Doğadan ilham alıyorum

“Rank SSS” takma adıyla tanınan dijital sanatçı ve motion designer Sabrina Guechetouli, “Cezayir’de doğayla iç içe büyüdüm; doğanın içinde yaşadım, onunla birlikte hareket ettim” diyor. Mavi ve yeşil tonlarını yalnızca estetik değil, hafıza, hayal gücü ve içsel yolculuğun taşıyıcısı olarak kullandığını belirten sanatçı, “Yeşil hayatı, köklenmeyi ve hafızayı simgelerken; mavi derinliği, hayal gücünü ve açıklığı temsil ediyor. Görsel dünyalarımı inşa ederken onlar bana yön veriyor” sözleriyle sanatındaki doğa ilhamını özetliyor.

Dilber Dural
Sabrina Guechetouli

Cezayir doğumlu, Dubai merkezli dijital sanatçı ve motion designer Sabrina Guechetouli, sanat dünyasında “Rank SSS” takma adıyla tanınıyor. Mimarlık ve biyoklimatik tasarım üzerine yüksek lisans yapan sanatçı, mimariyi, doğayı ve mekân algısını bir araya getirerek izleyiciyi gerçek ile hayal arasında bir yolculuğa çıkarıyor. Rank SSS, özellikle mavi ve yeşil tonlarından beslenen çalışmalarıyla dikkat çekiyor. Bu renkleri sadece estetik birer öğe değil, aynı zamanda hafıza, hayal gücü ve içsel yolculuğun taşıyıcısı olarak kullanan sanatçı, dijital manzaralarında hem tanıdık hem de yabancı hissettiren sürreal sahneler yaratıyor. Mimarlık eğitiminin kazandırdığı ölçek, ritim, perspektif ve kompozisyon bilgilerini sanatına yansıtan Guechetouli, dijital sanatı yalnızca bir izleme deneyimi olmaktan çıkararak izleyiciyi içine çeken, katmanlı ve duyusal dünyalar kuruyor. Geçtiğimiz haftalarda Atatürk Kültür Merkezi’nde (AKM) gerçekleştirilen İstanbul Dijital Sanat Festivali’nde (IDAF) yer alan Sabrina Guechetouli ile bir araya geldik.

Düşünce tarzımda ve anlatım biçimimde doğa hep merkezde

Mimarlık eğitiminiz özellikle renk kullanımı, perspektif ve mekân algınız üzerinde nasıl bir etkide bulundu?

Mimarlık eğitimi hem gerçek hem de hayalî mekânlarda yapı, derinlik ve kompozisyonu görmeyi öğretti bana. Ölçek ve ritimle izleyicinin bakışını nasıl yönlendireceğimi öğrendim. Bu temel bilgiler, dijital sanatta hareket ve formla mekânsal deneyimler oluştururken bana yol gösteriyor. Ayrıca biyoklimatik mimarlık eğitimi aldığım için doğayla tasarımın nasıl uyum içinde olabileceğini düşünmeye alıştım. Doğa, sadece bir arka plan değil; görsel mekânın temel bir parçası. Hayalî manzaralar ya da soyut yapılar tasarlarken, onların doğayla nasıl ilişkili olduğunu hep göz önünde bulunduruyorum. Bu yüzden eserlerimde mimari öğeleri, organik formlar ve kozmik bakış açılarıyla birleştirmeyi seviyorum. Hepsi yapı, çevre ve ölçek arasındaki ilişkiyi yansıtıyor.

Cezayir’de geçen çocukluk ve gençlik yıllarınız, o coğrafyanın size kattığı kültürel ve doğal miras, eserlerinize nasıl yansıyor peki?

Cezayir’de büyüdüm ve hem kişisel hem de mesleki olarak kim olduğumu orada buldum. Sanatı orada keşfettim, eğitimimi orada aldım ve üretmeye orada başladım. Hayatımı şekillendiren tüm deneyimlerim Cezayir’de yaşandı. Doğayla iç içe büyüdüm; doğanın içinde yaşadım, onunla birlikte hareket ettim. Mimarlık ve biyoklimatik tasarım eğitimiyle birleşince, dünyaya bakışım da bu temeller üzerine kuruldu. Doğa, benim için uzaktan bakılan bir şey değil; içinde yaşadığım bir gerçeklik. Bu yüzden eserlerimde sadece görsel olarak değil, düşünce tarzımda ve anlatım biçimimde de doğa hep merkezde yer alıyor.

Mavi ve yeşil köklerimi temsil ediyor

Özellikle mavi ve yeşil tonlarından beslenen çalışmalarınızla dikkat çekiyorsunuz. Mavi ve yeşil sizin için sadece birer renkler mi, yoksa daha derin anlamlar taşıyorlar mı?

