ÂLİM KAHRAMAN
Her neslin kendi hikâyesi vardır.
Bir nebülöz halinde ortaya çıkar, şekillenmeye başlar, olgunlaşır ve bir zaman sonra o insanlar yavaş yavaş aramızdan çekildikçe silinip kaybolmaya yüz tutar. Tamamen kaybolur mu? Hayır, bazı izler bırakmıştır geride. Onların peşine düşen olursa yeni bir ruhla tekrar canlanır o hikaye.
O izler, arkadan gelen nesillere aktarılmış olanlardır: Sözlü ve yazılı olarak! Bunların kıymeti çoğu zaman tam takdir edilemez onlar hayattayken. Babam şöyle söylemişti, ninem şunları anlatmıştı, fakat bunu niye sormamıştım acaba, der bazısı. Bazısı ise, başka şeyler de anlatmıştı ama kulağımı ona tam vermemiştim, onu dikkatle dinleseymişim keşke; keşke günü gününe, sıcağı sıcağına not tutsaymışım anlattıklarını diye hayıflanır. Ne yaparsınız ki hayat böyledir. O yarım yamalak bilinenler bir araya getirilir, boşlukları muhayyile kendisi doldurur sonradan.
KONYA’DA BİR ÇINAR
Büyüklerimize değer verelim ve vakit varken bazı şeyleri kayda geçirelim.
Konuyu Konya’nın yetiştirdiği bir ilim, gönül ve ahlak adamına getirmek istiyorum aslında. Onun hakkında hazırlanmış bir kitaba... Bu armağan kitap Dr. Mehmet Ali Uz tarafından hazırlanmış ve Çimke Yayınları arasında çıkmış: Bir Konya Çınarı Mustafa Ateş...
Mustafa Ateş kimdir?
O Manisa, İzmir, Konya, Aydın gibi vilayetlerde müftülük yapmış, son görevi Türkiye Diyanet Vakfı Din İşleri Yüksek Kurulu üyeliğinden emekli olmuş bir büyüğümüz. Hitabet ve kalem sahibi bir dava adamı. Otoriter fakat yumuşak kalpli bir idareci. Vefalı bir dost, bir gönül insanı. Hayatı boyunca görevini bihakkın yerine getirmiş, siyasî otoritenin, dönem dönem esen sert rüzgarların önünde eğilmemiş bir imân eri. Yakın çevresinde, ilmiyle, zekasıyla, yerinde harcanmış nükteleriyle her zaman aranmış bir sohbet ehli. Meclisinde bulunanlar, yanından ayrılırken, bir doygunluk ve dolgunluk hisseder. İç huzuru ve onarılmışlık yaşarlar. Hafiflerler.
BİZ GARİP BİR NESİLİZ
Kitabın arka kapağına da alınan bir yazısında şöyle diyor Ateş:
“Biz, hikâyesi yazılmamış, henüz romanlara konu olmamış, şarkısı bestelenmemiş bir garip nesiliz... Garipliğimiz, kimsesizliğimizden değil, ‘Fe tûba lil-guraba’ tebşirâtı, mazhariyet muştusundandır, diye düşünüyorum.”
“Biz” dediği kuşak, sadece kendi yaşıtları değil, Türkiye’de yeni bir çığırın açılmasına öncülük eden; zamanında bazılarınca küçünsenmek ve aşağılanmak istense bile içten içe fonksiyonunu icra eden İmam-Hatipliler neslidir. Türkiyede ilk açılan yedi İmam Hatip Lisesi’nden biri olan Konya İmam-Hatip’in ilk öğrencilerindendir Mustafa Ateş.
1932 yılında Konya Ladik’te doğmuştur. Küçük yaşta hafızlığını tamamlayıp sene kaybetmeden ilkokulu bitirir. Köyünde başladığı ilim tahsilini ilerletmek üzere 1949 yılı sonlarında Konya’ya gider. Orada Hacı İsa Ruhi Bolay ve Hacıveyis-zâde Mustafa Efendi gibi hocalardan ders alır. 1951 yılında yeni açılan Konya İmam-Hatip Lisesi’nin orta birinci sınıfına kaydolduğunda on dokuz yaşındadır. Okulda kendi yaşına yakın öğrenciler olduğu gibi 12-13 yaşında, henüz ilkokulu bitirmiş çocuklar da vardır. Sadece yaş olarak değil, ilimce de onlara göre bir hayli yol almıştır. Kendini bir neslin sorumluluğuna adayışı böyle başlar. “Ateş Ağabey” olur. Öğrenciler arasında, hocalara yakın bir saygınlığı vardır.
