Millî Saraylar’ın dönüşümü dünyada yankı buluyor

Millî Saraylar Başkanlığı, yüzüncü yılında Türkiye’de saray müzeciliği alanındaki en kapsamlı uluslararası buluşmaya ev sahipliği yapıyor. “Millî Saraylar’ın Yüzyılı” sempozyumuna uluslararası yoğun bir ilgi olduğunu ifade eden Millî Saraylar İdaresi Başkanı Dr. Yasin Yıldız, “Dünyadaki müzecilik kurumları, özellikle 2018’de Millî Saraylar’ın Cumhurbaşkanlığı’na geçişi ve bu geçişle birlikte ülkemizde dağınık halde bulunan saray müzelerinin bir araya toplanması konusuna çok ciddi ilgi gösteriyorlar. Millî Saraylar, olması gerektiği gibi saray müzeler anlamında bir ihtisas kurumuna dönüştü ve bu uluslararası ilişkileri tesis etmeye başladı” açıklamasını yapıyor.

Latife Beyza Turgut
Millî Saraylar, geçtiğimiz yıl sekiz buçuk milyonu aşan yerli ve yabancı ziyaretçiye ulaştı.

Cumhurbaşkanlığı Millî Saraylar Başkanlığı, 24-26 Kasım tarihleri arasında Dolmabahçe, Topkapı ve Yıldız saraylarında “Millî Saraylar’ın Yüzyılı” başlıklı uluslararası sempozyumla 27 ülkeden 109 üst düzey temsilciyi bir araya getiriyor. Sempozyum, Türkiye’de saray müzeciliği alanında bugüne dek gerçekleştirilen en kapsamlı uluslararası buluşma olarak hem kültürel miras yönetiminin dönüşümünü hem de dünya ölçeğinde artan işbirliği imkânlarını görünür kılacak. Millî Saraylar’ın son yıllarda geçirdiği kurumsal dönüşüm, tarihi-kültürel mirasın tek çatı altında toplanmasıyla sağlanan bütünlük, bu büyük buluşmanın zeminini oluşturuyor. Yeni Şafak Pazar olarak, Millî Saraylar İdaresi Başkanı Dr. Yasin Yıldız ile bu önemli sempozyum vesilesiyle bir araya geldik. Millî Saraylar’ın 100. yılında Türkiye’nin saray müzeciliğinde geldiği uluslararası noktayı ve Darphane-i Âmire bölgesinde açılacak dört yeni müzeyi konuştuk.

“Millî Saraylar’ın Yüzyılı” sempozyumu, bugüne kadar Türkiye’de saray müzeciliği alanında düzenlenen en kapsamlı uluslararası buluşma olacak. Bu geniş, uluslararası katılımı bir araya getirme süreci nasıl başladı, bu ölçekte bir sempozyumu mümkün kılan dinamikler neler oldu?

Millî Saraylar, daha önce parlamento bünyesindeyken de sempozyumlar yaptı. En son 3 yıl önce Cumhurbaşkanlığı bünyesinde daha çok saray müzeler ölçeğinde biraz daha kısıtlı katılımla bir sempozyum gerçekleştirmiştik. Bu yıl da Millî Saraylar’ın 100. yılı olması dolayısıyla “Millî Saraylar’ın Yüzyılı” sempozyumunu düzenliyoruz. Dünyadaki müzecilik kurumları, özellikle 2018’de Millî Saraylar’ın Cumhurbaşkanlığı’na geçişi ve bu geçişle birlikte ülkemizde dağınık halde bulunan saray müzelerinin bir araya toplanması konusuna çok ciddi ilgi gösteriyorlar. Millî Saraylar, olması gerektiği gibi saray müzeler anlamında bir ihtisas kurumuna dönüştü ve bu uluslararası ilişkileri tesis etmeye başladı. Bunun sonucunda da bu sempozyuma görmüş olduğunuz ciddi teveccüh ortaya çıktı. Hemen hemen bütün dünyadaki önemli saray müze kurumlarının direktör seviyesinde katıldığı bir sempozyum bu. Sadece üç büyük direktörler oturumumuz var. Onun yanında direktör yardımcılarının, sorumlu müdürlerin, akademisyenlerin katıldığı bir sempozyum. 27 ülkeden 95 tane bildirimiz var. Oturum başkanlarıyla birlikte yaklaşık 110 katılımcımız var. Aynı zamanda bilim kurulumumuzda yer alan isimleri de eklediğimiz zaman yaklaşık 130-140 kişilik çok üst düzey bir katılımcıyı bu seviyede ağırlayacağız. Bu seviyede bir etkinlik saray müzeleri için Türkiye’de ilk defa oluyor. Dünyada da çok sayılı. Özellikle dengimiz kurumların ve uluslararası kuruluşların, bunun içinde COM (Uluslararası Müzeler Konseyi), ICCROM (Kültür Varlıklarını Koruma ve Onarım Çalışmaları Merkezi), ICOMOS (Uluslararası Anıtlar ve Sitler Konseyi) ve Avrupa Kraliyet Sarayları Birliği gibi çok önemli üst düzey kurumlar da en üst yöneticileriyle katılıyor.

