Ayasofya’ya dijital yolculuk

Ayasofya Tarih ve Deneyim Müzesi, Ayasofya’nın bin 700 yıllık mirasını artırılmış gerçeklik, video mapping ve dijital enstalasyonlarla ziyaretçilere sunuyor. Müzenin sergi salonunda ise; Fatih Sultan Mehmet’in Vakfiyesi, Ayasofya Camii Minber Sancağı, İsa ve Meryem İkonaları gibi 300’e yakın eseri görmek mümkün.

Dilber Dural
Ayasofya Camii içinde yer alan tek Seraphim’in yüzünü örten “Bronz Madalyon” gibi nadir eserler de müzede sergileniyor.

İstanbul, yüzyıllar boyunca pek çok medeniyete ev sahipliği yapmış, adeta bir açık hava müzesi. Bu büyüleyici şehrin en önemli yapılarından biri de hiç şüphesiz Ayasofya. İhtişamlı kubbesi, tarihi dokusu ve mistik atmosferiyle hem yerli hem de yabancı ziyaretçilerini büyüleyen bu eşsiz yapı hem cami hem de kilise olarak hizmet vermiş ve her dönemin izlerini taşımış. Geçtiğimiz hafta Ayasofya’nın bin 700 yıllık geçmişine daha yakından tanıklık etmek için, Ayasofya Camii’ne sadece birkaç dakika uzaklıkta, Sultanahmet’teki Defter-i Hakani Nezareti binasında yer alan Ayasofya Tarih ve Deneyim Müzesi’ni ziyaret ettik. Kültür ve Turizm Bakanlığı himayesinde, DEM Müzecilik tarafından hayata geçirilen Ayasofya Tarih ve Deneyim Müzesi 58 dijital tasarım artisti, 4 sahne tasarım artisti, 8 ressam, 7 farklı besteci ile 8 müzisyen tarafından tasarlanmış. Ayasofya’nın Bizans’tan Osmanlı’ya uzanan bin 700 yıllık mirasını artırılmış gerçeklik, video mapping ve dijital enstalasyonlar gibi en son teknolojilerle sunan müze, 13 salondan oluşuyor ve 23 farklı dil seçeneği sunuyor. Her dil için o kültüre ait tanınmış sesler kullanılırken, Türkiye’den ziyaretçiler için ise ünlü sanatçılar Selçuk Yöntem ve Gülen Karaman’ın anlatımlarıyla tarihe tanıklık etme fırsatı sunuluyor.

Yolculuğun ilk durağı Bizans

Müze turu, Bizans İmparatorluğu’nun görkemli dönemine adım atarak başlıyor. Perdeler arasından geçilerek ulaşılan deneyim alanında, ziyaretçilere Ayasofya’nın şehre kattığı anlam ve tarihçesi iki büyük ekranda anlatılıyor. İmparator Konstantin’in kurduğu Konstantinopolis’in doğuşunu ve Ayasofya’nın ilk temellerinin atıldığı anlar izlenirken, bugünkü Ayasofya’nın ise İmparator I. Justinianus döneminde, 537 yılında tamamlandığı anlatılıyor. O dönemde dünyanın en büyük kubbesine sahip olan bu yapı, Bizans’ın gücünü ve ihtişamını simgeliyor. Bu tarihi an, müzedeki projeksiyonlar ve sesli anlatımlarla dramatik bir şekilde sunulurken, şehrin kurucusu Konstantin’den Ayasofya’nın mimari dehasının arkasındaki isimlerden biri olan Matematikçi İsidorus’a kadar birçok tarihi figürün hikâyesi canlandırılıyor. Özellikle İsidorus’un eşsiz mimari zekâsının ürünü olan devasa kubbe, teknolojik projeksiyonlar sayesinde adeta gözler önünde yükselerek ziyaretçilere Ayasofya’nın görkemli geçmişini birebir hissettiriyor.

Hadis Kapısı’ndan geçerek Osmanlı’nın izleri görülebilir

Bizans bölümünden sonra Osmanlı bölümüne geçişte ise ziyaretçileri Hadis Kapısı karşılıyor. Kapının üzerinde, Peygamber Efendimizin (sav) İstanbul’un fethiyle ilgili söylediği hadis-i şerifi yer alıyor: “Konstantin elbet fethedilecektir. Onu fetheden komutan ne güzel komutan, onu fetheden ordu ne güzel ordudur.” Ziyaretçilere, Fatih Sultan Mehmet’in Ayasofya’ya girip secdeye kapandığı o an, müzedeki görsel ve işitsel canlandırmalarla adeta yeniden yaşatılıyor. Duvarlarda yankılanan ezan sesi, Ayasofya’nın camiye dönüştürüldüğü o kutlu günü hatırlatıyor. Hadis Kapısı’ndan geçtikten sonra ziyaretçiler, Fatih Sultan Mehmet’in Ayasofya’yı nasıl göz bebeği haline getirdiğini ve Osmanlı padişahlarının bu kutsal yapıya nasıl katkı sağladığını öğrenebiliyor. Osmanlı dönemindeki Ayasofya’nın evrimi, her padişahın bu esere yaptığı katkılarla birlikte görsel ve işitsel deneyimlerle aktarılıyor. Farklı birçok odadan oluşan deneyim alanında, Ayasofya’nın inşa süreci, karşılaşılan zorluklar ve onarım çalışmaları gibi konular da detaylı bir şekilde ele alınıyor. Ayrıca yapının onarımında ilk günden bugüne kimlerin emek verdiği, hangi dönemlerde neler yapıldığı detaylarıyla aktarılıyor. Elbette bu hikâyenin en büyük kahramanlarından biri de Mimar Sinan. Onun mühendislik dehası, devasa kubbenin yüzyıllar boyunca ayakta kalmasını sağlamış. Müzede Sinan’ın mirası, mapping tekniğiyle hazırlanan 12 bin küpten oluşan devasa bir enstalasyonla ziyaretçilere sunuluyor.

Ayasofya’nın eserleriyle zenginleşen sergi salonu

Tüm bu görsel ve işitsel şölenin ardından sıra, tarihi eserlerin sergilendiği salona geliyor. Ayasofya’nın 4. yüzyıldan günümüze kadar uzanan macerası 4 ayrı bölümde gözler önüne seriliyor. Müze yapının kilise, cami, müze ve tekrar cami olarak geçirdiği tüm dönemleri, 300’e yakın eserle ziyaretçilere sunuyor. Kronolojik olarak sunulan eserler arasında mabedin damgalı tuğlalarından, mozaiklerinde kullanılan malzemelere, hat levhalarından, tarihi tablolara kadar farklı türlerden çok sayıda orijinal parça yer alıyor. Özellikle Ayasofya-i Kebir Vakfı’nın hukuki statüsünü belirleyen ve vakfın nasıl yönetileceğini ayrıntılı şekilde açıklayan Fatih Sultan Mehmet’in yazdırdığı “Vakfiye”, Osmanlı Devleti’nin her yıl Mekke ve Medine’ye gönderdiği hacı kafilesine ait “Ravza-i Mutahhara” örtüsünden yapılmış “Ayasofya Camii Minber Sancağı”, binlerce yıllık tarihe ayna tutan “İsa ve Meryem İkonaları” ve Ayasofya Camii içinde yer alan tek Seraphim’in yüzünü örten “Bronz Madalyon” gibi nadir eserler de müzede sergileniyor.