Cumhuriyet dönemi mevleviliğinin satır aralarından notlar

Nezih Uzel ismi, bir yanda gazeteci kimliği, diğer yanda musikiye olan vukufiyeti ve kudümzenliği ve son dönem Mevlevîliği’nin temsilcileri ile olan bağı ve o çevrede olmanın kazandırdığı tasavvuf ve tekke kültürü dolayısıyla pek çok hususiyeti içinde barındıyor.

Kamil Büyüker
Nezih Uzel.

30 Kasım 1925 tarihinde tekke, zaviye ve türbelerin kapatılması ile birlikte tasavvuf kültürü, kişi, kurum ve müesseseleri ile yer altına çekildi. Şu anda sadece folklorik bir gösteriye indirgenen Mevlevilik de bu dönemde büyük bir yara aldı. Bu tarihi süreçte sembolikte olsa Mevlevî ayin ve ihtifallerinin devamı için 1953 yılını görmek gerekecekti. O tarihlerden 2012 yılında vefatına kadar son dönem Mevlevi kültürünün tanıklarından birisi olan Nezih Uzel’in otobiyografik metinleri ve gazete tefrikaları Bir Cumhuriyet Mevlevîsi (Ketebe yay. 2024, 180 s.) ismiyle bir araya getirilerek yayımlandı. Melih Sâdık Küçüker’in yayına hazırladığı eser, merhum Nezih Uzel’in kendi blog sitesi https://nezihuzel.net/ adresinde yayımlanmış yazılarından ve Mehmet Şevket Eygi’nin Büyük Gazete’sinde 1976-1978 tarihleri arasında tefrika edilmiş portre yazılarından oluşuyor. Kitaba ismini veren Bir Cumhuriyet Mevlevîsi başlıklı bölümde yer alan yazılar ise merhum Uzel’in bir kısmı müsvedde halde bulunan, bir kısmı da blog adresinde neşrettiği uzun metinden oluşmakta.

Nezih Uzel ismi, bir yanda gazeteci kimliği, diğer yanda musikiye olan vukufiyeti ve kudümzenliği ve son dönem Mevlevîliği’nin temsilcileri ile olan bağı ve o çevrede olmanın kazandırdığı tasavvuf ve tekke kültürü dolayısıyla pek çok hususiyeti içinde barındıyor.

HAYATI DEĞİŞTİREN YOLCULUK

Nezih Uzel’in hayatını değiştiren ve sonrasında bütün bir hayat çizgisini üzerine inşa ettiği hadise 1956 yılında Galatasaray Lisesi son sınıf öğrencisi iken Mevlana’yı anma ihtifalleri için Haydarpaşa’dan Konya’ya gitmesi ile başlıyor:

“1956 yılının başlarında okulun son sınıfındayım. Rahmetli tarih hocamız değerli insan Halit Sarıkaya bir gün derste bana “herkes Konya’ya gitti sen daha ne buralarda duruyorsun?” dedi. (s.16) Daha sonra izin için müdürün yanına giden Uzel, müdür beyin “Edebiyat hocan razı olursa gönderirim” demesi üzerine Edebiyat Hocası Zahir Güvemli’den bir yazı alır. Yazı da şu ifade yer alır: “Nezih Uzel tasavvufa meraklıdır. Yunus Emre ve Mevlânâ’yı okur… Konya’ya gitmesi gerekir.” (s.17)

Nezih Uzel, 1956 yılında Konya’ya yaptığı bu seyahat neticesinde matbuat âlemine giriş kapısını açan Refi’ Cevad Ulunay ve İstanbul Radyosu’na kudumzen olarak girmesine vesile olan Neyzen Ulvi Erguner ile tanışır. Tanıdığı zevattan daha sonra muhitine dâhil olduğu en önemli isim ise Özbekler Tekkesi Şeyhi Necmeddin Özbekkangay’dır. Özbekler Tekkesi ve Tekke etrafında oluşan kıymetli muhit, Uzel’in hayatını şekillendiren en önemli unsurlardan bir tanesidir. Zira kitabın üzerine inşa edildiği metin ve isimler, hep bu mekânla ve Necmeddin Efendi ile irtibatlı.