Kurumsal dağınıklığı kaldırmak önemliydi

Dünyanın en prestijli kurumlarının direktörleri sempozyum için İstanbul’da olacak. Bu kurumlarla kurulan temasların Millî Saraylar için açacağı yeni iş birliği alanları neler olabilir?

Halihazırda bir takım iş birlikleri başlamıştı ama bu sempozyuma olan yoğun katılım şunu gösteriyor ki artık Millî Saraylar’ın da ülkemizi temsilen bu yapıların içerisinde bir rol alması gerekiyor. Paydaşlarımızdan çok yoğun iş birliği talepleri var. Bu noktada da gerçekten yine Millî Saraylar’ın bugün gelmiş olduğu seviyenin çok ciddi önemi var. Zira şu an Türkiye’de saray müze evsafında olan bütün yapılar ve bunların içindeki koleksiyonlar bir araya toplanmış durumda. Bu aslında bir yönüyle baktığınız zaman yüzyıl önceki oluşmuş kurumsal dağınıklığı da ortadan kaldırması açısından çok kıymetli. Netice olarak da bu koleksiyonun bir araya gelmesinden sürekli olarak bir takım yenilikler ortaya çıkabiliyor. Saat Müzesi, Cam Müzesi, İslam Medeniyetleri Müzesi, Resim Müzesi, Ankara Palas… Bunların hepsi son birkaç yıl içerisinde Cumhurbaşkanımızın açıp kamuoyuna hediye ettiği müzeler. Dolayısıyla bu bizim mesleki açıdan yetkinliğimizi de kurum olarak güçlendiren bir şey. Bunun yanında özellikle restorasyon pratikleri, restorasyonun finansmanı, kurumsal yeterlilik, uzmanlık, uzmanların yetiştirilmesiyle ilgili çok ciddi işbirliği fırsatları var bu kurumlarla aramızda. Bu sempozyumun sonunda bu işbirliklerinin çok daha yoğunlaşacağını öngörüyoruz.

Cumhurbaşkanı eşi Emine Erdoğan’ın açılışını yapmış olduğu 380 saatlik bir koleksiyona sahip Topkapı Sarayı Saat Müzesi dünyanın önde gelen üç saat koleksiyonundan biri kabul ediyor.

Taşınabilir eserler az ama eşsiz nitelikte

Dünyada monarşinin bıraktığı tüm mirası tek elden koruyan “Millî Saraylar” benzeri kurumlar var mı?

Dünyada bizim gibi aynı çatı altında belli saray müzeleri bir arada toplayan kurumlar nadiren de olsa var. Özellikle Kuzey Avrupa’da monarşi devam etsin veya etmesin ciddi anlamda bu sarayların yaşadığını ve bir müzecilik fonksiyonuyla fonksiyonlandırıldığını görüyoruz. Bu noktada İngiltere’de Historic Royal Palace sayılabilir. Yaklaşık 6 tane Royal Palace’ı yönetiyorlar. Önemli bir ziyaretçi bütünlüğü var. Hacim olarak baktığımızda ise Fransa’daki Versay ve Fontainebleau, Avusturya’daki Schönbrunn veya İsveç’teki kraliyet saraylarının da özellikle ziyaretçi ve eser yoğunluğu olarak ülkemizdeki millî saraylara göre çok daha geniş olduğunu görüyoruz. Bu biraz da dönemin sosyal yapısı ve ülkelerin kültürel farklılıklarıyla ilgili. Avrupa Kraliyet Sarayları birkaç bin odalı saraylar olarak inşa ediliyor. Türkiye’de ise her ne kadar 19. yüzyılda gerek mimari gerek kültürel olarak etkilenme olsa da Batı etkisinin kuvvetli hissedildiği saraylarda bile Türk ev tipinin bozulmadığını, geleneksel motiflerin kaybedilmediğini, oda sayılarında ve büyüklükte de çok aşırıya gidilmediğini görüyoruz. Bu durum taşınabilir eserlerde de bu şekilde. Ülkemizdeki müze koleksiyonları değerlendirildiğinde taşınabilir eserlerin sayısı diğer ülkelerin gerisinde olmasına rağmen nitelik olarak kesinlikle dünyanın en sayılı koleksiyonları arasında. Bu konuda Sayın Emine Erdoğan Hanımefendi’nin açılışını yapmış olduğu 380 saatlik bir koleksiyona sahip Topkapı Saat Müzesi çok canlı bir örnek. Avrupa saraylarında daha kalabalık koleksiyonlar olmasına rağmen Topkapı’nın saat koleksiyonu dünyanın en önde gelen üç koleksiyondan biri kabul ediliyor.

