İstanbul Devlet Opera ve Balesi’nin (İDOB) sahneye koyduğu, Giacomo Puccini’nin en sevilen ve en sık sahnelenen ölümsüz eseri “La Bohème”, dönemin Paris’ini gerçekçi bir şekilde yansıtan yeni prodüksiyonuyla geçtiğimiz gün Atatürk Kültür Merkezi’nde (AKM) izleyicilerle buluştu.Librettosu Luigi Illica ve Giuseppe Giacosa tarafından kaleme alınan La Bohème Operası; Paris’te, Noel arifesinde başlayan dokunaklı bir aşk hikâyesini konu alıyor. Bohem hayatı yaşayan bir grup arkadaş, geçimlerini sanat eserleri yaratarak kazanıyor. Şair Rodolfo, terzi Mimì’ye âşık; ressam Marcello’nun ise şarkıcı Musetta ile çalkantılı bir ilişkisi var. Her şeye rağmen iki çift de mutlu oldukları zamanlarda birlikte hayatın ve aşkın tadını çıkarmaya çalışıyor. Ancak Mimì’nin sağlık durumunun oldukça kötü olduğu anlaşılınca Rodolfo, onun bu hastalıktan öleceğini kabullenmekte zorlanıyor. Rodolfo ve Mimì ayrılıyor, aylar sonra Musetta, Mimì’nin durumunun ağırlaştığını fark ederek onu Rodolfo ve Marcello’nun yaşadığı eve getiriyor. Rodolfo hemen onu içeri alıyor ve iyileşmesi için elinden geleni yapıyor. Ancak artık çok geçtir. Birbirlerine aşklarını ilan ettikten kısa süre sonra Mimì hastalığına yenik düşüyor. Bestelenişinin üzerinden 129 yıl geçmiş olmasına rağmen güncelliğini koruyan bu eser gençliğin ateşini, aşkın acısını ve müziğin sonsuzluğunu aynı sahnede buluşturarak hayatın tüm renklerini izleyiciyle paylaşıyor. İtalyanca seslendirilen eseri rejisör Yiğit Günsoy sahneye koyarken, İstanbul Devlet Opera ve Balesi Orkestrası’nı İbrahim Yazıcı yönetiyor. Temsillerde ‘Mimì’ rolünde Ayten Telek, ‘Rodolfo’ rolünde ise Burak Dabakoğlu sahne alıyor.
19. yüzyıl Paris’inin bohem dünyasında geçen dokunaklı bir aşk ve dostluk hikâyesini anlatan “La Bohème”, 22-26-27 Kasım ve 13-17-20 Aralık tarihlerinde AKM’deki Türk Telekom Opera Salonu’nda sahnelenecek. Yeni Şafak Pazar olarak; rejisör Yiğit Günsoy’un yanı sıra ‘Mimì’ rolünü canlandıran Ayten Telek ve ‘Rodolfo’ rolündeki Burak Dabakoğlu ile konuştuk.
Dostluk ve aşk ön planda
Rejisör Yiğit Günsoy, “Puccini bestesini yaparken bir tiyatro rejisörü gibi her şeyi çok net biçimde belirtiyor. Ben de Puccini’ye sadık kalarak klasik şekilde sahneledim. İnsan duygularını, dostluğu ve aşkı ön plana çıkardım” ifadelerini kullanıyor. Günsoy, izleyicide öncelikle bir nostalji duygusu uyandırmayı amaçladıklarını belirterek, “Her eserde birkaç cümle vardır ve bir rejisör için bu cümleler eserin iskeleti, omurgasıdır. Onun üzerinden yola çıkarak her şeyi sahneye koyarsınız. La Bohème’in ikinci perdesinde bir laf vardır: ‘Ütopya ve yanılgıların o güzel yaşı! İnanırsın, ümit edersin ve her şey güzel görünür.’ Her şeyin mümkün göründüğü, hayatın bir ütopyadan ibaret olduğu gençlik dönemini anlatır. Hepimiz o dönemi yaşadık, ardından hayatın gerçekleriyle karşılaştık. Bu, izleyiciyi yaşına bakmaksızın o döneme götürüyor” diyor.
