Divanu Lugati’t-Türk’ün kaşifi, Millet Kütüp-hanesi’nin kurucusu, kitap aşığı Ali Emirî Efendi, vefatının 101. yıl dönümünde “Ali Emiri Efendi ve Eserleri ve Divanu Lugati’t-Türk” sergisiyle anılıyor. Önce kabri başında daha sonra mirası olan Millet Kütüphanesi’nde, Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı ile İstanbul İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü tarafından düzenlenen bir dizi programla yad edilen Ali Emirî Efendi, son Osmanlı biyograflarından. Divanu Lugati’t-Türk kaşifliği gibi mühim bir işin yanında yazdığı eserlerle de Türk edebiyatına önemli katkılarda bulunduğu biliniyor. Fatih Camii Haziresi’ndeki kabri başında yapılan törenin ardından, “Ali Emiri Efendi ve Divanu Lugati’t-Türk Yeni Tıpkıbasımı” başlıklı söyleşide konuşan Millet Yazma Eser Kütüphanesi Müdürü Melek Gençboyacı, zengin bir kültür içinde büyümüş, çok erken yaşlardan itibaren kitap okumaya ve toplamaya başlamış, çalışma hayatı ise memuriyetle geçen Ali Emirî Efendi için, “Osmanlı’nın en uzun yüzyılında kültür varlıklarına yönelik şuurun en zayıf olduğu bir zamanda Kaşgarlı Mahmut’un kıymetli eseri Divanu Lugati’t-Türk’ü takdir edebilmiş ve eserin dünyadaki tek nüshasını satın alarak yok olmaktan kurtarmış ve milletine vakfetmiştir” ifadelerini kullanıyor. Gençboyacı, anılarında; “Benim 50 seneden beri çalıştığım ve aldığım kitaplar Osmanlı’nın ilim ve sanat hususundaki büyüklüğünü göstermek içindir” diyen Ali Emirî Efendi’nin kendisinden sonra bu eserlerin muhafaza edilmesi için bu kütüphaneyi kurduğunu anlatıyor.
Onun için hayat kitaplarıydı
Kâtip ve defterdar olarak çalıştığı Diyarbakır, Selanik, Adana, Leskovik, Erzurum, Yanya, İşkodra, Halep ve Yemen’den; Osmanlı coğrafyasında gittiği her bölgeden kitap toplamış, parasının yetmediği veya sahibi satmadığı için alamadığı kitapları kendi eliyle kopya etmiş Ali Emirî Efendi, yerine geldiğinde bir kitaba ulaşmak için tayinini bile çıkartarak o kitaba ulaşmış bir kişiliğe sahip. 30 yıl süren devlet hizmetinden sonra İkinci Meşrutiyet’in ilanında, 50-51 yaşlarında iken 5 bin kuruş aylıkla çalıştığı son vazifesi Halep Defterdarlığı’ndan kitaplarıyla daha çok meşgul olabilmek için kendi arzusuyla emekliye ayrılıyor. 2 bin 6 yüz kuruş gibi cüzi bir maaşla İstanbul’a yerleşiyor. Hayatı boyunca hiç evlenmeyen Ali Emirî Efendi için tarihçi ve yazar Ahmet Refik Altınay, “Onun için aşk, saadet, hayat kitaplarıydı. Hayatını ekseriya vakfettiği Millet Kütüphanesinde geçirir, etrafına toplanan genç dimağların ülfet ve mesaisinden, kendisine karşı gösterdikleri ihtiramattan son derece mahzuz olurdu” ifadelerini kullanıyor. Mesaisinin ardından kalan zamanını Gedikpaşa’daki evinde yapayalnız ve yine okumakla, yazmakla geçiriyor. Paha biçilmez değerde kitaplardan oluşan kütüphanesini, 17 Nisan 1916 yılında Fatih’te Feyzullah Efendi Medresesi’nde kendi kurduğu Millet Kütüphanesi’ne bağışlıyor. Kütüphanenin kuruluşunda Şeyhülislam Hayri Efendi’den büyük yardım gören Ali Emîrî Efendi, kütüphanenin kuruluş sürecini kendi yayınladığı “Osmanlı Tarih ve Edebiyat Mecmuası”nda uzun uzun anlatıyor. Kütüphane için önce Yerebatan’da bir yer bulunuyor ama Ali Emirî, aklında Ayasofya’daki Şehit Ali Paşa Kütüphanesi olduğundan burayı beğenmiyor. Şeyhülislam Hayri Efendi ile görüşmesi sonucunda bu kütüphaneden başka Amcazade Hüseyin Paşa ve Damat İbrahim Paşa Medreseleri gibi birçok vakıf binası daha olduğunu öğreniyor. Önce Şehid Ali Paşa Kütüphanesini seçiyor ancak bu kütüphanenin tamire muhtaç olması ve savaş sebebiyle bu tamirin ne zaman biteceği belli olmadığı için vazgeçiyor. Sonunda Fransız elçisinin eşi tarafından tamir ettirilen ve bu tamirin kısa sürede biteceğini öğrendiği Feyzullah Efendi Medresesi’ni kitaplarına yuva olarak seçiyor.
