacak, ya da geçmişin düzenleyici kurumu olan Birleşmiş Milletler'in temel taşlarını koruyarak, üzerine daha etkili ve işlevsel bir altyapı inşa edilerek çok daha karmaşık ama yapıcı bir yol tercih edilecek. İlk senaryoda, eski kurumların kalıntıları tamamen yok olurken, ortaya çıkacak yeni kutuplaşma, Soğuk Savaş’ı bile gölgede bırakabilecek düzeyde bir gerilim yaratabilir. İkinci yol tercih edilirse, medeniyetler arası iletişim kanallarının açık kalma ihtimali hâlâ varlığını sürdürebilir. Bu da dünya için daha kapsayıcı, daha sürdürülebilir bir gelecek umudunu canlı tutabilir.