ÖZBEKLER TEKKESİ’NİN BEREKETİ

Nezih Uzel’in ajandasında yer alan kimi isimleri kitapta görebiliyoruz. Derviş Tufan Efendi, Üsküdarlı Nazif Efendi, Hafız Ali Üsküdarlı, Necmeddin Okyay, Yusuf Fahir Baba, Midhat Bahari Bey, Ulvi Erguner, Sadeddin Heper, Selman Tüzün, Cemaleddin Server Revnakoğlu bunlardan bazıları… Ancak Nezih Uzel’in hayatında önemli bir yer işgal eden isim Özbekler Tekkesi Şeyhi Necmeddin Efendi’dir. 1956 yılında Konya’ya Mevlana ihtifaline geldiğinde Başak Oteli’nde kalan Ulvi Erguner, bir gün “gel seni biriyle tanıştıracağım” der. Otelin ikinci katında girilen odada kahverengi yelekli herkesin hürmet ettiği bir adamın olduğunu naklediyor. Ulvi Erguner, “Özbekler Tekkesi Şeyhi Necmeddin Efendi… Öp elini…” der. Nezih Uzel elini öper, Necmeddin Efendi “ömrün çok olsun” diye duada bulunur. Sonra Şeyh Efendi orada yarım bardak suyu kendisine uzatarak “iç” der. Uzel, suyu itirazsız içtiği için Erguner kendisine “derviş oldun” demiştir. Tekke’nin ondan sonra hep müdavimi olan Uzel, otuz yıl burada olan güzelliklere şahitlik etmiştir. Kendi ifadesiyle “1957 yılında kapısını açtığım bu dergâhın bahçesindeki ağaçların kırk beş yıl arka arkaya yeşerip çiçeklendiğini gördüm. Ta ki Ertegün’ün tamirine kadar… Sonra çiçekler açtı mı? Bilmiyorum…” (s.45) 1971 yılında Şeyhin vefatına kadar 15 yıl hiç yanından ayrılmayan Uzel, kendisinden “hizmet” icazeti alıyor. Bunu da “irşad” icazeti zannedenlerin yanıldığını da dile getiriyor. Kendisinin ifadesiyle “Allah kullarına, Allah için hizmet etmek, irşatların en makbulü, icazetlerin en şereflisi imiş” der.

“ŞARKI SÖYLEDİLER ARADA ALLAH ALLAH DEDİLER…”

Nezih Uzel’in kitapta sıklıkla dile getirdiği husus yeni kurulan devletin yasaklarla işe koyulup, koca bir tasavvufi birikimi yok saymasıydı. Bu durum 50’li yıllara kadar devam etmiştir. Özellikle ihtifallerin tekrar başlaması çok sancılı bir süreçtir. Zira “devir yasaklama devirlerinin devamı, yönetim, yönetimlerin en gaddarıydı.” Bu durumda ikili üçlü, dörtlü beşli şekilde sahneye çıkılmalıydı. Kendi kendilerine “ayin” yapacaklar ama dışarıya karşı “gösteri” diyeceklerdi. Kendi hislerini, duygularını, yüzlerce yıllık birikimlerini ortaya serecekler, dışarıya “turistik şov” yapacaklar, “ibadet” derecesinde ciddi ve yoğun program olacak, yönetim ise onları yabancılara karşı “laik Cumhuriyetin artistleri” diye sunacaktı. (s.47) Bütün bu seremoninin başında ise Necmeddin Efendi vardı ve tüm bu dengeleri gözetmek zorunda idi. 1957 yılının aralık başında, yaşayan son Mevlevi ailelerin de katıldığı Haydarpaşa tren istasyonundan kalkan tren ve aralarında Niyazi Sayın, Halil Can, Hayri Tümer, Kani Karaca, Sadeddin Heper, Ulvi Erguner, Gavsi ve Resuhi Baykara gibi çok kıymetli isimlerin bulunduğu ihtifal icra heyeti kusursuz bir ihtifal programı gerçekleştirirler. Bu ihtifal “Cumhuriyetin İlk Mevlevîleri”nin sırtlarında hırka isimli siyah cübbeleri ve başlarında keçe külah sikkeleri ile yaptıkları tarihi bir programdır.

Bu dönemin yasaklı yılların başlarında yaşanan hadise ise ibret vericidir. Necmeddin Efendi’nin tekkede yapılan zikir, meşk ya da icra faaliyeti sonrasında ifadesi alınır. Denir ki “şarkı söylemişsin arada Allah Allah demişsin” Kendi evinde, evkaftan kalan tekkesinde yapılan Allah demeye ruhsat vermeyen sistemden çıkılsa da şeyh efendi kimi zaman yarı şaka yarı ciddi “burası tekke burada Allah denmez” der, bıyık altından gülermiş. Nezih Uzel’e ve evvel giden tüm zevat-ı kirama rahmet olsun.