Sinemanın muhatap olduğu kişiye (İzleyici değil, evet. Sinemayı muhatap alan ve sinema tarafından muhatap alınan kişi) sağladığı zemin ve açtığı kapılar, modern insanın yaralarının ve arazlarının ilacı olabilir. Kendini tanıma noktasında insanın içsel yolculuğunu destekleyen filmler, doğru hikaye ve yöntemle hayata geçtiğinde insanın karşılaşabileceği bütün pencereleri sonra kadar aralar.
Ruh, sezgi, muhatap alma gibi kavramlar yan yana geldiğinde yaşayan sinemacılar arasında ilk akla gelen kişilerden biri Japon yönetmen Hayao Miyazaki. Anime türünün de babası sayılan Miyazaki, uzun süredir beklenen filmi ile karşımızda. Çocuk ve Balıkçıl isimli film vizyona girdi.
ANİME EVRENİNDE AYNI DOKUNAKLI ÇOCUKLUK
Kurduğu evrenler ve fantastik dünya oluşturmasına rağmen duygulu ve sahici tarzıyla bilinen Miyazaki yine kendinden bekleneni yapmış. Bu defa hikayenin temelinde Mahito var. Her filminde olduğu gibi Miyazaki yine bir çocuğun hayal dünyasının peşinden koşmuş. 12 yaşındaki Mahito, annesinin ölümü sonrası babasıyla başka yere taşınır ve “yeni annesi” ile tanışır. Tam da bu noktadan sonra çocukluğun fantastik potansiyeliyle Miyazaki’nin içindeki çocuğu koşturduğu sahada toplar sekmeye başlar. Yeni taşınılan yerdeki gizemli orman, terk edilmiş kule ve buradan geçince ortaya çıkan yeni bir ‘Miyazaki Evreni’.
Kapılar, ışıklı yollar, karanlıklar, hayvanlar, bulutlar, su, gökyüzü, tahta ve gözyaşı… Miyazaki dendiğinde eserlerinde kesinlikle karşılaşacağımız unsurlar bunlar. Her birinin elbette yönetmen ve beslendiği Japon kültürü açısından anlamı var. Fekat daha geniş çerçevede Miyazaki’nin kurduğu evrenlerin her insana dokunan, her kültürden beslenen, her renkte kendini var eden bir yapısı söz konusu.
2 saatlik süresiyle uzun olarak değerlendirilebilir. Ancak hikayenin akışı, malzemelerin kıvamı, çocuksu dokuların sahiciliği ile süreyi hissetmiyorsunuz. Bir ressamın elinden çıkmış gibi dokunaklı çizgilerle senaryonun getirdiği hareketlerin yumuşak tavrı damağınızda hoş bir tat bırakıyor.
İHTİYACIMIZ OLAN ŞEYLERİ HATIRLATIYOR
Tam da şu zamanda… İnsanın insana yaptığından ötürü insanlığımızı yeniden sorguladığımız dönemde Miyazaki’nin devreye girmesi mühim. İnsanlığın Miyazaki’ye ve yaklaşımına ihtiyacı var. Savaşların kıyısında, Filistin’deki soykırımın karşısında kalarak sadece izlediğimiz ya da insanlık ailesi olarak bir şey yapmadığımız şu günlerde, insanın ruhuna dokunan ve insan ruhuna çocukluk duygularıyla yolculuk eden filmlere ve bu filmlerin söylediklerine ihtiyacımız var.
Haz ve hızın hüküm sürdüğü bu dünyada sakinleşmeye, duyguya ve ruha dönmeye ihtiyacımız var. Bir çocuğun hayal dünyasından yola çıkılsa da aslında herkesin, hepimizin dünyasına varış söz konusu. Tam da bu sebepten, tam da bu zamanda bu tarz filmlere daha çok ihtiyacımız var…
Miyazaki’nin en önemli özelliklerden biri filmlerinde Japon kültürünü vazgeçilmez bir doku olarak kullanmasıdır. Tam da bu açıdan “Japon yönetmenlerin en Japonu” diye adlandırılan Yasujiro Ozu’nun kokusunu yansıtıyor. Filmleri mutlaka zamansız yerlerde ama eskilerde geçer, Miyazaki’nin… Şehir de olsa köy de olsa Japon kültürü mekandan kıyafete kadar her açıdan kendini hissettirir.
Ve tam da bu zamanda… Ailenin öneminin arttığı, aile olgusunun küresel saldırıya maruz kaldığı dönemlerde Miyazaki’ye ve filmlerine daha çok ihtiyacımız var. Zira ütün filmlerinde aile çok önemlidir. Japon kültürünün zeminini oluşturan unsurlardan olan aile ve saygı ve merhamet olguları hep ağırlıklı yer tutar. Çocuk ve Balıkçıl’da da annesinin özlemiyle, kurulan yeni ailesini kabullenmekte zorluk çeken çocuğun izinde aynı vurguyu görüyoruz.
İnsanlığın her daim ihtiyacı olan hassasiyet, duygu, nezaket, merhamet gibi duygu ve olguların sinema ve filmlerle hayatta kalması ya da en azından hatırlatılması mümkün. Hatırlamak ve hatırlatmak ve dahası yaşatmak için; iyi ki böyle filmler ve yönetmenler var…