Türk-Arap ilişkilerinde yeni dönem: İsrail revizyonizmi

Arşiv

Doç. Dr. Necmettin Acar / Mardin Artuklu Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkanı

Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın 13 yıl aradan sonra Arap Birliği toplantısına davet edilmesi oldukça önemli bir gelişmeydi. Uzun bir süre sonra gerçekleşen Arap Birliği toplantısında Türkiye aleyhine bir kararın çıkmamış olması ve Arap iç işlerine yabancı müdahalesini araştırmakla görevli komitenin feshedilmesi bu davetin önemini daha da artırdı. Bu davet ve Fidan’ın toplantıda gerçekleştirdiği üst düzey temaslar, Türkiye ile Arap ülkeleri arasındaki ilişkilerin normalleştiği ve Türkiye-Suriye normalleşmesinin yakın gelecekte gerçekleşebileceği şeklinde yorumlandı.

İsrail revizyonizminin bölgedeki devletleri derin güvenlik kaygılarına sürüklediği bir dönemde gerçekleşen bu davet, Türk-Arap ilişkilerinin normalleşmesinden çok daha fazlasını ifade ediyor. Türkiye’nin Arap Birliği toplantısına davet edilmesi, bölgesel güvenlik mimarisine Türkiye’nin aktif katılımı sağlanmadan bölgesel istikrarın mümkün olamayacağının bazı Arap ülkeleri tarafından zımnen kabul edildiğini gösteriyor.

ARAP BAHARI İLE GERİLEN İLİŞKİLER

Arap Baharı sürecinin başlamasıyla birlikte bölgede ortaya çıkan statüko karşıtı eğilimler, bölgenin önemli aktörleri arasında derin bir tedirginlik yarattı. Sosyal ve politik dinamiklerdeki bu büyük değişim, özellikle mevcut yönetimlerin ve güç yapılarının sarsılmasına neden oldu. Bu süreçte, birçok Arap devleti, Türkiye ve İran’ı dolaylı yollardan Arap ülkelerinin iç işlerine müdahale etmekle suçladı.

Bu süreçte Türkiye ve İran’ın bölgesel stratejileri, bölgedeki mevcut güç dengelerini değiştirmeye yönelik eylemler olarak algılandı. Türkiye, özellikle Suriye’deki muhalif gruplara verdiği destekle ve bölgedeki toplumsal değişim hareketlerini destekleyen duruşuyla dikkat çekti. İran ise, bölgede örgütlediği Şii milislere ve diğer vekil aktörlere verdiği destekle, Irak ve Lübnan gibi ülkelerdeki iç meselelerde etkin rol oynayarak Arap iç işlerine müdahale etmekle suçlandı. Arap ülkeleri, bu iki ülkenin bölgede istikrarsızlık yaratma ve mevcut yönetimlerin karşısında duran güçleri destekleme stratejilerini, bölgesel güvenliği tehdit eden bir unsur olarak gördü. Türkiye ve İran, bu ülkeler tarafından, bölgesel istikrarsızlığın ve iç karışıklıkların başlıca kaynakları olarak damgalandı.

Bu süreçte bazı Arap ülkeleri, Türkiye ve İran’ın bölgesel meselelerden dışlanmasını hedefleyen bir politika izlemeye de başladılar. Bu yaklaşım, Arap ülkelerinin iç işlerini özerk bir alan olarak tanımlayıp, bu alana Arap olmayan ülkelerin, özellikle Türkiye ve İran’ın, müdahale etmelerini engellemeye yönelik tedbirler almayı içeriyordu. Örneğin, bazı Arap ülkeleri, Türkiye’nin bölgesel etkisini sınırlamak için başka dış aktörleri kullanma stratejisinin bir parçası olarak, Türkiye ile jeopolitik rekabet içinde olan Yunanistan gibi ülkeleri desteklenmeye başladı.

ORTA DOĞU’DA GÜVENLİK MİMARİSİ ARAYIŞI

Ancak geçtiğimiz yıl İsrail’in Gazze’ye dönük başlattığı, son günlerde Lübnan’a taşıdığı ve ardından Arap Orta Doğu’suna yaymayı hedeflediği savaş, Arap ülkelerinin bölge güvenlik mimarisine dair bakışlarında önemli bir değişim ortaya çıkarmış gibi görünüyor. Bu savaş, sadece bölgedeki mevcut dinamikleri değil, aynı zamanda Arap ülkelerinin Türkiye’ye olan stratejik yaklaşımlarını da derinden etkiledi.

İsrail’in sürekli genişleyen askeri operasyonları, bölgedeki birçok Arap ülkesinde doğrudan veya dolaylı bir tehdit algısı yarattı. İsrail’in revizyonist politikaları bazı Arap ülkelerinde derin bir güvensizliğe yol açtı. Bu bağlamda, İsrail’in saldırgan stratejileri ve bölgesel güvenlik üzerindeki olumsuz etkileri, Arap ülkelerini ortak bir güvenlik perspektifi geliştirmeye zorlamaktadır. Ancak, Arap ülkelerinin mevcut sorunları, tek başına veya bir ittifak oluşturarak İsrail’in askeri kapasitesini dengelemelerini zorlaştırmaktadır.

Sonuç olarak, İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırıları ve bölgesel genişleme çabaları, Arap ülkelerinin bölgesel güvenlik stratejilerini yeniden değerlendirmelerine ve İsrail revizyonizmi karşısında daha güçlü bir birleşik cephe arayışlarına neden olmuştur. Bu dönüşüm, bölgedeki güç dengelerini ve stratejik hesaplaşmaları yeniden şekillendirirken, Arap ülkelerinin uluslararası ilişkilerinde de belirgin bir değişim yaratmıştır.

Fidan’ın 162. Arap Birliği toplantısına davet edilmesi bu bağlamda oldukça önemlidir. Bu davet, bazı Arap ülkelerinin Arap Baharı sürecinde Türkiye’nin bölgesel güvenlik ve istikrara zarar verdiğine dair geliştirdikleri yaklaşımda radikal bir değişimi simgelemektedir. Aynı zamanda, bu davet, İsrail karşısında birleşik bir cephe oluşturulacaksa Türkiye’nin bu yapı içinde yer almasının gerekliliğinin ve aksi takdirde bu birleşik cephenin İsrail’i sınırlamakta etkili olamayacağının bazı Arap ülkeleri tarafından zımnen kabul edilmesi anlamına da gelmektedir.

DÜŞÜNCE GÜNLÜĞÜ
"Başkasının gözünden gör"