Her yolculuk iz bırakır

Rota Bilinmez, yola çıkmanın değil, yolda kalmanın kitabı. Funda Karayel, geçici mekânları kalıcı duyguların sahnesine dönüştürüyor. Yolculuk bu kez varışla değil, fark edişle tamamlanıyor.

Arşiv.

Servet Sena Sorkun

Bazen bambaşka bir ülkeye gidip her şeye yeniden başlamak isteriz. Sevdiğimiz şehirlere, ülkelere yaptığımız seyahatlerimiz hep bu yeniden başlama hissini düşleyerek geçer. Başka bir şehirde yeni hayatımıza başlamak için yollarda olmak isteriz mesela. Havalimanları, otogarlar, tren istasyonları bizi bir duygudan diğerine sürükler. Her yeni aktarımda, aslında arafta olduğumuz tek yerin yolculuğa başladığımız an olduğunu anlarız. Yolculuğa duyduğumuz o romantik his yerini ulaşım noktalarına karışı duyulan hisse bırakır. Birçok insanla bazen vedalaştığımız bazen de kavuştuğumuz yerlere her şeye rağmen hayran oluruz. Zamanla, bir yerlere değil, birilerine doğru yolculuk yapmaya başlarız.

Gerçek şu ki, başka bir şehre gittiğimizde bir şey değişmeyecek, başka bir ülkeye, hatta başka bir galaksiye de gitsek aynı kalacak her şey. Değişimi hissedebildiğimiz tek zaman dilimi yolda olduğumuz o an olacak. Yani sabahın ilk saatlerinde yolda, otogarda, havalimanında olmaktan ötesi yok. Eğer bundan ötesinin var olduğuna inanıyorsanız, hikâyelere de inancınız tam demektir.

Gazeteci tonuyla edebi yoğunluk arasında dengeli bir çizgide yürüyen Funda Karayel’in Rota Bilinmez kitabı, TK Yayınları’ndan çıktı ve birkaç ay içinde üçüncü baskıyı yaptı. Farklı ülkelerdeki imza günlerinde ilgi gördü. Kitapta deneme ve öykülerinin ardı ardına ahenkle sıralanması, büyük fikirleri anlatıya zorlamaması ve onları sessiz rüzgârlarla metnin her noktasına yayması birçok gazetecinin köşesine de konu oldu. Dolayısıyla çağdaş öykü anlatımına yeni bir “sessiz sahne” kavramını sundu.

ARAFTA KALMANIN ESTETİĞİ

Yazar, bekleme salonlarının aynı anda hem tekdüze hem tedirgin atmosferini okura taşıyabilmiş. O atmosferde, kalabalığın ortasında yalnız kalanları iyi anlayacak, bir an kapı numarasıyla çantanızda aradığınız kimlik kartınız arasında bir çekişmeye gireceksiniz. Karayel, beklemenin gölgesinden insan hâllerini topluyor; sahiciliği, küçük ayrıntılarda buluyor. İnsanı ne tamamen yola çıkaran ne de vardığı yere kabul eden bir sınır çizgisi. Bu “arada kalmışlık” hissi, kitabın bütününe yayılan bir araftalık hissini sunuyor.

Karayel’in Rota Bilinmez’deki dili, gösterişten kaçınır; onun dili, “çok şey söylemeden çok şey ima etme”yi sanatsallaştırır. Bir gölgenin yansıması, kapı numarasının solukluğu, yürüyen bir ayakkabının tınısı. Okur, bu kırılmalarda hikâyeyi tamamlamaya çağrılır.

Kitabın çeşitli öykülerinde okurun karşısına sıkça çıkan bant, sadece bir nesne değildir — ritimdir. Bir valiz durur, sonra hareket eder; bu hareketin sessizliği, metin için bir odak noktası olmalıydı fakat bir döngü hâline gelerek okuyucuya metaforik bir alan sunar: geçmişle şimdi, gelecek ile bugün arası.

Yazar bu araftalığı dramatize etmemiş; fakat imgesel ipuçları bırakmış: fermuarın sesi, tekerleklerin haleti ruhiyesi, bantın durup başlama arası… Bu ipuçlarının toplamı, okurun belleğine sirayet etmiş.