Darphane-i Âmire’de dört yeni müze

Darphane-i Âmire, içerisinde açılacak dört yeni müze ile taşınabilir kültür mirasımıza ev sahipliği yapacak. Bu alanı kamuyla buluşturmanın önemi ve açılacak yeni müzeler hakkında neler söylemek istersiniz?

Darphane bölgesi, yaklaşık 50 dönüm arazi üzerindeki Topkapı Sarayı kampüsü içerisinde 16-17 tane 18. yüzyıla ait binadan müteşekkil. Klasik dönemde “Hünerverân Atölyeleri” olarak Ehl-i Hiref Teşkilatı’nın kullandığı atölyelerin yerine II. Mahmut dönemiyle birlikte Darphane-i Âmire binaları inşa edilmiş. Geçmiş yıllarda çeşitli kamu kurumlarıyla özel kurumlar veya sivil toplum kuruluşları arasında uzun süre mülkiyet, kullanım sorunları oldu. 2018 yılında Millî Saraylar bünyesine katıldı. Tabii bu safahattan dolayı uzun yıllar ihmal edilmişti. Bilim kurulumuzun öncülüğünde bu mekânlarda ziyaretçimizin bir bütün halinde göremediği koleksiyonlarımızı ilgilileriyle buluşturacağımız bir müze külliyesi oluşturma projesiyle yola çıktık. Millî Saraylar olarak yapıların hemen hemen tamamını restorasyona aldık. Beşinci yılın sonunda bu külliye büyük oranda tamamlandı. Binalardan birinde dünyanın sayılı ürünlerinin yer aldığı ve 13. yüzyıldan 20. yüzyıla kadar Osmanlı Sarayı’nın porselen safahatını anlatacak bir “Porselen Müzesi” kurduk. Bu müzede koleksiyonumuzdan yaklaşık 5 bin parçayı ziyaretçiyle buluşturuyoruz. Bunun yanında Topkapı Sarayı’nın yaklaşık 30 bin civarında esere sahip olan bir silah koleksiyonu var. Peygamberimizin kılıcından başlayıp Osmanlı sultanlarından günümüze kadar ulaşan çok seçkin bir koleksiyon ve fevkalade nitelikli silahlar. Bu seçkin koleksiyonun yaklaşık 2 bin parçasını bir arada göstereceğimiz “Silah Müzesi”ni de açıyoruz. Üçüncü olarak; Topkapı Sarayı’nın hat koleksiyonu zaten dünyaca meşhur. İçerisinde padişah hatlarından, 15. yüzyıldan günümüze kadar Türk hat sanatının şaheser eserlerini bünyesinde barındıran bir koleksiyon. Bu koleksiyonu da bir bütün halinde sergileyeceğimiz, iki müstakil binayı kapsayan bir “Hat Müzesi” açıyoruz. Burada da bini aşkın hat eseriyle beraber yazı takımlarını da eklediğimizde çok daha fazla sayıda eser gün yüzüne çıkacak. Son olarak da bölgede darphane günlerinden günümüze kalmış önemli makine ve sanayi araçları var. Hem bölgenin tarihini anlatmak açısından hem de bu eserleri bir arada ziyaretçiye gösterebilmek açısından bu yaklaşık beş yüz parçalık bir koleksiyon da yine “Darphane ve Sanayi Araçları Müzesi” içinde olacak. Ayrıca bölgede yer alan binadan bazıları gerçekten çok amaçlı kullanım için fevkalade uygun alanlar sunuyor. 14 ve 15 numaralı olarak tanımlanan binaları ise geçici sergiler, konferans salonları ve çok amaçlı salonlar olarak restore ettik. “Millî Saraylar’ın Yüzyılı” sempozyumumuzun da Topkapı Sarayı oturumları burada gerçekleştirilecek. Bununla beraber darphane binalarının bir tanesinde “Millî Saraylar Araştırma Merkezi”ni kurduk. Yıldız-Abdülhamid Albümleri, Yıldız Kütüphanesi, Topkapı Kütüphanesi gibi Millî Saraylar’ın bütün bilgi kaynaklarına ulaşılabilecek bir araştırma merkezi. Üye olan herkes faydalanabilecek ve ihtisas kütüphanelerimize ait kaynakların hepsine bir arada erişebilecek. Son olarak malumunuz Topkapı Sarayı’nın kütüphanesi oldukça seçkin bir kütüphane. 20 binin üzerinde el yazması var. Şu an Enderun Avlusu’nda, Ağalar Camii’nde muhafaza ediliyor. Ancak bu alan biraz talihsiz bir alan. Çünkü Ağalar Camii’nin hemen altında bir sarnıç bulunuyor ve dolayısıyla burada kütüphane bulundurmak uygun değil. Bilim kurulumuzun kararıyla Darphane bölgesindeki üç bina şu an restore ediliyor ve bir modern kütüphaneyi içerisinde bulunduracak teknik aksamla donatılıyor. Bu çalışma tamamlandığında Darphane bölgesi ülkemizde eşi benzeri olmayan bir kültür havzasına dönüşecek.

