İBRAHİM DEMİRCİ
Kayıp Kayıt Kitap şiir dizisinde Mehmet Aycı’nın Dağ Aşma Bilgisi’ni okumuştuk (2023). Mayıs 2025’te aynı diziden yeni bir kitap yayımlandı: Kemikten. 57 sayfadan oluşan eserde 25 şiir var.
Kitabın arka kapağında Yozgat Sürmelisi adıyla bilinen türkümüzün son dizelerini okuyoruz:
Ölüp de mezara
girdiğim zaman
Ben susayım
kemiklerim söylesin
Mehmet Aycı’nın halk kültürüne bağlılığını, türkülere tutkunluğunu Bir Fırtına Tuttu Bizi adlı eserinde de görmüştük (Hece Y., 2020). Hece gençlik dizisinde yayımlanan Köroğlu’nun Delileri’ni de aynı bağlılık ve tutkunluğun sıcak ve coşkun bir örneği olarak zevkle ve heyecanla okudum.
Kemikten’deki şiirlere başlamadan önce Yozgat Sürmeli’sini dinlemek istedim. Çoğunda yukarıdaki sözler yoktu! Olanlar içinde Gülşen Kutlu’nun söyleyişini sevdim.
ALFABETİK SIRAYLA OKUNAN ŞİİRLER
Kemikten’in İçindekiler bölümü “Fibula” ile başlayıp “Vertebra” ile bitiyor. Şair, şiirleri alfabetik sıraya göre yerleştirmeyi tercih etmiş. Bu durum bana Mehmet Aycı’nın kemikler arasında önem ve öncelik ayrımı gözetmediğini düşündürdü. Uzun kısa, büyük küçük, kalın ince demeden her birinin kendince bir konumu, işlevi, güzelliği var demek.
Fibula, baldır kemiğiymiş. “Koşarız ikimiz bir / Dururuz ikimiz bir” dizeleriyle başlayan bu birlik şarkısında şair, “İnsan denen taşınmaz yük sevgilim / İkimizin taşıması içindir…” demiş.
Humerus, pazu kemiğiymiş. Bâzû, pazu, pazı biçiminde de söylenen bu sözcüğün tarihsel çağrışımlarını da hatırlatıyor şair: “Gümüş pazıbent bağlayan o eski dilberlerin / Gümüş pazıbent bağlayan savaşçıları var”
Şiir, nüktedan bir hatırlatmayla sona eriyor: “Uslu durduğuna bakma bir de kasılması var!”
Os Femoris, uyluk kemiği imiş. (Kare bulmacalarda “kemik” sorusunun iki harfli karşılığı “os” idi, değil mi?) Hayata ilişkin bir uyum şarkısı: uyarı da var içinde: “Nasıl unutsun ki değirmeni un”
O s Frontale alın kemiği. Anatomiden insanlık tarihine doğru bir yolculuk:
En çok sunaklar sever yerle buluştuğumda
Ve keskin nişancılar tek atış şansı olan
On iki bağım sancır ve buzdağım olurum
Karardığımda ayrı, ayrı vurulduğumda
Bana kalmıştır işte varlığı karşılamak
İç kalenin çaşıtlardan korunması işi de
Yüzümü karartmıyor ben yaşadıkça toprak
İlk bana doğuşundan bilirim güneşi de
Alın aklığını önemseyerek ve önceleyerek bitiyor şiir:
Aldanma çizgilerime onlar yalnızca tende
Her zaman açıktayım tenime gizlensem de
Boğaz ile dil kökünü birleştiren kemiğin adıymış os hyoideum: varla yokun karıştığı, karşılaştığı, belki belirsizleştiği bir metin.
GÖZYAŞI KEMİĞİNE ŞİİR
Os Lacrimale, gözyaşı kemiği. “Hoşça bak zatına” diyen Şeyh Galib’i, “Kendini gücük bir cirim sanırsın / en büyük âlem sende dürülü” diyen Hz. Ali’yi hatırlatan bir şiir.