Yukarıya aldığımız yazısında “biz” derken işte bu insanlardan bahsetmektedir Mustafa Ateş. Henüz romanı yazılmamış, şarkısı bestelenmemiş, “Müjdeler olsun” diye muştulandıklarını düşündüğü garipler, adanmışlar onlardır; onların manevî şahsiyetleridir.
ATEŞ HAKKINDA YAZANLAR
Kitapta Mustafa Ateş hakkında yazı yazanlar arasında Halil Hayit, Mehmet Ali Uz, Tayyar Altıkulaç, Hayrettin Karaman, Mustafa Uzunpostalcı, Ali Osman Koçkuzu, Mustafa Fayda, Avni İlhan, Halit Güler, Mehmet Doğru, Ahmet Baltacı, Mehmet Şeker, Yusuf Işıcık gibi isimler bulunmakta. Onlar da ilim yolunda onun en eski arkadaşları, ki hemen hemen hepsinin ağabeyidir, ya da bir şekilde öğrencisi ve mesai arkadaşı olmuş dostlarıdır.
Mustafa Ateş’in eserleri derseniz en başta hizmetlerini işaret etmek gerekir. Saydığımız tüm özellikleri yanında sahip olduğu tevazu, onu sürekli ortalarda görünme isteğinden uzak tutmuştur. Gençliğinde kuruluşuna katıldığı Oku dergisinde, o yıllarda yazdığı baş-yazılar (çoğu imzasız) ilgiyle okunmuş, derde deva metinlerdir. Şiir ve edebiyata olan tutkunluğu, okuma ilgilerinin genişliği hem dostları tarafından dile getirilmiş, hem de kalem verimlerinde kendini belli ediyor. Arapçadan yaptığı bir-iki çevirisi uzun yıllar önce kitap olarak yayımlanmış. Belki haberdar olmadığımız yayımlanmamış başka çalışmaları da var; bir gün ortaya çıkacak olan! Uzun süre bir meal çalışması yaptığı biliniyor mesela.
MANİSA YILLARINDAN TANIŞIKLIK
Mustafa Ateş Hoca hakkında yazdıklarımın bir bölümü sözünü ettiğim kitaba dayanıyor. Ancak ilk görevi olan Manisa Müftülüğü sırasında (1969) ben de o şehirde bir ortaokul öğrencisiydim. Ağabeyim Manisa İmam-Hatip Lisesi’nde öğrenciydi. Ateş Hoca’nın en büyük oğlu Ali Osman Ateş ağabeyimin arkadaşıydı. Ben sonradan Manisa Lisesi’ni bitirdim. Fakat ağabeyimin arkadaş çevresiyle de çok vakitler geçirdim. Manisa’da salon konuşmaları da oluyordu Mustafa Ateş Hocanın, onların bazılarını da dinledim. Kendisini tanıma şerefine nail oldum. Bazı sohbetlerinde bulundum. Hâsılı yazdıklarımın önemli bir bölümü de kendi gözlemlerime dayanıyor.
Bir portre üzerinde düşünüp onu bir yazı çerçevesinde ele almaya çalışırken dikkatimi çeken en önemli noktalardan biri de Mustafa Ateş’i Ladik’ten alıp elinden tutarak Konya’daki hocalarına götüren kişinin, yakın akrabalarından, Ladikli Ahmet Ağa olmasıdır. Konya’da teslim alan ise Hacıveyis-zâde Mustafa Efendi’dir. Kitaptaki bazı yazı sahipleri onun bu özellikli durumuna dikkat çekiyor. Bir kişilik kendiliğinden ortaya çıkmaz. Öncesi ve etrafıyla görünmez bazı bağlar vardır arada; dikkat edince farkedilen...
Bu kitabı okuyunca, bazı isim kayıtlarının ötesinde, yolcularını almış bir gemi imgesi canlandı gözümde. Enginlere açılmış, emin bir limana doğru yol alan bir gemi! Ne mutlu onun kaptan ve yolcularına, dedim içimden.