Tarihi mirasta Türkiye’nin marka değeri yükseliyor

Konuşmalarınızda sıklıkla Millî Saraylar Başkanlığı’nın geçirdiği kurumsal dönüşüme de dikkat çekiyorsunuz. Bu dönüşümü de göz önüne alırsak, Millî Saraylar’ın 100 yıllık serüveninin dönüm noktaları nelerdir?

Ülkemizde bu tarihi mirasın Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki taksimatıyla meseleye başlamak lazım. Malumunuz 1924’te 3 Mart tarihli hilafetin ilgasıyla birlikte Osmanoğlu Hanedanı, monarşi tamamen kalkmış oluyor. Dolayısıyla geride kalan emvalin kamulaştırılmasından sonra bir sınıflamaya gidiliyor. Bu sınıflama içerisinde Topkapı Sarayı, Osmanlı’nın son döneminde de kısmi olarak olduğu gibi müze olarak bırakılıyor. Yıldız Sarayı zaten 1909 Yağması’ndan sonra ciddi anlamda bir tahribat geçirdiği için çeşitli devlet kurumlarının kullanımına tahsis ediliyor. Bir bölümü Harp Akademileri oluyor. Bir bölümü diğer ilgili kurumlara taksim ediliyor. Maalesef içinde bir bölümünde kumarhane dahi tesis ediliyor. Ancak Dolmabahçe, Beylerbeyi Sarayı ve ilk başta Aynalı Kavak Sarayı’ndan oluşan grup ise 1927’den itibaren Cumhurbaşkanı Atatürk’ün İstanbul’u kullanması dolayısıyla Millî Saraylar çatısı altında. Millî Saraylar, Atatürk’ün İstanbul’daki ikametgahı, çalışma alanı ve devletin temsil mekânı olan Dolmabahçe ve Beylerbeyi Sarayları’ndan sorumlu olarak başlıyor. Bu yapıya daha sonra Küçüksu, Ihlamur, Maslak gibi kasırlar ekleniyor. Celal Bayar’ın Cumhurbaşkanlığı’nda bu fonksiyon yavaş yavaş terk ediliyor ve TBMM araştırma komisyonları eliyle Millî Saraylar’ın geleceğine ilişkin çalışmalara başlanıyor. Millî Saraylar da 1933 yılından itibaren önce Maliye Vekaleti’ne bağlı olmasına rağmen 1933’te TBMM’nin emrine veriliyor. Ancak daha 50’li yıllarda Meclis’te bir yasama kurumuyla tarihi-kültürel miras kurumunun bir arada bulunmasının zorluklarına dikkat çeken konuşmalar yapılıyor. Bu dönemde çeşitli araştırma komisyonları var; Millî Saraylar’ın taşınabilir eşyası, mimarisiyle ilgili çalışmalar yapılıyor. Çalışmalarının sonucunda 1952 yılında bir envanter ve kayıt çalışması var. Bu önemli bir dönemeç. 1964’te de ilk defa Meclis Başkanlık Divanı eliyle sınırlı olarak Dolmabahçe ve Beylerbeyi’nde bir takım alanların gezilebilmesine yönelik çalışmalar var. Ancak daha sonra bu karar belirli sakıncalarla iptal ediliyor. 1970’lerin başında yine benzer çalışmalar var. Ama bunlar da akamete uğruyor ve bugün bildiğimiz anlamda kitlesel bir müzecilikten söz etmek mümkün değil. Nihayet 1984 yılında TBMM kanununu bir değişiklik yaparak Millî Saraylar’ı bir kültürel miras kurumuna dönüştürmeye çalışıyor. 84’te kurulan bu sistem 2018’e kadar belli bir takım ufak modifikasyonlarla devam ediyor. Ancak tarihi mirasın saray müzeler bölümündeki parçalı yapısı ve yasama hizmetiyle tarihi mirasın gereklilikleri arasındaki farktan kaynaklı işleyiş aksaklıkları sürüyor. 