İstanbul Üniversitesi’ni kazandığımda her aday öğrenci gibi ben de Beyazıt Meydanı’na bakan o görkemli kapıdan içeri girmeyi, kampüsün bahçesinde kedilerle birlikte çimlerde oturmayı ve yemekhanenin uzun kuyruğunda arkadaşlarımla sohbet etmeyi düşlemiştim. Hatta belki Süleymaniye Camii’nin tüm ihtişamıyla görülebildiği o tarihi kütüphanede ders bile çalışabilirdim. Ancak bu hayaller yerine iletişim fakültesi öğrencisi olmanın geleneğini bozmayarak, okula pek az uğradım. Yine de üniversitenin çevresinde olduğumuz zamanlarda oturmak için bile Beyazıt Kampüse girmek hoşumuza giderdi. Güvenlikte çantamız x-ray ile kontrol edilir, öğrenci kartımızı gösterir içeri girerdik. Zaman zaman üniversitenin öğrencisi olmamıza rağmen farklı fakülteden olmamız sebebiyle kapıdan geri çevrildiğimiz de olmuştur. Bu güvenlik tedbirinin sebebi muhtemelen 7 Haziran 2016’daki Vezneciler saldırısıydı. Olay sebebiyle bir süreliğine fakülteler arası geçiş neredeyse sıfıra inmişti. Sonraki yıllarda ise geçişler yeniden kolaylaştı. Ancak yine de ana kampüsü öğrenciliğimden çok meslek hayatımda ziyaret ettiğimi söylemek yanlış olmaz. Özellikle son yıllarda halka açık düzenlenen konferanslar ve zirveler ile Beyazıt Kampüsü öğrenciler ve akademisyenlerle birlikte, bilimle ilgilenenler için de güzel bir ilim yuvasına dönüştü.
Geçtiğimiz hafta başında yeni bir gelişme yaşandı. Türkiye’nin en köklü eğitim kurumlarından biri olan İstanbul Üniversitesi, sembol haline gelen kapılarını bu kez halka da açtı. Böylece 7’den 70’e pek çok kişi hem kampüs havası alma hem de köklü tarihe sahip okulu yakından görme fırsatı buldu. Türkiye’nin ilk üniversitesi İstanbul Üniversitesi de eğitimde “Duvarsız, halk üniversitesi” anlayışının öncüsü oldu. Ben de bu kararla geçmişte öğrencisi olduğum kampüse bu kez bir etkinliğe davet edilmeden girme şansı yakaladım. Öğrencilik günlerimde olduğu gibi güvenlikte ziyaretçi kaydım yapılarak x-raydan geçtim. Sonu Rektörlük Binası’na varan yolda keyifle gezindim.
Ayrım yapmak doğru değil
“Duvarsız üniversite” tanımını gündeme taşıyan İstanbul Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Osman Bülent Zülfikar. Üniversiteli ve üniversitesiz ayrımını doğru bulmayarak bilim yuvası olan İstanbul Üniversitesi’nin kapılarının herkese açık olması fikrini savunan Zülfikar, “Rektörlüğümde birinci ayını geride bırakırken kampüste düzenlenen bir etkinlikte konuşmacı olarak salondaydım. Konuşma esnasında ekrana İstanbul Üniversitesi’nin 1865’te inşa edilen tarihi kapısı yansıtıldı. Dikkatimi çeken Beyazıt’ın simgesi haline gelen o görkemli kapılar, parmaklıklarla kapalıydı. Kendime, ‘Burada bir yanlışlık var’ dedim. ‘Bir üniversitenin kapısı parmaklıklarla kapalı olamaz. Bu acı bir şeydir. Üniversite, öğrencilerini nasıl böyle bir imajla karşılar?’ diye düşündüm” diyor. Konuyla ilgili düşüncesini senatoda dile getirdikten ve bu konuyu tartıştıktan sonra aldıkları kararı aktaran Zülfikar, “Öğrencilerimiz dar turnikelerden geçerek değil, o orta kapıdan gönül rahatlığıyla, bu ülkenin onurlu evlatları, öğrencileri olarak buraya girsinler istedik. Bu mekan onların sayesinde, onlarla beraber cıvıl cıvıl oluyor. 3-4 ay evvel aldığımız bir karar” diyor. Kampüse ilginin yoğun olduğunu belirten Zülfikar, üniversitede kendi odası dahil olmak üzere pek çok etkinlik yapıldığını, bu sayede ziyaretçilerin meşhur odaları galeri gibi gezdiklerini da aktarıyor: “Bu mekanın ne kadar muhterem olduğunu, buradaki o ruhun, dinginliğin, bahçedeki bütün mekanların onlar için olduğunu hem görmeliler hem de bunu kendi içlerinde hissedip geleceğe kendi evlatlarına taşımalılar.” Rektörlük binasında da resim sergileri açılabileceğini müjdeleyen. Prof. Dr. Zülfikar, İstanbul Üniversitesini olması gereken yere çıkarmayı arzu ettiklerinin altını çiziyor.
Kampüs açık, amfi öğrenciye özel
Yarınlara ilham vermek hedefiyle halka açık bir üniversite formuna geçmeye karar veren İstanbul Üniversitesi’ne giriş için bir takım kurallar konmuş. Hem öğrencilerin hem de ziyaretçilerin güvenliği için uygulanacak olan tedbirlerden bazıları şöyle: Öncelikle ziyaretler hafta içi 13:00-16:00 saatleri arasında tarihi ve kültürel niteliklerinden dolayı Beyazıt yerleşkesinin bahçesini kapsayacak şekilde gerçekleşecek. Bu ziyaretler için üniversitenin web sitesi www.istanbul.edu.tr üzerinden randevu alınacak. Misafirler, güvenlik görevlileri tarafından yapılacak kontrollere tabi tutulduktan sonra giriş esnasında verilen ziyaretçi kartları ile yerleşkeye alınacak. Ziyaretçiler, rektörlük binası idari büroları ile eğitim-öğretim görülen binalar, salonlar, etüt sınıfları-okuma salonları ve amfilere dışındaki mekanlara giriş yapabilecek. Ayrıca kampüs resmi tatiller ile sınav günleri ziyarete kapalı olacak.
