DR. MEHMET RAKİPOĞLU-BATMAN ÜNİVERSİTESİ ÖĞRETİM ÜYESİ
10 Mart’ta Çin’in arabuluculuğunda Suudi Arabistan ile İran’ın diplomatik ilişkilerini yeniden tesis edecekleri açıklandı. Orta doğu’nun temel dinamiklerinden olan Riyad-Tahran rekabetinin bir araya gelmesinin, uluslararası sistemin ‘lideri’ Amerika Birleşik Devletleri’ne (ABD) meydan okuyan Çin’in ev sahipliğinde gerçekleşmesi, Pekin’in Orta doğu’da etkin bir rol oynaması başta olmak üzere süreç birçok noktaya tekabül ediyor. Fakat normalleşmenin en önemli yansımasının bölgesel çatışma alanları üzerinde olması muhtemel. Nitekim gerek Suudi Arabistan gerekse İran; Lübnan, Irak, Suriye, Yemen gibi çatışma iklimlerinde vekalet savaşları yürütüyor. Bu anlamda Yemen, İran-Suudi Arabistan normalleşmesinin doğrudan olumlu etkilerinin görüleceği bir ülke.
KAZAN KAZAN POLİTİKASI
Aslında Yemen’deki gerilim ve çatışma atmosferi iki ülke için de hedeflenen kazanımları getirmedi. Dahası Yemen dosyası Suudi Arabistan’ın ciddi finans kaynağı akıttığı, askeri operasyonlar düzenlediği fakat Husileri iktidardan indiremediği bir problem haline geldi. Dolayısıyla Suudilerin İran ile normalleşme sonrası hayata geçirmek istedikleri birincil mesele Yemen savaşı. Bu noktada Suudi yetkililerin kritik adımlar attığı görülüyor. Bunların başında esir takası ve ateşkesin kalıcı hale getirilmesi noktasında Husilerle başlatılan müzakereler var. Savaşın başından beri Husilerle görüşmeye uzak duran, daha çok askeri müdahaleyi önceleyen Suudi Arabistan, İran ile normalleşme sonrası bu kararını değiştirdi. Müzakerelerin başlamasından kısa süre önce Riyad yönetimi tek taraflı bir karar alarak, 100’ün üzerinde Husi militanını serbest bıraktı. Terör örgütü olarak görülen Husilerle müzakere masasına oturulması ve esir takası anlaşmalarının imzalanması, Suudi Arabistan’ın Yemen’deki savaşın son bulması noktasında son derece kararlı olduğuna işaret ediyor.
Birçok iddiaya göre, İran-Suudi Arabistan arasında kazan-kazan mantığına dayalı bir normalleşme gerçekleşti. Buna göre Suudiler Lübnan’daki İran’ı dengeleme politikasının yoğunluğunu azaltırken, İranlılar da Husiler’e savaşın bitmesi noktasında baskı kurabilir. Yemen’den Suudi Arabistan’ın ‘onurlu çıkışı’ sağlanırsa, Riyad yönetiminin Hizbullah’ın desteklediği Süleyman Toni Franjiye’nin cumhurbaşkanlığı adaylığına karşı çıkmayacağı, örtülü şekilde buna destek vereceği konuşuluyor. Fakat Yemen’in geleceğinde Husilerin yer alması halinde normalleşmeden en karlı çıkan aktörün İran olacağı rahatlıkla ifade edilebilir. Nitekim, İran bu anlaşma ve normalleşme süreci üzerinden hem Suudi Arabistan’ın Lübnan’daki etkinliğini azaltıyor hem de Tahran’a yakın ve her zaman Körfez güvenliğini tehdit edebileceği bir aktör olan Husileri, Yemen’in siyasal atmosferine resmi olarak yerleştirmiş oluyor.