2018’de Millî Saraylar, TBMM’nin bir alt dalı olmaktan çıkarılıp müstakil bir tarihi ve kültürel miras kurumuna dönüştürüldü. Bu çok önemli bir aşamaydı. İkinci önemli aşama: Sayın Cumhurbaşkanımızın iradesi ve vizyonuyla saray müzelerin farklı kurumlara dağılmış olan parçaları bir araya getirildi. Bu da özellikle mimari eserler arasındaki bütünlüğü sağlarken buralarda uygulanacak restorasyon çalışmalarını, teknik uygulamaları, bilimsel kararların hepsini aynı bilimsel norm altına topladı. Bu ikinci adıma bağlı olarak buralarda bulunan tarihi taşınabilir eserlerin hepsi bir araya geldi. Şu an 360 bin taşınabilir esere ulaşmış durumdayız. Bu sayı meclisteyken 90 bin civarındaydı. Koleksiyonlar birleştikçe, kayıtları düzeltildikçe, taşınabilir envanter olarak ülkemizin nasıl bir hazineye sahip olduğu ortaya çıktı. Millî Saraylar’ın bu yeni çalışma düzeninde çok önemli bir başka husus da özellikle bu tarihi kültürel miras kurumlarının restorasyon alanında ihtiyaç duyduğu finansmanı çok büyük oranda kendi imkânlarıyla karşılamasının yolu yasal olarak açıldı. Millî Saraylar’ın kazandığı gelirlerin yalnızca ve yalnızca restorasyon hizmetlerinde kullanılabileceği yasal hüküm altına alındı. Dolayısıyla bu son yıllarda restorasyonlardaki hızlanmaların da ana kaynağı, üstelik kamu bütçesine hiç yük olmadan çözülebilmiş oldu. Çünkü Millî Saraylar Meclis’teki son senesinde dört milyon ziyaretçi ağırlarken bu sayı geçtiğimiz yıl, sekiz buçuk milyonu aşan yerli ve yabancı ziyaretçiye ulaştı. Bu yılda projeksiyonlarımız Millî Saraylar’ın yaklaşık on milyon ziyaretçi alacağını gösteriyor. Dolayısıyla sadece ziyaretçi ve gelir rakamlarıyla Millî Saraylar az önce bahsetmiş olduğumuz dünyanın bu seçkin müzecilik kurumlarıyla aynı yerde buluştu.

Böylece Millî Saraylar’ın 100. yılında Türkiye’nin saray mirasını artık yalnızca “koruyan” değil “yeniden üreten ve dünyayla paylaşan” bir kurum olduğunun altını çizebilir miyiz?

Kesinlikle. Bu gerçekten çok önemli çünkü tarihi ve kültürel miras konusunda dünyadaki sistem oldukça uzun zaman önce inşa edilmiş bir sistem. Türkiye de bu yolda bütün kurumlarıyla önemli çalışmalar yapıyor. Millî Saraylar da emanetçisi olduğu tarihi mirasla bu serüvene dahil olmuş durumda. Siz uygulamalarınız, restorasyonlarınız, finansmanınız, idari mekanizmalarınız ve sergileme tasarımlarınızla uluslararası paydaşlarınızla eşgüdümlü gidebildiğiniz zaman dünyadaki ilgili kurumlar arasında bir marka değeriniz oluyor. Bunun yansımalarını iç kamuoyunda da görebiliyoruz. 1 milyon ziyaretçinin gezdiği bir yer olmak başka 10 milyon ziyaretçinin gezdiği bir yer olmak başka. Elbette iletişim araçlarını yadsımıyorum ancak bizatihi gelip gören kişi sayısının 500 binden 5 milyona çıkmış olması zaten kamuoyunun da bu varlıklarla ilgili farkındalığını artırıyor.