Yangın Kulesi de açılıyor
Dört yıllık öğrenciliğim süresince kampüste görme şansına erişemediğim yerlerden biri de Beyazıt Yangın Kulesi’ydi. Kule yıl içerisinde sayılı kez kapılarını açar üstelik kişi sayısı da sınırlı olurdu. Uygulama ile Beyazıt Yangın Kulesi dahil olmak üzere müze statüsünde bulunan dört yapı daha ziyarete açılacak. Haftanın belirli günlerinde, Kurumsal İletişim Koordinatörlüğü’ne kayıt yaptıranlar rehber eşliğinde burayı gezebilecek.
Sosyal medyadaki görseller yanıltıcı
Açıklamadan sonra sosyal medyada hızla yayılan, yanıltıcı bilgi ve görseller ile desteklenen gelişmeler, kampüsün halka açılması sevincinı anlık olarak kesintiye uğrattı. Sosyal medya bir anda, “Kampüse yapılan ziyaretler öğrencilerin derse olan konsantrasyonunu bozacak mı?” gibi düşüncelerle doldu. Bu düşünceler üzerine, resmi sayfasında açıklama yapan İ.Ü. Rektörlüğü, bu görüntülerin geçmişte ulusal bir TV-kanal yetkililerinin, ileri bir tarihte gerçekleştireceği çekim için yaptığı ön inceleme ziyaretine ait fotoğraflar olduğunu ifade etti. Üstelik bu ziyaret, önceden alınan kurumsal izin çerçevesinde ve ders arasında görevli personel eşliğinde gerçekleşmişti. Bu durumda görsellerin çarpıtılarak sosyal medya propagandasına çevrilmesi ve tamamen başka bir zemine taşınması söz konusuydu.
SUNY de Oxford da ziyarete açık
Ziyaret edilebilir kampüs deneyimi hali hazırda dünyanın dört bir yanında görebileceğimiz bir uygulama aslında. Amerika ve Avrupa’dakiler başta olmak üzere pek çok ülkede devlet üniversiteleri halkın ziyaretine açık. Örneğin New York gibi kalabalık bir şehirde bulunan State University of New York ünlü ve ziyarete açık okulların başında geliyor. Kısa adıyla SUNY, 64 farklı kampüsünde belirli prosedürlere bağlı olarak ziyaretçilerini ağırlıyor. Hatta belirli tarihlerde ziyaretçiler için rehberli turlar düzenleniyor. Elbette tüm bu ziyaretler, İstanbul Üniversitesi’nde olduğu gibi her kampüsün kendi internet sitesinden alınan randevularla gerçekleştiriliyor. Amerika’da olduğu gibi İngiltere’de de durum aynı. Dünyanın en bilinen üniversitelerinden University of Oxford, bazı kampüs, müze ve galerilerini ziyarete açmakla kalmıyor aynı zamanda kütüphanesinin bir kısmı da halkın kullanıma açıyor.
Darülfünun’daki ilk ders halka açıktı
Sanılanın aksine İstanbul Üniversitesi, halka kapılarını bugün açmadı. Üniversitedeki ilk derste ve takip eden yıllarda -üstelik bugünkü gibi yalnızca kampüs ve çevresi değil- dersler ve konferanslar halka açıktı. Eski adıyla Darülfünun’da ilk ders, 1863 yılında Kimyager Derviş Paşa tarafından verilmişti ve bu ders birkaç hafta öncesinden Mecmua-i Fünun’da yayımlanan haber ve yorumlarla halka duyurulmuştu. Böylece Derviş Paşa, ilk derste fizik ve kimyanın amacı, havanın özellikleri ve elektriğin de yer aldığı konuları halkın anlayabileceği şekilde anlattı. İstanbul Üniversitesi’nden Prof. Dr. Feza Günergun, bu ilk dersi okulun tarihçesinde, “İlk ders çok kalabalık olmuş. 300 kadar kişi katılmış. Devlet ricalinden, memurlardan katılanlar var. Burada Derviş Paşa fizik ve kimyanın önemini anlatmış, elektrikle ilgili deneyler yapmış. Tabii bu deneyler halkın o kadar ilgi çekmiş ki 2. ve 3. konferanslar 400-500 kişiyle birlikte yapılmış” cümleleriyle anlatır. Darülfünun’un yerine İstanbul Üniversitesi kurulduğunda da yine üniversitenin kapıları halka açıkmış. 1932’de Atatürk tarafından Türkiye’ye davet edilerek üniversite reformu raporu yazan Albert Malche ve dönemin Milli Eğitim Bakanı Reşit Galip Bey de Türkiye gibi yeni baştan kurulan bir ülkede üniversite ile hayat arasında çok sıkı bir bağ kurulması gerektiğini tavsiye etmiş. Böylece güncel konularla, halka açık konferanslar düzenlenmiş. 1950’li yıllara gelindiğinde İstanbul Üniversitesi’nde amfilerin dolup taşmasına neden olan isim ise Muhammed Hamidullah olmuş. Edebiyat Fakültesi İslâm Araştırmaları Enstitüsü’nde misafir profesör sıfatıyla ders veren Hamidullah’ın dersleri 1952’den 1975’e kadar halk tarafından ilgiyle takip edilmiş.