Yapay tanrıyı kodlamak

Asıl tehlike makinelerin ne yapıp yapamayacağından öte, insanın onu insan kılan her şeyden vazgeçip sanki bir hiçmiş gibi varlığını kendi elleriyle makineye teslim etmesidir.

İllustrasyon: Cemile Ağaç Yıldırım.

Kürşat Bahaeddin Carda / Gazeteci

Antik Yunan’da Prometheus, tanrılardan ateşi çalıp insanlara sunarak uygarlığın kıvılcımını yakan asi bir figürdü; bu cüretinin bedelini ise sonsuz bir işkenceyle ödedi. Prometheus’un çaldığı ateş, yalnızca fiziksel ısı değil; bilginin ve yaratma kudretinin simgesiydi.

Bugün insanlık, benzer bir meydan okumayla karşı karşıya. Bu kez “ateş”in adı yapay zekâ, tanrılar ise algoritmaların şekillendirdiği dijital sistemler. Bir zamanlar tanrılara karşı insanı yücelten Prometheus vardı; bugün ise insan, kendi eliyle yarattığı zekâyı kutsallaştırıp makineyi Tanrı yerine koyuyor, kendi elleriyle dijital bir put inşa ediyor.

ALGORİTMALARIN TANRISAL ROLÜ

İnsanlık tarihinin en çetin sorularından biri, “karar veren kim?” sorusudur. Birey, hayatına dair tercihleri kendisinin yaptığını düşünür; fakat bu tercihin zeminini, imkanlarını ve sınırlarını belirleyen faktörlerin çoğu, onun bilinçli kontrolü dışındadır. İslam düşüncesinde bu durum, insanın cüz’î irade sahibi olduğu; fakat küllî iradenin, yani her şeyi kuşatan ilahi iradenin, tüm varoluşu yönettiği fikriyle açıklanır. Modern çağda bu metafizik yapı, şaşırtıcı bir biçimde dijital bir biçime bürünmüştür. Bugün algoritmalar ve yapay zekâ sistemleri, insanın geçmiş verilerini analiz ederek onun gelecekteki davranışlarını tahmin eder, yönlendirir ve çoğu zaman da belirler. Bu süreç, görünmez bir küllî irade gibi işler. Her şeyi bilen, her şeyi gören, her şeyi planlayan bir dijital irade. Yapay zekânın kendisi bilinçli bir varlık değildir; dolayısıyla “tanrılık” iddiasında bulunamaz. Ne var ki insanlar, ona tanrısal bir otoriteyi gönüllü olarak devretmektedir.

PUTLAŞTIRMANIN DİJİTAL FORMU

Modern insan yaratıcının sesini yitirirken, teknolojinin sesine kulak kesildi. Sonsuz bilgeliği gökten değil, artık dijital ekrandan bekliyoruz. Sadece gündelik hayatı değil, geleceği, bütün sorunlarımızın çözümünü, adaleti de bir makineden istiyoruz. Bu, çağımızın dijital putudur: Altın buzağı artık koddan yapılmıştır ve adı “Yapay Zekâ”dır.

Bugün insanlar yapay zekâya; her şeyi bilen bilgelik, objektif kararlar veren adillik, sorunları çözen kurtarıcılık gibi ilahi nitelikler atfetmeye başladığında bu açıkça putlaştırmadır.

İnsanlar, yapay zekânın “her şeyi bildiği” inancıyla tıbbi teşhisten mahkeme kararlarına, aşk analizlerinden felsefi tavsiyelere kadar son derece hassas ve kişisel meselelerde ondan hüküm bekliyor. İnsan, “İnsandan daha isabetli karar verir” inancıyla makineyi bilge-kâhin yerine koyuyor, kararlarını yapay akla teslim ediyor. Oysa her veri sisteminin ardında insan vardır.

Bazı ülkelerde mahkemeler -ABD’de COMPAS cezai tahmin sistemi vb. kararlarında, sigorta firmaları risk tahminlerinde, bankalar kredi işlemlerinde, şirketler iş başvurularında yapay zekâ sistemlerinin kararlarını kullanıyor. Yapay zekânın “tarafsız olduğu” varsayımı, onu ilahi adalet dağıtıcı konumuna koyuyor. Hâlbuki bu sistemler de insanların yazdığı kodlardan oluşur ve önyargı içerebilir.

