Hayat şiire hammadde oluyor

Merve Akbaş
Gökçe Özel

Gökçe Özel’in ilk kitabı İyi İşler Ustası Ketebe Yayınları etiketiyle okurla buluştu. Özel şiire bakışını anlatırken, hayatının şiire hammadde olduğunu söylüyor.

İlk eseriniz yayınlandığında neler hissettiniz?

Elbette sevinçli bir şey, mutlu oldum. Şunu da fark ediyorsun bir yandan dışındasın bu bir özne olarak mutlu olmak değil o süreci yaşarken şiirlerin ortaya çıkışı, dosyası, kapak, baskı derken bir şeyler gelişiyor sen bunu görüyorsun ama dışındasın. Tam ifade edemiyor olabilirim ama şiir bir varlık meselesi; benim için onun ontolojik bir durumu var. Mesela su diyelim. Bir yeraltı suyu dünyaya çıkmak için kendine bir yol buluyor; kendi gerilimiyle yüzeye yaklaşıyor, bir toprak çatlağı bulup oradan sızıyor ve dünyaya akıyor. Şair o toprağın yarıldığı yerdir benim için, şiir hep var şiir sudur bu metaforda yeryüzünün altında ya da üstünde her şeyden bağımsız hep var.

Kitap elime gelince baktım; benimle ilgili evet, belki benden menkul ama o kendi varoluşunda. Sanıyorum insanların anne-baba olması durumunda karşında senin kanından bir şey var ama sen yaratmadın, nihai yaratıcı sen değilsin. Bu şiirde de böyle: senin kanından hammaddesi sensin ama Allahın yaratması var orada biliyorsun.

Kitabım elime geçtiğinde de öyle bir his vardı: o formu daha önce görmedim, içine bakıyorsun içindekini biliyorsun bir yerden tanıdık ama başkalaşmış. Eser bağımsız bir varlık olarak dünyada dolaşmaya başlar.

Kitabınızı elinize alınca ilk olarak ne yaptınız?

En arka sayfadaki ithaf kısmına baktım.

Kitabınızı ilk kime imzaladınız?

Şimdi tam hatırlayamıyorum, ama muhtemelen annemedir.

Yazmaya nasıl başladınız?

Çocukluğum metafor ve imajinasyon ile geçti diyebilirim. Rahmetli babaannem ve dedem doğaya ve eşyaya canlı gibi yaklaşırdı Dersu Uzala gibi. Günlük sıradan şeylere özel adlar verirdik, şimdi düşününce gerçeküstü geliyor, bu belki benim zihnimde şiire yol açtı sanırım. Mesela babaannem ekmeği kendi yapar, toprak fırınında pişirirdi; üzerine yağ sürüp kırmızı toz biber serper, ‘Bunu yiyen kızların yanakları kırmızı olur’ derdi. Biz de aynaya koşar bakardık, gerçektende kızarırdı sanki. Sonunda kırmızı toz biberin adı bizde ‘kırmızı yanak’ oldu, hâlâ kırmızı toz biber diyemem kırmızı yanak derim. Bunun gibi bir sürü şey sayabilirim; bunlar benim şiirimin başlangıç noktasıdır. Sonra hayatın şiirine hammadde oluyor, ardından ben hayattaki basit anları da metaforize etmeye başladım, zihnimde bunları mısralaşıp içimden tekrarlardım sonra zamanla unuturdum. Hiç yazasım da gelmiyordu. Sonra bir gün nasılsa geldi.

Gece mi yazarsınız, gündüz mü?

İkisinde de ama gecede bir başkalık var, tabii. Geceyi severim. Özellikle gece iki ile üç arası sanırım garip bir zaman dilimidir; zihne bir berraklık geliyor. Bu saatlerde uyanık olan herkesin şairlik damarı atar biraz bence. Belki sonrasında sürekliliği yakalamaktır mesele. Sonra sabahın ilk ışıklarında da garip bir açıklık var; şehir uyanıyor, sen uyanıyorsun; gece bitmiş. Kendiliğinden poetik bir durum.

RÜYAMDA ŞİİR GÖRÜP UYANDIM

Defter mi, bilgisayar mı?

Defter değil. Hiç şiir defterim de olmadı. Okuduğum kitaplara bazen not alırım ama ben çok okunaksız yazarım, çoğu zaman kendi yazımı da okuyamam. Birkaç kere rüyamda şiir görüp uyandığım oldu; böyle bir gece yine uyandım yazayım hemen dedim unutmadan başucumdaki kitaba sabah baktım asla okunmuyor. Benim için en güzeli dijital.