Abdulkadir Aksöz / Doktorant, İstanbul Medeniyet Üniversitesi
Gazze’de iki yılı aşkın süredir devam eden savaşın ardından ilan edilen ateşkes, ilk bakışta çatışmanın sona erdiği izlenimi yaratıyor. Ancak bu tür ateşkeslerin ne anlama geldiğini kavrayabilmek için günümüz çatışmalarının doğasını iyi kavramak gerekir. Çünkü Gazze’de yaşananlar, artık klasik savaş mantığıyla açıklanabilecek bir olgu olmaktan çoktan çıktı. Alman siyaset bilimci Herfried Münkler, bu dönüşümü analiz ederken neue kriege yani “yeni savaşlar” kavramını ortaya atmıştı. Ona göre modern çağın çatışmaları, artık belirli hedeflere ulaşmak için yürütülen kısa süreli mücadeleler değil; sürdürülmesi kendi başına amaç haline gelen, ekonomisi olan, tıpkı bir endüstri gibi işleyen yapılar haline geldi. Gazze’deki savaş işte bu tanıma birebir uyuyor.
AMAÇ SAVAŞI MEŞRULAŞTIRMAK
Münkler’e göre yeni savaşların en temel özelliği, kendi kendini besleyen bir ekonomi yaratmasıdır. Çatışma uzadıkça yeniden inşa ihtiyacı büyür, yerel ekonomiler çöker, dış yardıma bağımlı hale gelir ve savaş dışarıdan gelen kaynaklarla beslenmeye devam eder. Gazze’de yaşanan tahribat bu döngünün gözle görülür halidir. Bölge, artık ne askeri zaferle ne de iç dinamiklerle toparlanabilecek durumda. Münkler’in uyarısı nettir: Bu tür savaşlar bitirilmek için değil, sürdürülebilmek için yürütülür. Gazze’deki çatışmanın iki yıl boyunca hiçbir kalıcı sonuç üretmemesine rağmen devam etmesi, bu tezin sahadaki en somut kanıtıdır.
Dahası Münkler’in bir başka gözlemi daha vardır. Yeni savaşlar, politikanın aracı olmaktan çıkar, bizzat politikanın yerine geçer. Dolayısıyla Clausewitz’in “Savaş politikanın başka araçlarla devamıdır” önermesi tersine dönmüştür. Ne yazık ki günümüzde politika, savaşı meşrulaştırmanın aracı haline gelmiştir. İsrail’in güvenlik doktrini bu dönüşümün açık bir örneğini sunuyor. Güvenlik sağlamak yerine güvenlik tehdidinin daimi olduğu fikrini canlı tutma anlayışı stratejik bir araç olarak kullanılıyor. Böylece savaş, sonuç üretmeye yönelik bir araç olmaktan çıkıp sonuç yerine kendi varlığını gerekçelendiren bir yapıya dönüştü. Münkler bu durumu, “Çatışmalar yürütülmek için değil, sürmesi için tasarlanıyor” şeklinde özetler.
KİM MAĞDUR KİM MAKBUL?
İsrail’in yürüttüğü operasyonlar sırasında on binlerce Gazzeli sivilin doğrudan hedef haline gelmesi, uluslararası hukukun en temel prensiplerinden biri kabul edilen ayrım gözetme ilkesinin açık biçimde yok sayıldığını gösterdi. Sivil nüfusu korumayı esas alan bu ilke, artık sahada bir norm olmaktan çıkmış durumda. Modern savaşlarda giderek daha görünür hale gelen bu eğilim, Herfried Münkler’in “yeni savaşlar” kuramında tanımladığı dönüşümün çarpıcı bir yansımasıdır. Münkler’e göre klasik savaşlarda askerî hedeflerle sınırlı tutulan şiddet, yeni dönemde etnik kompozisyonu değiştirme, nüfus hareketlerini tetikleme ve toplumsal direnci kırma amacıyla bilinçli biçimde sivillere yönelmektedir. Gazze’de yaşanan tablo tam da buna işaret ediyor: Açlık bir silaha dönüştürüldü, insani koridorlar kilitlendi, gündelik hayatın tüm damarları kesintiye uğratıldı. Nihayetinde uluslararası hukuk, mazlumu koruyan değil; güç ilişkilerine göre kimin mağdur, kimin makbul sayılacağını belirleyen bir etiket sistemine indirgendi.
ANKARA DÖNGÜYÜ BOZABİLİR
Bu koşullar altında ateşkesin ilanı sevindirici görünse de kalıcılığı sağlayacak mekanizmalar oluşturulmadığı sürece geçici bir soluklanmadan öteye geçmesi zor. Münkler, yeni savaşların kendi kendine sonlanmayacağını, dışarıdan kurulan siyasal bir çerçeve olmadan hiçbir barış ihtimalinin doğmayacağını vurgular. İşte bu noktada Türkiye’nin devreye girdiği zemin önem kazanıyor. Ankara, duygusal reflekslerle hareket etmek yerine sistematik bir diplomasi yürüttü; hem insani yardım hatlarını organize etti hem de taraflarla temas kurabilen nadir aktörlerden biri oldu. Bu rol, yeni savaşların yapısal karakterini anlamış bir dış politika aklının göstergesidir.
Elbette hiçbir kurgu tek bir ülkenin omzuna yıkılamaz. Münkler’in işaret ettiği gibi yeni savaşlar koalisyon mantığıyla yönetilir; çözüm de çok aktörlü bir mutabakata bağlı görünüyor. Bu nedenle Ankara’nın atacağı adımların, bölge ülkeleri ve küresel güçlerle eşgüdümlü ilerlemesi önem taşıyacak. Gazze’deki ateşkes, sonuçtan çok bir ihtimaldir. Bu ihtimal, diplomatik irade ile desteklenirse anlam kazanabilir; aksi halde Münkler’in dediği gibi savaş yeniden kendi döngüsünü üretir.
Bugün Gazze’de silahlar sustu. Fakat barış, silahların susmasıyla başlamaz. Barış, savaşın sürdürülmesini sağlayan mekanizmaların çözülmesiyle başlar. Bu çözülmenin gerçekleşebilmesi için arabuluculuğu geçici bir kolaylaştırıcı değil, yeni savaş çağında diplomasinin asli unsuru olarak görmek gerekiyor. Türkiye’nin attığı adımlar bu açıdan değerlidir; çünkü Münkler’in işaret ettiği döngüye dışarıdan müdahale etme kapasitesine sahip az sayıda aktörden biridir. Ateşkes bir son değil, diplomatik aklın devreye girmesi için açılmış dar bir geçittir. O geçidin açık kalması, savaşın yeniden üretilmesini engelleyecek gerçek bir politikanın kurulup kurulamayacağına bağlı olacak.