Galeri Diani, duayen ressamları ele alacağı seri sergilerin ilkine Gülseren Südor’un kişisel sergisi “Timeless&Spaceless” ile başlıyor. Serginin küratörlüğünü, sanatçının bir yıl önceki retrospektif sergisinde de birlikte çalıştığı Telga Südor Mendi üstleniyor. Kendini bir zaman gezgini ve zaman kaydedicisi olarak da tanımlayan Gülseren Südor, sergiye bu kez yaşamının farklı bir dönemini ele alarak hazırlık yaptığını belirtirken, “Öz yaşam öykümü yazar gibi, oluşturduğum bu sergimde; İnsanlığın geçmiş ve gelecek güncel yaşamında doğanın varlığının etkilerini ve yine insanoğlunun doğanın üzerindeki olumlu/olumsuz etkilerin irdeledim” diyor. Yaşamdan ve doğadan ilham alan yapıtlarından oluşan son sergisi vesilesiyle Gülseren Südor’la konuştuk.
n 2023’teki retrospektif serginiz “Zamanlar ve Katmanlar Arasında”, 60 yıllık sanat hayatınızı yedi döneme ayırarak izleyiciye sunuyordu. Üzerinden iki yıl geçti ve şimdi “Timeless&Spaceless” başlığıyla sanatseverlerin karşısındasınız. Bu başlığı seçmenizdeki çıkış noktası neydi?
2023’te Metrohan’da açılan “Zamanlar ve Katmanlar Arasında” adlı retrospektif sergimin ardından hiç duraksamadan her zamanki gibi büyük bir hevesle çalışmalarıma başladım. Son bir yılda ise başka bir yol izleyerek belleğimde varolan imgelerden yola çıkarak hiç bir zaman dilimini ya da mekânı işaretlemeden, bir aidiyet duygusu katmadan, içimden geldiğince yapıtlarımı üretmeye çalıştım. İşte tam da bu noktada 60 yıllık sanat üretimimin tersine ‘zamansızlık ve mekânsızlık’ kavramlarını kullandım. Duygusal ve düşünsel çıkış noktam budur.
Doğa hiçbir sanatçının erişemeyeceği kadar renkli
Zaman ve mekân kavramlarının sonuca bağlanmadığı özerk kompozisyonlar... Bu açık uçluluk sizin için ne ifade ediyor?
Doğadan aldığım esin kaynakları sanat yaşamım boyunca hem ustam hem yol gösterenim oldu. Çünkü dünya varolduğundan beri doğanın değişmeyen kuralları hiçbir görsel sanatçının erişemeyeceği kadar renkli, değişken bir yapıdadır. Örneğin aynı cins ağacın dallarını, yapraklarını, çiçeklerini dikkat ile incelediğimizde ne denli farklılıklar içerdiklerini ancak (belli kurallar içinde) görebiliriz. Doğanın her nesnesi, her canlısı, biricik yani kendine özgü ise yapıtlarımda da doğanın o güzelim parçalarını, yaşamın içinden beni etkileyen olay ve renklerini, belleğinimin havuzunda harmanlayıp insan yapımı nesneler ile birlikte sunmayı hedefledim. İzleyenlerin yapıtlarıma baktıkları zaman beni aradan çıkartarak, kendilerince yeni çözümler, sonuçlar, sorular oluşturacak kompozisyonlar kurarak, akıl tutulması değil akıl jimnastiği yapmalarını istedim. Bu nedenle her şeyi ile çözümlenmemiş durağan değil, hareketli kompozisyonlar kurgulayarak zaman ve mekân kavramlarının uçlarını açık bıraktım.
Bir kadın sanatçı olarak çok şanslı idim
Son zamanlarda sanatçı çiftler için ortak sergiler açıldığını görüyoruz. Bu sergiler genellikle erkek sanatçının gölgesinde kalan kadın sanatçıları yeniden görünür kılma amacı da taşıyor. Sizin de uzun yıllar sanat ve aşkla dolu bir evliliğiniz oldu. Sanatçı çift olmanın yaratıcılık sürecine ve bireysel üretime etkisini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Açıkçası kadın-erkek sanatçı ayrımını sevmiyorum. Sanatçı, sanatçı kimliği ile var olur. Yalnız zannetmeyin ki bizim ülkemizde durum böyle. Yüzyıllardır her zaman kadınlar dünyanın her yerinde resim, heykel yapmışlardır. Örneğin Batı sanatının mihenk taşı olarak bilinen İtalya’daki kimi çok tanıdığımız büyük ustaların resim ve heykellerini ya eşlerinin ya kızlarının ya da başka kadın yardımcılarının katkıları veya birebir onların yapıtlarıdır. Bunlar sanat tarihinin irdelemesi gereken konular. Ülkemize geldiğimizde… Benim 60 yıllık sanat yaşamımın süresince gördüklerimden, yaşadıklarımdan yola çıkarak şunları söyleyebilirim: Gerçekten, maalesef eril sanatçıların bir bölümünün egoları hep üstün olmak ve kadınlara yönelik üstünlük sağlamak amacına hizmet etmiştir. Ve özellikle nice kadın mesleklerini icra edemeden, yeteneklerini kullanamadan sanat dünyasından çekilip gitmişlerdir. Çok örneklerini gördüğüm bu konuda eşlerinden daha üstün eserler yaratabilenler olmuştur. Neyse ki son zamanlarda bu kırılmaz zannedilen zincir, büyük çoğunlukla kopmuş oldu. Böylelikle geçmişteki sanatçı çiftleri gençlere tanıtabilmek için (özellikle kadınları) konsept sergiler açılmaya başlandı. Bana gelince bir kadın sanatçı olarak çok şanslı idim. Eşim Teoman Südor ile akademideki öğrencilik yıllarımızdan (1966-2024) bu yana aynı atölyede çalıştık. Aynı sanatsal kaygıları, eziyetleri, çileleri ve başarıları paylaştık. Her zaman benim yanımda, arkamda tıpkı benim ona yaptığım gibi durdu. Hatta kendinden ileride olmamı öngördü ki resim yapmaya devam edebileyim. İşte bu nedenden dolayıdır ki ben şanslı tarafta mesleğime devam ettim ve ömür izin verdiği kadar da devam edeceğim. Sanatçıların ve insanların kadın ve erkek diye özellikle mesleklerde ayrılmadığı bir zaman diliminde bulunmak üzere...
Hiçbir süzgeçten geçmeden
Çini mürekkebi tarama tekniğinde ustalaşmış bir sanatçı olarak, bu teknik “Timeless&Spaceless” sergisinde nasıl bir ifade alanı yarattı?
Sanat yaşamımın başından hatta öncesinden beri en çok kullandığım teknik çini mürekkebi tarama tekniğidir. Retrospektif sergimde de ilk örneklerini özellikle sergilemiştim. Çünkü çini mürekkebi tarama esas kullandığım teknik olmuştur her zaman. Son bir yılda kendime hiç bir engel koymadan çalışmak istedim. Ve böylelikle engelsiz, hiç bir süzgeçten geçmeden kendimi ifade etme olanağı buldum.