GRİ BARIŞ SAHASI
İran ile Suudi Arabistan arasındaki ilişkilerin restore edilmesi Yemen’deki çatışmaların sonlandırılması ve barışın tesis edilmesi noktasındaki umutları artırdı. Nitekim Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Prens Faysal bin Farhan, Riyad’ın Yemen’deki önceliğinin kalıcı ateşkesin sağlanması olduğunu zikretti. Wall Street Journal’un iddiasına göre İran da normalleşme bağlamında Husi hareketini silahlandırmayı sonlandıracağını kabul etti. İran’ın BM Temsilcisi de yaptığı açıklamada normalleşmenin ateşkes, ulusal diyalog, kapsayıcı ulusal hükümet gibi çözümleri hızlandıracağını ve savaşı sonlandıracağını ifade etti. Husiler de anlaşmayı takdir etti ve Çin’in başarısını överek ABD ve İsrail emperyalizminin başarısızlığına vurgu yaptı. Fakat Husiler ulusal hükümet kurulması ve güç paylaşımı gibi meselelere yönelik açıklama yapmaktan kaçındı. Bu durum Husilerin silahı bırakma noktasında isteksiz olduğu ve savaşın kısa vadede bitmeyeceği şeklinde yorumlanabilir. Nitekim normalleşme ilan edildikten sonra dahi Husiler Marib şehrinde şiddet kullanmaya devam etti. Bu durum Husilerin İran’dan bağımsız bir ajanda izlediğini ve bunu sürdürebileceğini gösteriyor. Her ne kadar Tahran yönetimi Husileri finansal ve askeri yönden desteklemiş olsa da İran’ın Husiler üzerinde tam bir otorite kurduğunu söylemek güç. Dolayısıyla İran-Suudi Arabistan normalleşmesi, Yemen’deki vekalet savaşını ve gerilimi azaltma ihtimalini güçlendirse de Husilerin çatışmacı tavrı savaşın sonlandırılmasında ve barışın tesis edilmesinde engelleyici bir dinamik gibi duruyor.
AYRILIKÇILAR NE YAPACAK?
Benzer şekilde Yemen’in güneyindeki, ayrılıkçı bir yapı olan ve Birleşik Arap Emirlikleri tarafından desteklenen Güney Geçiş Konseyi’nin (GGK) de tavrı barış inşası sürecini etkileyebilir. Nitekim GGK, Yemen’in bölünmesinden yana. Husilerle ve Suudi Arabistan önderliğindeki koalisyonla aynı anda mücadele eden GGK’nın iki aktör arasındaki görüşmelere vereceği tepki merak konusu. Bu anlamda BAE’nin Yemen politikası Riyad-Abu Dabi hattındaki rekabeti de etkileme potansiyeline sahip bir gelişme olarak görülebilir. Barış sürecini etkileyecek son dinamik ise Suudi Arabistan’ın 2017’nin sonundan beri Yemen’in çeşitli liman ve bölgelerine yönelik uyguladığı ambargo. Bu ambargolar sadece insani krizi derinleştirmiyor; aksine Husilerin Suudi Arabistan’a karşı saldırılarını meşru gösterme fırsatı sunuyor. Her ne kadar bu saldırılar hukuki açıdan meşru olmasa da ambargonun devam etmesi, barışın inşa edilmesi önünde engel olarak duruyor.
Yemenli birçok gazeteci de Husilerin, bu barış girişimlerine uyma noktasında problemler çıkarabileceğini ileri sürüyor. Nitekim Husilerin yönetim hakkını ‘ilahi bir takdir’ olarak değerlendirdikleri ve insan hakları, demokrasi, uluslararası hukuk gibi evrensel normlara saygı göstermedikleri sıklıkla dillendiriliyor. Husilerin Savunma Bakanı Muhammed el-Atifi’nin ateşkese uyulmadığı takdirde savaşın Suudi Arabistan topraklarına taşınacağı gibi tehditkâr söylemlerde bulunması da Husilerin barıştan uzak bir profil çizdiğini gösteriyor. Dolayısıyla her ne kadar Suudi Arabistan Yemen’de barış için ciddi adımlar atsa da savaşın son bulması büyük oranda Husilere bağlı.