“Hiçbir şeyden yılma Behçet!”

Behçet Necatigil ile Tahir Alangu’nun 1933-1953 yılları arasındaki yazışmaları “Hani Seninle Susar, Yürür ve Susardık” adıyla kitap oldu. Mektuplar Alangu ve Necatigil’in uzun ve güzel dostluğunun ipuçlarını okura veriyor.

Arşiv.

Gıyasettin Dağ

Türk edebiyatının farklı alanlarında, şiir, çeviri ve masal gibi türlerde çok sayıda eser vermiş olan iki önemli edebiyatçının okul yıllarından başlayan dostluklarının birer yansıması olan mektupları yayınlanmaya devam ediyor. Behçet Necatigil ile Tahir Alangu’nun birbirlerine yazdıkları dost mektupları “Hani Seninle Susar, Yürür ve Susardık” adıyla kitaplaştı. Serenad Demirhan tarafından hazırlanan ve bazıları ilk defa gün yüzüne çıkan mektuplar Necatigil’in Bütün Eserleri kapsamında Yapı Kredi Yayınları (YKY) tarafından basıldı.

OKUL YILLARINDAN BAŞLAYAN DOSTLUK

Necatigil’in kızı Ayşe Sarısayın kitabın girişinde yazdığı takdimde mektuplar ve kitabın hazırlanma süreci hakkında bilgi vermektedir. Bu bilgilerden anladığımıza göre Necatigil külliyatının 6. kitabı olan ‘Hani Seninle Susar Yürür ve Susardık’ Necatigil’in yakın dostu Tahir Alangu’yla 1933-1953 yılları arasında yazılmış mektuplarından oluşuyor. Necatigil ve Alangu’nun Kabataş Lisesi’nin Orta bölümünde başlayan arkadaşlıklarının uzun yıllar devam ettiği ve arkadaşlığın daha sonra edebi konularla beslenen bir dostluğa dönüştüğü görülebiliyor. Mektuplarda arkadaşların birbirlerine hayatın her alanından sorunlarını ve şikâyetlerini dile getirdikleri, beklentilerine yer verdikleri görülmektedirler. Bu beklentiler bazen bir aşk mevzusuna, bazen maddi sıkıntılara dair olurken çoğunlukla okudukları kitaplar, yazarlar, şiir önerileri, ilk yazma deneyimleri, kitap çeviriler ile ilgilidir. Alangu’nun ilgi alanı masallara kayınca zaman zaman bu alandan da bahisler görülmektedir. Öğrencilik ve öğretmenlik, zorunlu memuriyetler, askerlik gibi ayrılıkların izlerinin yer aldığı mektuplaşmalar 20 yıl boyunca sürmüştür.

Tahir Alangu

BU AKŞAM AÇIM

Eserde yer verilen ilk mektup 1933 tarihli ve Necatigil imzasını taşımaktadır. Necatigil kendisinden eser çalışmasını soran arkadaşına “Eser bir hayvan yavrusu gibi bir anda doğmaz” diyerek çalışma sürecindeki sıkıntısını anlatmaktadır. Necatigil daha sonra dilini geliştirmek amacıyla altı aylık bir bursla Almanya’ya gitmiştir. Bu dönemde mektupların yoğunlaştığını görmekteyiz. Almanya mektuplarında hasret ve özlem fazlasıyla cümlelere yansırken bir yandan da maddi sıkıntılar satırlarda yer bulmaktadır. Necatigil aldığı bursla idare etmeye çalıştığını ve çoğu zaman Berlin sokaklarında aç bilaç dolaştığını şöyle yazmaktadır: Verdikleri 100 mark aylıkla geçirmek pek müşkül. Yemek fiyatları pahalı. Hem öyle muntazaman bir yemek gördüğüm de yok. Mesela bu akşam açım. Sonra ekmek yüzüne hasretim. Haşlanmış patates ve Allah günahımı affetsin bilmeyerek lahm-i hınzır yemekten bıktım. Bu hususta dini taassubu bir kalkan gibi kullanmama rağmen biliyorum ki şimdiye kadar dana, inek eti niyetine bir haylisini mideye indirdim”.