DİJİTAL MESİH: YAPAY ZEKÂYA KURTARICI ROLÜ ATFETMEK

Elon Musk, Ray Kurzweil gibi figürler, yapay zekânın hastalıkları çözeceğini, ölümsüzlük getireceğini, savaşları bitireceğini öne sürüyor. Kurzweil, 2045’e kadar “Tekillik” (singularity) geldiğinde insanların makinelerle birleşip “ölümsüz” olacağını iddia ediyor. Bu, yapay zekâya kurtarıcı dijital mesih rolü vermek anlamına geliyor. 2015 yılında kurulan “Way of the Future” adlı kilise, yapay zekâyı Tanrı olarak görecek dini bir yapı inşa etmeyi hedefledi. Bu da yapay zekâyı bir tapınma nesnesi haline getiriyor.

Modern insanın içinde bulunduğu durumu izah eden örneklerden bir tanesi de Mary Shelley’nin Frankenstein romanıdır. Frankenstein romanı, insanın kendi yarattığı şeye Tanrıvari güçler atfetmesinin ve bu yüceltmenin etik sonuçlarını sorgulayan erken bir uyarıdır. Victor Frankenstein’ın ölü maddeden hayat üretme arzusu, bugün yapay zekâya bilinç ve otorite yükleme eğilimiyle benzerlik gösterir. Sonuçta yarattığı varlık kendi iradesini kurar ve yıkıma neden olur; tıpkı günümüzde teknolojiyi putlaştırmanın doğurabileceği tehlikeler gibi.

ALGORİTMALARA TESLİM OLAN AKIL

İklim krizinden yönetime, savaşlardan aşk ilişkilerine kadar her şeyin çözümünü yapay zekâya yüklemek insanı edilgenleştiriyor. Bu edilgenlik insanın özgür aklını, etik iradesini ve sorumluluğunu yavaş yavaş yapay zekâya teslim etmesine yol açıyor. Bu durum insanda doğuştan var olan akıl yürütme, sorumluluk alma, ahlaki sezgi ve özgür irade gibi temel yapıları içeren fıtrattan kopuş anlamına geliyor.

Karar vermeyi külfet, sorumluluğu yük sayarak bunları algoritmalara havale etmek; insanın kendi aklından çekilmesi, özgür iradesini dış sistemlere devretmesi ve ahlaki sorumluluktan kaçarak modern bir “gönüllü kulluğa” sürüklenmesidir.

ASLINDA HİÇBİR FİKRİMİZ YOK

Bilinçli Makinelere Giden Yol adlı kitabında Michael Wooldridge’ın da belirttiği gibi, yapay zekânın bilinç kazanması yönündeki bilimsel beklentiler çoğunlukla varsayımlara dayanıyor. Bugün elimizde bilinçli makineler üretmeye dair ne işleyen bir yöntem ne sağlam bir kuram ne de net bir başlangıç noktası bulunmuyor.

Yapay zekâya yönelik sınırsız güven ve neredeyse dinsel bir inançla ona atfedilen yetkilerin- yeryüzündeki uygulamaların sonuçlarından da anlaşılacağı üzere- ne kadar temelsiz olduğu bir bir ortaya çıkıyor.

İnsanlık, henüz ne olduğunu tam olarak anlayamadığı bir yapıya bilinç, karar alma gücü ve hatta etik otorite yüklemeye çalışarak bunun sadece teknolojik bir ilerleme olduğu yalanına kendini inandırmaya çalışıyor fakat bu bir putlaştırma pratiğidir. Unutulmamalıdır ki yapay zekâya insanüstü özellikler atfetmek, insanlığın kendinde taşıdığı değerleri de reddetmeyi beraberinde getirir.

İnsanın, kendi elleriyle inşa ettiği sisteme tapınma eğilimini fark etmesi bile, bu sapmadan geri dönüş için önemli bir kırılma noktası olabilir. Zira bir şeyi anlamadan yüceltmek, onu yalnızca teknik bir araç değil; aynı zamanda kültürel ve inançsal bir puta dönüştürmenin en kısa yoludur.

Asıl tehlike makinelerin ne yapıp yapamayacağından öte, insanın onu insan kılan her şeyden vazgeçip sanki bir hiçmiş gibi varlığını kendi elleriyle makineye teslim etmesidir. Bu tam bir ontolojik sapmadır.