Bu kitaba hakiki kıymeti verilmeli
“Divanü Lugati’t-Türk” ile ilgili şimdiye kadar yapılmış ve yapılacak tüm araştırmalar ve sayısız makalelerin ortaya çıkışı, Ali Emîrî Efendi’nin bu önemli eseri görüp himayesine alması sayesinde oluyor. Haftada iki veya üç kere sahaflar çarşısına uğrayan Ali Emirî, Kitapçı Burhan’ın elinde 30 liraya satılmak üzere kıymetli bir eser bulunduğunu öğreniyor. Eseri gördükten sonra, “Kitabı elime alınca bayıldım. Otuz lira değil, otuz bin lira değeri var. Dünyada eşi, benzeri görülmemiş bir kitap. Hicri 466’da telif edilmiş bir Türk kamusu ve grameri” diye düşünen Ali Emirî Efendi kitapçıyı şımartmamak ve fiyatı artırmamak için başta nazlı davranıyor. Kitapçı, eserin sahibinin yaşlıca bir hanıma ait olduğunu ve ihtiyacı olduğu için sattığını söyleyince, “Bir kadına muavenet bir vazifedir” diyerek Ali Emirî Efendi, 30 lirayı kabul ediyor. Kitabı aldıktan sonra adeta yemeği içmeyi unuttuğunu anlatan Ali Emirî Efendi, anılarında “Türk dilinde şimdiye kadar bunun gibi bir kitap yazılmamıştır. Bundan sonra da yazılamaz. Bu kitaba hakiki kıymeti verilmek lazım gelse cihanın hazineleri kâfi gelmez. Bu kitap ile Hazreti Yusuf arasında bir müşahabet var: Yusuf’u arkadaşları bir kaç akçeye sattılar. Fakat sonra Mısır’da ağırlığınca cevahire satıldı. Bu kitabı da Burhan bana 30 liraya sattı. Fakat ben bunu birkaç misli ağırlığında elmaslara, zümrütlere vermem” ifadelerini kullanıyor. Ali Emirî Efendi, formaları dağınık ve sayfa numaraları olmayan bu eseri Kilisli Rıfat Bey’e emanet ediyor. Rıfat Bey, iki ay gibi bir zamanda üç kez okuyup kontrol ediyor ve dağınık sayfaları sıraya koyarak eserin tamam olduğuna karar verince Ziya Gökalp ile birlikte Ali Emirî’yi eserin basımına ikna ediyor. Talat Paşa, Ali Emîrî’ye yüksek bir maaşla memuriyet ve daha sonra ise basıma izin verdiği için 300 lira gönderiyor. Ancak Ali Emîrî, bu hediyeyi kabul etmeyerek bu paranın ihtiyacı olan bir aileye verilmesini ve “Divanu Lugâti’t-Türk sadakası” olmasını istiyor.
Divanu Lugati’t-Türk’ün ilk tıpkı basımı 1941 yılında Türk Dil Kurumu, ikinci tıpkı basımı 1990 yılında Kültür Bakanlığı, üçüncü tıpkı basımı 2008 yılında yine Kültür Bakanlığı ve dördüncü tıpkıbasımı Yazma Eserler Kurumu tarafından 2017 yılında yayımlandı. Dördüncü basımı hemen tüketilen eser, 2024 yılında iki cilt halinde genişletilerek birebir ölçülerinde yeniden basıldı.