1800’lerden bugüne duygular hiç değişmedi
La Bohème’in bugün hâlâ aynı güçle izleyiciye temas etmesinin sebebini “Puccini, gelmiş geçmiş en büyük İtalyan bestecilerden biri ve 12 operasının en az 9’u her yerde sahneleniyor, çalınıyor, kayda alınıyor. Bu da onun büyüklüğünü gösteriyor. La Bohème de aslında çok güncel bir konu. Hikâye 1800’lü yılların ilk yarısında geçiyor ama o günden bugüne hiçbir şey değişmedi. Çünkü insan hâlâ duygularıyla ve var olma problemleriyle uğraşıyor. Paris’te sanatçı olmak isteyen dört genç sanatkârın parasızlıkla, soğukla boğuşması ama tüm bunların yanında çok güçlü bir dostluklarının olması ve tabii ki aşk… Bütün bu temalar bugün de aynı şekilde geçerli. Her ülkede, her dönemde karşımıza çıkan çok evrensel bir konu” sözleriyle açıklıyor.
Ayten Telek: Mimì naif ve sade bir karakter
Ayten Telek canlandırdığı Mimì karakterini, “Mimì, naif, sade ve basit yaşayan bir kız. Paris’te bohem bir hayat sürüyor ama fakir olduğu için küçük bir odada yaşıyor. Terzilik yapıyor, zengin sosyete kadınlarına kıyafet dikiyor ve küçük el yapımı çiçekler yapıyor. Bu çiçekleri satmak için değil, kendine huzur vermek için, adeta bir hobi olarak yapıyor. Aynı zamanda onları kostümlerde kullanıyor. Ayrıca Mimì çok hasta; o dönemin koşullarında yaşam ve beslenme şartları zor olduğu için bu hastalık ciddi ve ölümcül. Bilmiyor, farkında değil. Romantik bir kızcağız, yalnız olduğu için hayatına katacağı birini arıyor. Çatı katında yaşayan genç sanatçı ekibinden şair Rodolfo’ya âşık oluyor” şeklinde anlatıyor. Telek, kendisini en çok etkileyen sahneyi ise şöyle paylaşıyor: “Ölüm sahnesi tabii ki. Artık ölüm aşamasında. Mimi, içindeki duyguları özgürce ifade ediyor, günlük hayatta yapamadığını son anlarında yaşıyor. Bu sahne melodik ve dramatik açıdan gerçekten çok güçlü.”
Burak Dabakoğlu: Rodolfo romantik ve eğlenceli
Burak Dabakoğlu ise “Rodolfo” rolünü “Karakterim bir şair. Biraz romantik, biraz da eğlenceli bir adam. Arkadaşlarıyla birlikte çok zor şartlar altında yaşıyor. Yazdığı şiirler ve yazılarla geçimini sağlamaya çalışıyor. Çatı katında yaşıyor, kış günlerinde oldukça üşüyor. Ardından Mimi ile tanışıyor ve hayatı aşkla birlikte çok güzel bir şekilde ilerliyor, ancak ne yazık ki finali kötü bitiyor. Bu, karakterin döngüsünü özetliyor” sözleriyle anlatıyor. “Şartlar ve durumlar ne olursa olsun arkadaşlık ve aşkın her alanda var olmaya devam ettiği mesajını vermek istedik” diyen Dabakoğlu, en çok heyecanlandığı sahneleri ise şöyle anlatıyor: “Üçüncü perde aslında çok daha dramatik. Ben dramatik hikâyeleri seviyorum. Bu perde beni çok etkiliyor. Tabii operanın finali de… Mimì’nin öldüğü sahne, tiyatro açısından gerçekten çok gerçekçi ve etkileyici.”