Alt çene kemiği Os Mandibula, bilgece bir sözle başlar: “Sahibinden fazla yaşar her kale”. Üçüncü ve son dörtlük, şakayla karışık bir şarkı:
Bir düşünebilsen oynatırdı ya
Şimdilik sırıtkan bir oyuncaksın
Şairin çenesi düşük olmasa
Şiirde hiç tutulmayacak yasın
O Maxilla, üst çene kemiği. Evrim tarihine de göndermeler içeren, nebatat âlemine de selam veren bu muzip metin, şu dizelerle sona ermiş:
O burun boşluğundan bir fotoğraf alalım
Maden geçtik arkaya…
Os Nasale, burun kemiği imiş. İçli, dertli, dürüst ve mütevazı bir şiir:
Bir anlam kendinden büyük daima
Kokusunu tanıyorum çağrışımları
Kokusundan biliyorum imgeleri de
İnce hayallerimin de ter kokusu var
Yalnız ben çekiyorum yalnız ben çekiyorum
Bazı güzellikleri var çıkıntı olmanında!
Dikine gittiğimde kibirlendiğimde
Sürtülmek gibi kader
Onun da kokusu var
Evrende…
Yere bakıyor gözlerim, yana eğik yazılmış
İki nazal n…
“Kâf” harfiyle yazılan nazal n’yi önce işaret olarak yitirdik, sonra ses olarak. Neşet Ertaş’ın “Gönülden gönüle” deyişine kulak verirseniz işitebilirsiniz ancak.
Kürek kemiğinden hareketle yazılan Os Scapula’yı bir aşk şiiri gibi okudum. Şiirin kapanış dizesi: “Sana bir şal dokumalı sana güzellik masalından!”
Şakak kemiği için kaleme alınan Os Temporale, intihar sahnesinin de karıştığı bir aşk şiiri.
Kaval kemiği için dizilen / belki de onun diziverdiği Os Tibia’da da başat tema sevda. Ve şiir şu dizelerle biter:
Kaval kadarım ama
Karıştığın kalabalık, izlediğin karnaval
Benim yorgunluğumdur.
Seni taşırım güzelim, güzelliğini de
Yürüyüşünün edası benden sorulur.
Elmacık kemiğinin sahneye çıktığı Os Zygomaticum, coşkun ve sıcak betimleme ve öykülemelerle bizi ta Âdem babamıza, Havva anamıza, cennete götürüyor. Şiirin ortalarında şu iki dize sahneye neşe katıyor:
Cık diyor dalda elma, hiç bana benzemiyor
Armut filan denseydi, oldu olacak.
(Benzemiyor kelimesinin nazal n’si unutulmuş. İkinci baskıda unutulmasın!)
Ossa Carpi, el bileğindeki kemiklerin çokluğundan ötürü ossa imiş. Bu da zarif bir aşk şiiri: “Güneş saatin senin, hiç takmasan da!” gibi ünlemi hakikaten hak eden bir dizesi var.
Ossa Costae’de söz kaburga kemiklerinin ve şöyle başlıyor: “Ben de bir kelebeğim kendimce”.
Kafatası kemikleri Ossa Cranii, bilgece ve nisbeten ağdalı sözler etmekte haklı:
Yaşadıkça muvazzafız kaderimiz bu
Üstün zekâ, akıllı, şakulden inhiraf
Hepsi yer üstünde kirli, yer altında saf
Çatlaklık değişiyor duruma göre
Hep lafta bir tahtasının eksik olduğu
Hep lafta kelleyi koltuğa almak
Kafa bulmak için mezar birebir
“Eksiklik kendi özünde” şairin!
El, ayak, ayak bileği, kulak kemikçikleri, diz kapağı, leğen, parmak, dirsek kemiklerini atlayıp Vertebra’da yani ki omurda duruyorum:
Tanrı tespih çekiyor sen yaşadıkça!
Sen de dağılıyorsun
İçinden geçen iplik kırıldığında!
Şaşıyor insan evet
Muhteşem bir tırtılın seni taşıdığına
Senin muhteşem bir tırtılı taşıdığına!
….
Sessizliğine bakma, işini yaptığına:
Eğilmene, bükülmene, yanar döner olmana
Her kalıba girmene, her kıbleye dönmene
En çok o ifrit oluyor farkında olmasan da
Omurgasızlığına!