Neslihan Ünsal
Haritalar bir şehirde yalnızca yolları değil, zamanın ve hafızanın izlerini de gösterir. Önünden öylece geçtiğimiz bir apartmanda bir zamanlar hangi şairin yaşadığını, unutulmaz romanların hangi evlerde filizlendiğini, kalbimize işleyen dizelerin hangi pencerelerden bakılarak yazıldığını ve bir öğleden sonra köşe başındaki kahvede hangi edebiyatçıların buluştuğunu ancak kültürel mirasın izinden giden çalışmalar ortaya koyabilir. Çünkü bir şehri sadece adımlarla değil, kelimelerle de dolaşırız. “İstanbul Edebiyat Haritası” okuru yazarların izinde; Suriçi’nden Beşiktaş’a, Şişli’den Beyoğlu’na, Boğaziçi’nden Üsküdar’a, Kadıköy’den Adalar’a uzanan zengin bir edebiyat yolculuğuna çıkarıyor. Yüzlerce adresin izini sürerek titiz bir araştırmanın ürünü olan bu kitap; mektuplar, biyografiler, anılar ve unutulmuş röportajlar aracılığıyla kentin edebiyatla yoğrulmuş belleğini ortaya koyuyor. Sadece yazarların yaşadığı evleri değil, edebiyatın sosyal ve kültürel buluşma noktalarını da kapsayan bu çalışmayı yazarı, Türk edebiyatı araştırmacısı Bahriye Çeri ile konuştuk.
İstanbul Edebiyat Haritası fikri nasıl doğdu ve bu süreç nasıl ilerledi?
Yurt dışında yayımlanmış edebi kılavuz kitapları oldukça fazladır. Ama İstanbul’a dair bu tarz bir kitap yoktu. Neden İstanbul için böyle bir kitap yok sorgulamam aslında İstanbul Edebiyat Haritası fikrinin doğmasına yol açtı. İncelediğim bu tür kitaplarda -Paris şehrini örnek verecek olursam- bazen bir mahalle ele alınıp incelenmiş, bazen sadece edebiyatçıların sürekli gittiği kahveler, lokantalar tespit edilmişti. Ama şunu söyleyebilirim ki çeşit çok fazlaydı. İstanbul gibi köklü ve zengin bir edebiyat geçmişine sahip bir şehir için benzer bir rehberin eksikliği bana göre inciticiydi. Bu düşünce, şehrin edebiyatla olan bağını somutlaştırmak açısından çok önemliydi. 2009 yılında Türkiye Turing Otomobil Kurumu başkanı Uğur İbrahimhakkıoğlu, 2010 yılında İstanbul’un kültür başkenti olacağını ve bu süreçte bir çalışma yapmak istediğini belirtti. Onun önerilerini dinlerken, yurt dışındaki kılavuz kitaplardan edindiğim fikirler aklıma geldi ve projeyi birlikte gerçekleştirme kararı aldık. Bu teklif, kısa sürede yoğun bir çalışma gerektiriyordu; kitabın, İstanbul’un kültür başkenti unvanını alacağı yıl yayımlanması planlanmıştı. Ancak yoğun bir çabayla ve titizlikle çalışarak, kısa sürede başarılı bir sonuç elde ettik. İlk baskısı birkaç ay gibi kısa bir sürede tükenen kitabın yeni baskısı yapılmadı. O günden bu yana bu konuyu hiç bırakmadım. Her okuduğum romanda, hikâyede veya şiirde, birkaç satır bile olsa bir yazarın yaşadığı mahalle, oturduğu adres ya da kitabını yazarken bulunduğu mekân ile ilgili bilgi varsa not ettim. Bunları her zaman sokak sokak gezerek aradım, değişen numaraları, sokak adlarını belirledim. Yıkılan binalar, değişen sokak adları gibi çok fazla güçlükle de karşılaştım. Zaman içinde birikmiş bu bilgiler, İstanbul’un edebiyat haritasını anlatan ilk baskıdan tamamen farklı özgün bir kitap hâline geldi.
Belirli dönemlerde belirli semtler öne çıkmış
İstanbul’un farklı semtleri edebiyat tarihinde farklı dönemlerde öne çıkıyor. Bu semtler ve oradaki edebiyat üretimi hakkında neler gözlemlediniz?