BELLEĞİN TAŞIYICISI NESNELER

Rota Bilinmez’in en çok beğendiğim “Yabancı Gölgeler” bölümünde karakter, aktarma salonunda kafasını ondan sürekli çeviren bir kadınla karşılaşır: yüzler geçicidir, fakat yeni bir yüz, anlatıcının kendi ihtimaline, bambaşka bir dünyada olabileceği insanla karşılaşmasına vesile olur. O yüz, başka zamanlarda başka devletlerde farklı zamanlarda bambaşka hikâyelerde görünmüş olabilir. Bu iki insan, havalimanında denk gelmese belki öteki dünyada bile yan yana gelemeyebilir. Zaten yazar, bu iki yüzü karşı karşıya getirmeye göstermeye özen göstermez; konuşturmak istediklerini gölgeyle, ışıkla, siluetle duyurur. O siluet, anlatıda daha kalıcı bir iz bırakır. Bu anlatım, dikkatli düşünüldüğünde Sartre’ın varoluşçuluğunda “başkası” kavramıyla örtüşür: başkasının bakışı bizi biz yapar.

“Başkalarının Ayakkabıları” adlı öyküde ise sıradan bir eşya, insanın hafızasına dönüşür. Aşınmış topuklar, çatlamış deri, solgun bir renk — hepsi, bir hayatın izlerini taşır. Karayel bu nesneleri, birer duygu arşivine dönüştürür.

Bu yaklaşım, Gaston Bachelard’ın Mekânın Poetikası’ndaki “eşyanın belleği” düşüncesiyle kesişir. Fakat Karayel, evin değil, geçici mekânların poetikasını yazar. Havalimanı gibi geçiş alanlarında bile eşyalar bir süreklilik duygusu yaratır. Her valiz, her biniş kartı, geçmişin ağırlığını taşır. İşte bu yüzden, nereye gidersek gidelim doğduğumuz yer arkamızdan gelir. Bir bavulun içindeki eşyalar, karaktere ilaveten, okurun belleğini tetikler. Çünkü Karayel’in dili, herkesin bir valizle taşıdığı geçmişi hatırlatır. Yazar, ritmi biçimle de kurar. Cümleleri kısa, nefesli, müzikal bir doku taşır. Anlatının atmosferine vücut veren tekrarlar mekanik değildir. Bir valiz dönüp durur, ama her dönüşte başka bir şey taşır. Okur, satırlar arasında farkına varmadan aynı dairenin içinde yürüdüğünü hisseder.

HER AN BİR ÖNCEKİNE BENZER

Zamanın doğrusal ilerlemediği bu anlatım, Walter Benjamin’in “modernitenin döngüsel zamanı” kavramını da çağrıştırır. Her an bir öncekine benzer ama hiçbiri aynı değildir. Karayel’in anlatıcıları bu tekrarın içinde var olur: bir kapı numarasının önünde, bir anonsun ortasında, bir ışığın altında.

Rota Bilinmez, çağdaş Türk edebiyatı içinde arafta olabilmeyi bir estetik hâline getiren özel bir kitap. Bir ilk kitaba göre birçok hissi kusursuz sunmayı başardı. Bir yerlere değil birilerine yapılan tüm yolculukları anlamlı buluyorum, karakterlerin gelişim gösterdiği öyküler bana kısa sürede yol alabilmek konusunda hep ilham olmuştur, yazarın ikinci kitabında nasıl bir yol alacağını da merak ediyorum doğrusu.

Birkaç yıl önce editörlüğünü üstlendiğim Rota Bilinmez’in üçüncü baskı döneminde artık bambaşka bir mesleği icra ediyor olsam bile uzaktan tanıtmak, yeniden okumak ve bu sayede kendi araftalık dönemimi hatırlamak benim için çok keyifli oldu. Kısa öykü ve deneme okumayı sevenler için hiç kuşkusuz önerebilirim. Yolculuk kitabınız sizin için hazır.