Necatigil açlık ve parasızlık kadar Almanya’ya uyum sağlayamama ve dili tam anlamıyla çözememe korkusu yaşamakta ve burs süresi bitmeden Alman dilini çözememekten endişelenmektedir. Bu sebeple derslerin haricinde roman ve hikâye okumaya, dilini ilerletmek için özel ders almaya gayret ettiğini yazmaktadır. Necatigil her şeye rağmen edebiyattan kopmamaya, yeni yazarlar ve eserler keşfetmeye, bu eserleri tercümeye çalışmaktadır. Bu tercümelerin çoğu daha sonra yayınlanmıştır. Açlık içerisinde kıvranan bir yazarı anlatan Knut Hamsun’un ‘Açlık’ romanı bunlardan biridir.

Behçet Necatigil

DAKTİLO SİPARİŞİ

Alangu ise cevabında zorluklara katlanması gerektiğini, hiçbir şeyden yılmamasını, yaşadıklarını bir günlük şeklinde yazmasını istemektedir. Alangu bu arada daktiloyu keşfetmiş, mektuplarını acemice de olsa daktilo ile yazmakta ve dostundan Almanya dönüşü bir daktilo istemektedir. Necatigil cevabında daktilo alacak durumda olmadığını, bunun yerine epeyce kitap alabileceğini kaydetmektedir.

Mektupların en önemli özelliği şüphesiz her iki dostun okudukları, takip ettikleri, çevirmeyi planladıkları yazarlar ve eserlere dair izlerdir. Mektuplarda Hamsun’dan Gothe’ye, Dostoyevski’den Thomas Mann’a, Gide’den Stendhal’a kadar onlarca isim ve eser hakkında birbirlerine okuma ve çeviri önerilerinde bulunmaktadırlar. Alangu mektuplarından yeni yayınlanan ve Türkiye’ye gelmeyen eserlerden temin etmesini istemekte, çeviri için tavsiyelerde bulunmaktadır. Kitaptaki dipnotlarda bu eserlerin sonraki yıllardaki çeviri ve yayın süreçleri hakkında bilgiler bulunmaktadır.

Kitap ismini Necatigil’in Almanya’dan gönderdiği bir mektupta geçen ‘Hani seninle susar, yürür ve susardık’ cümlesinden almaktadır. Necatigil mektubunda dostuyla İstanbul’da yaptıkları yürüyüşlere duyduğu hasreti dile getirmekte “Ne kadar isterdim ki Beşiktaş – Ortaköy yolunda olayım. O yolda yürümenin haşmeti. Bir duvar dibinde sessiz” demektedir. Necatigil bir başka mektubunda ülkemizde yazan insanlara verilmeyen kıymete dair ilginç bir cümle kurarak şunları kaydetmektedir: “Ahmet Refik’in vefat haberini işittim. Bizde kitaplar ölümden sona kıymetlenir”.

Necatigil öğretmen olarak gittiği Kars’ta da beklediği ortamı bulamamanın, istediği gibi okuyup yazamamanın ıstırabını yaşamaktadır: “Benim bu resmi vazifem o kadar taht-ı inhisarına aldı ki bazı günler istediğim kadar bile okuyamıyorum. Getirdiğim romanları bile okumaya vakit bulamadığımı söylersem inan bana”. İkinci görev yeri Zonguldak’ta da benzeri zorluklar yaşamaktadır: “Ah Tahir, elimizi bir imkân olsa da Almanya’ya gidip bir doktora versek. Yoksa bizi burada adam yerine koymayacaklar. Bir iki masal hariç çoktan beri burada Almanca okuduğum da yok. Bu sefer elimdekini de unutmaktan korkuyorum. Vakit yok ki, çok yoruluyorum”. Necatigil görev yerlerinde edebiyat ve şiirden kopmamaya çalışmış, gazetelerde “fisebilillah” yazmış, dergilere yazılar ve şiirler yollamaya başlamıştır. Şiirlerini bir kitapta toplamayı hayal etmekte ama “Hangi parayla” diye yazmaktadır.

İki yakın dostun yazışmalarında özel meseleler de dikkate değerdir. Necatigil bir mektubunda dostuna ‘Bir evlenme meselesi var’ diyerek “Şu benim işle meşgul ol, annemle git görüş. Bana bir felsefe hocası bulmuşlar” diyerek ailesinin bulduğu gelin adayıyla konuşup düşüncelerini paylaşmasını istemektedir. Bunun sebebi elbette Zonguldak’tan İstanbul’a gelmenin masrafıdır. “Gel, konuşun diyorlar. Gelmek isterim ama sen de takdir edersin ki bu iş yüz liraya çıkar. Bir ihtimal uğruna bu yüz lirayı dökecek halde değilim”.