Mavi ve yeşil benim için sadece renk değil. Nereden geldiğimi, köklerimi temsil ediyorlar. Akdeniz ülkesi olan Cezayir’de büyürken doğa ve denizle iç içeydim. Bu iki renk hem manzaralarda hem günlük yaşamda hem de havada hep vardı. Zamanla bu renkler benim için doğal bir görsel dile dönüştü. Mimarlık ve özellikle biyoklimatik tasarım eğitimim sırasında da mavi ve yeşil bana ilham kaynağı oldu. Yeşil hayatı, köklenmeyi ve hafızayı simgelerken; mavi derinliği, hayal gücünü ve açıklığı temsil ediyor. Bu renkleri sadece estetik için değil, taşıdıkları duygu, mekân ve ritim nedeniyle kullanıyorum. Görsel dünyalarımı inşa ederken onlar bana yön veriyor.

Doğa, mekân ve mimari… Üçü de sanatınızda belirgin şekilde hissediliyor. Bu unsurlar sizin için nasıl bir bütün oluşturuyor?

Bu üç tema, düşünme ve üretme biçimimi şekillendiriyor. Doğa bana duyguyu, huzuru ve tanıdıklığı getiriyor. Mimari ise yapıyı, bakış açısını ve karmaşayı düzenleme imkânı veriyor. Uzay ise mesafeyi, gizemi ve bilinmeyeni temsil ediyor. Sanatımda bu üç unsuru bir araya getirerek hem yere bağlı hem de sınırsız hissi uyandıran dünyalar kuruyorum. İster sürreal bir manzara ister soyut bir kompozisyon olsun; işlerimde hep tasarımla hayal gücü, ulaşılabilir olanla ulaşılamaz olan arasında bir denge kurmaya çalışıyorum.

İzleyici artık sadece bakan değil katılan biri

Bugün dijital sanat yalnızca ekranlarda değil, hayatın içine doğru da yayılıyor. Dijital sanatın, fiziksel ve dijital arasındaki sınırların giderek eridiği bu yeni döneminde, izleyicinin rolü nasıl değişiyor? Sizce dijital sanat bizi nereye götürüyor?

Dijital sanat, izleyicinin sadece bakan değil, deneyimin parçası olduğu, içine çekici bir forma evriliyor. Fiziksel ve dijital arasındaki sınırlar silikleşirken, sanat artık sadece ekranlarda değil; mimariden kamusal alanlara kadar günlük yaşama da entegre oluyor. İzleyici aktif bir katılımcıya dönüşüyor ve bu, algı biçimimizi değiştiriyor. Araçlar değişse de amaç aynı: İnsanı esere yaklaştıran, düşündürücü ve dönüşüme açık mekânlar yaratmak.

Derdim gerçeklikten kaçmak değil

Sürreal ve gerçekliği harmanlayan eserlerinizde hayal ile gerçek arasındaki dengeyi nasıl kuruyorsunuz?

Sanatımdaki sürreal etki, tamamen hayal ürünü dünyalar kurmaktan değil; gerçek dünyadaki unsurları alışılmadık şekillerde bir araya getirmekten doğuyor. Gerçekte var olan formları, nesneleri ve mekânları kullanıyorum; sonra bunların anlamını ölçek, derinlik ve bağlamla oynayarak değiştiriyorum. Örneğin, bir astronotu doğanın tam ortasına yerleştirebiliyorum. İkisi de tanıdık ama bir arada olmaları izleyicide bir gerilim ve belirsizlik duygusu oluşturuyor. İşte bu noktada sürreal atmosfer ortaya çıkıyor. Gerçekliğin kontrollü bir şekilde bükülmesiyle hem yapısal hem de yoruma açık sahneler oluşturuyorum. Benim derdim gerçeklikten kaçmak değil; tam tersine, onu nasıl algıladığımızı sorgulamak.

Eserlerim yolculuk hissi versin

Motion design ve 3D teknolojileriyle çalışırken, sizi en çok heyecanlandıran ifade aracı nedir? İzleyiciyle nasıl bir bağ kurmak istiyorsunuz?

Benim için en güçlü ifade aracı, görsel ve duygusal derinliği birleştirmek. 3D teknolojiyi izleyiciyi sahnenin içine çeken katmanlı ortamlar yaratmak için kullanıyorum. Hareket, ışığın yüzeyde dans etmesi ya da rüzgârda sallanan ağaçlar gibi detaylarla bu derinliği destekliyor. Renkler sahnenin havasını ve izleyicinin hissini belirliyor. Ama en önemlisi, gizem duygusu. Eserlerimin bir yolculuk gibi hissettirmesini istiyorum; izleyici keşfederken çocukluktaki o hayranlık duygusunu yeniden yaşasın istiyorum. Ölçek, perspektif ve sürreal kompozisyonlarla izleyiciyi hem tanıdık hem de bilinmeyen bir dünyaya davet ediyorum.