İstanbul’un edebiyat tarihine baktığınızda, belirli dönemlerde öne çıkan semtler olduğunu görüyorsunuz: Kadıköy, Beyoğlu, Fatih gibi. Fatih’in her sokağı ve caddesi adeta bir edebiyat hazinesi; konaklar, evler ve yazarların yaşam alanlarıyla dolu. Kadıköy ise daha öncesinde de önemli bir yaşam merkezi ama özellikle Cumhuriyet dönemi sonrası edebi üretimi belirginleşmiş. Bu semtte yazarlar ve şairler bir araya gelmiş, yazınsal buluşmalar ve mahfiller düzenlenmiş. Beyoğlu ise 19. yüzyıl sonunda Batılılaşma hareketleri ile birlikte edebiyatın yayılmaya başladığı merkezlerden biri olmuş. Şaşırtıcı olan, bazı semtlerde edebiyat üretimi yoğun olmasına rağmen günümüzde o döneme ait yapıların çoğunun ayakta olmaması. Üsküdar örneğinde, birçok yazarın yaşadığı bilinse de mevcut konutların çoğu yıkılmış. Kadıköy ve Beyoğlu’nda evlerin daha sağlam kaldığını söyleyebilirim. Bu durum, İstanbul’un edebiyat tarihinin mekânsal hafızasının ne kadar kırılgan olduğunu ve şehirdeki edebi birikimi anlamada mekânların önemini gösteriyor.
Önce konaklarda sonra pastanelerde toplanılmış
Bazı semtler, edebiyatçılar için neden ayrı bir çekim merkezi hâlinde?
Belirli dönemlerde edebiyatçılar için adeta bir buluşma noktası hâline gelen mahfiller var. Bir dönem Fatih’teki konaklar yazarların ve şairlerin bir araya geldiği mekânlardı. Daha sonra batılı yaşam tarzının moda olmasıyla Beyoğlu ve çevresi öne çıkmış; pastaneler, oteller ve apartmanlar birer entelektüel merkez hâline gelmiş. Sosyolojik olarak, semtlerin çekim gücü yalnızca mekânsal değil, aynı zamanda sosyal ve kültürel etkileşimle de bağlantılı. Yazarlar, benzer düşünce dünyasına sahip kişilerle bir arada olmayı tercih etmiş, bu da belirli semtlerin edebi üretim açısından öne çıkmasını sağlamış. Bu dönemsel değişimler, İstanbul’un farklı semtlerinin tarih boyunca nasıl öne çıktığını anlamamıza yardımcı oluyor.
Çalışmanız sırasında yazarlar ve mekânlarına dair sizi şaşırtan durumlar oldu mu?
Safiye Erol örneği dikkat çekiciydi. Erol, eserlerinde Kadıköy’ü ayrıntılı bir şekilde tasvir etmiş ancak oturduğu ev eserlerinde anlattığı yerlerle örtüşmüyordu. Bir dönem Nişantaşı Maçka Palas’da yaşamış ama asıl Üsküdar Selimiye’de çok güzel bir sokakta yaşamış. Ama eserlerinde Üsküdar’dan bahsetmemiş. Bu benim için ilgi çekiciydi. Bunun sebebini de merak ettim aynı zamanda.
Edebiyatla şehrin etkileşimini gördüm
Edebiyatla şehir arasındaki bağ üzerine yaptığınız bu çalışma, sizin düşünce dünyanızı nasıl etkiledi?
Kitap boyunca yazarların yaşam alanlarını, oturdukları evleri ve eserlerinde anlattıkları mekânları inceledim; bu süreçte mimari hakkında çok fazla okudum; konaklar, apartmanlar, binaların yapısı ve sokak düzenleri hakkında bilgiler edindim. Bu okumalar ve gözlemler, İstanbul’un sadece edebiyatla değil, mimari ve kültürel dokusuyla da ne kadar zengin olduğunu fark etmemi sağladı. Yazarların seçtikleri mekânlar ve bu mekânların dönemsel değişimleri, edebiyat üretiminin şehirle nasıl etkileşim içinde olduğunu gösterdi.
Okurlarınıza İstanbul Edebiyat Haritası’nı nasıl deneyimlemelerini önerirsiniz?
İstanbul’u sadece bir şehir olarak değil, edebiyatın ve kültürün yaşayan bir örneği olarak görmelerini öneririm. İstanbul Edebiyat Haritası’nı okuyup bir kenara kaldırmak yerine İstanbul’u gezerken edebi bir rehber olarak yavaş yavaş okumalarını isterim. Kitabı yazma amaçlarımdan biri de yerli ve yabancı ziyaretçilerin İstanbul’u ‘edebi’ bir haritayla gezebilmelerini sağlamaktı. Okurlar, İstanbul’un farklı bölgeleriyle bağlantı kurarak edebiyatın izlerini takip edebilir, kültürel ve edebi dokusunu daha yakından deneyimleyebilir. Bu süreç hem geçmişe dair farkındalık yaratacak hem de edebiyatla şehir arasındaki bağı güçlendirecektir.