HÜSEYİN AKIN
Tahsil için Avrupa’ya giden gençler arasında ahlâk üzerinde çalışan, Sorbonne’da felsefe doktorası veren ilk Türk unvanına sahip olan fikir ve hareket adamı Nurettin Topçu’nun vefatının üzerinden yarım asır geçti. Yaşadığımız dünyada ahlâk, din, felsefe ve eğitim alanında yerel ve küresel ölçekte karşılaştığımız sorunların kaynağına inebilmiş özgün bir düşünce adamı olarak zihinlerdeki yerini hep muhafaza etmiştir. O eylemi söyleminin önünde giden, konuştukları ve yazdıklarından çok müdahil ve muteriz kişiliğiyle kolay anlaşılabilecek bir karakter değildir. Belki de bu yüzden arkasında büyük kalabalıkları toplamamış, alkış ve nümayişten kaçınmış, nutuk atıp cilalı cümleler kurmaktan hep uzak durmuştur. Çağdaş kalemlerin en büyük sıkıntısı olan yazdığına yabancılaşma hastalığına hiçbir zaman yakalanmamıştır. Amerikan sempatizanlığının zirve yaptığı bir dönemde İslam/ Anadolu Sosyalizmini savunması, isyan ile ahlâk arasındaki sıhriyetin mistik köklerine inerek iradenin kendi içinde bulunduğu şartlara boyun eğmemesi tezini ıstılah olarak düşünce dünyamıza katması konformist kafaların rahatını bozmuştur.
Nurettin Topçu’nun isyan ahlakı çerçevesinde en çok kafa yorup radikal eleştiriler getirdiği alanlardan biri eğitim meselesi ise bir diğeri, olanla olması gereken arasında din ve dindarlık konusudur. İslam ve İnsan, Yarınki Türkiye, Türkiye’nin Maarif Davası, Var Olmak, Büyük Fetih ve Ahlak Nizamı gibi kitaplarında dini meselelere yaklaşırken bir çığlık ve isyan havası kolayca fark edilir. Zira Topçu’ya göre hiçbir mesele bir diğerinden bağımsız değildir. Dini alandaki açmazları ve çıkmazları besleyen şey aynı zamanda eğitim sistemimizdeki süreçler içerisinde kemikleşip kanıksanır hale gelen problemlerdir. Milli, dinî ve insani meselelerdeki, özgün tavrı ve tavizsiz tutumu onun teori-pratik, iman-amel, samimi- yapmacık ve düzmece arasındaki karakterinin dışa vurumu sayılabilir. Olanın yerine ikame edilecek ‘olması gereken’ eğitim ve dinin nitelik ve hasletleri zaten “İsyan Ahlakı” idealinde mevcuttur.
TAŞRALI ROMANINDA DİN ADAMI
Bu minvalde insanın isyanını her şeyden önce kendi tabiatına, kendi iç kuvvetlerine, dar ve bencil arzularına karşı başkaldırı kabul eden Topçu din eğitimine de aynı çerçeveden yaklaşır. Dinin merkezine deruni dini tecrübeyi yerleştirir. Din eğitiminin bir tür kalp eğitimi olduğunu savunurken “Din Adamlığı” tabirinin ve şekilci din tavrının karşısında durur. 1950’li yılların Anadolu’sunu anlatan hikâyelerden oluşan “Taşralı” adlı eserinde otoriter dini yaklaşıma sahip din adamları olumsuz olarak anlatılır. Bu istismarcı din adamı karakterini Topçu “Anadolu’nun Çilesi” adlı yazısında şöyle hicveder: “Köyde ağadan sonra keyfi yerinde olan adam imamdır. Bir memur maaşı alan bugünkü imam, tarihimizde yaşattığı en ruhsuz ve manasız devrini bol dünyalıkla tekrar yaşatmaktadır. Ahiret istismarcılığı da yapan bu otoritenin temeli çürümüştür… Dini düşünüşün düşmanı olduğu halde asırlardır halk tarafından onunla birleştirilen büyücülük, bakıcılık, üfürükçülük köyde din hayatiyle yan yana ilerlemektedir.” (Yarınki Türkiye)
DİN ADAMLARINA YAPTIĞI KONUŞMA
Nurettin Topçu’nun bütün eserlerinde konu edilen din, dindar ve olanın karşısında ‘olması gereken’ Müslüman tavrını en iyi özetleyen metin 1973’te Diyanet işleri Başkanlığı’nın davetiyle Bolu’da Vaizler Semineri’nde din görevlilerine yaptığı manifesto niteliğinde konuşmasına kaynaklık eden metindir. Bu konuşmada Topçu vaaz, dini telkin ve tebliğin mahiyetinin yanı sıra hangi üslupla ve nasıl yapılması gerektiği etrafında dinin anlaşılması ve anlatılması ile dini yaşayışın şekil ve tarzı, maneviyat, dua gibi konular üzerinde durmuştur. Bu meşhur konuşma 2006 yılında ses kaydından deşifre edilerek biraz problemli şekilde de olsa yayımlanmıştı. (Hece, sayı:109, Ocak 2006-Nurettin Topçu Özel Sayısı) Yıllar sonra
Nurettin Topçu’nun ailesinden Dergâh yayınlarına ulaştırılan eski harflerle, 25 küçük sayfadan oluşan “Vaaz Nedir?” başlıklı metnin bu konuşmanın yazılı hali olduğu anlaşılınca İsmail Kara tarafından 2009’da yayınlanan deşifre metinle karşılaştırmalı olarak yeniden düzenlenip “Vaaz ve Dua-Vaizlerle Konuşma” adıyla kitaplaştırıldı. Mayıs 2025’te okuyucuyla buluşan bu kitap din adına muhataba dönük konuşan ya da bununla kendini mesul addeden herkese yeniden düşünme ve özeleştiri imkânı bahşeden bir niteliği haiz. Anlaşılacağı gibi Topçu’nun yaptığı bu konuşma irticalen o anki heyecan ve psikolojisine göre irat edilen bir konuşma değildir. 25 sayfalık bu seminer metni yapılan konuşmanın belli bir usul ve metoda dayandığını ve bu yönüyle de örnek bir tebliğ özelliği taşıdığını göstermektedir. Nurettin Topçu din görevlilerine bir nevi örnek vaaz niteliğinde verdiği seminerde ilk başta vaaz, vaiz kavramları üzerinde durarak, genç vaizlerin diğerleri (hafız, mevlithan vb.) ile kendileri arasındaki farkı tefrik etmelerine dikkat çekiyor. Oluşturmak istediği farkındalık vaazın alelade ilim öğretiminden ileri bir şey olduğu yaklaşımına dayanıyor. Vaazın esas gayesi sadece aklın bilgisini vermek değil, dinin yayıcıları olan vaizlerin marifet ve samimiyetiyle iman aşısını yapmaktır. Topçu’ya göre dünkü din ulularının yerini bugünün vaizleri almıştır. Cemiyeti kurtaracak olan vaizlerdir. Fakat bazı vaizler ne denli büyük bir misyonu üstlendiklerinden habersiz olarak yaptıkları bu ulvi vazifenin inceliklerinden habersizdirler. Nurettin Topçu konuşmanın kitaba yansıyan son bölümünde bu tip din görevlilerine eleştirilerini artırır. Bu tiplerin cemaate yaranmak için vaaz ettiklerini, dini olanı estetik olanla karıştırdıklarını, güzel olmayan sesle Kur’an okumayı makbul saymadıklarını, haftanın günlerinde uğur ve uğursuzluk aradıklarını, müezzinlerin gulguleli bağırdıklarını, bazı imamların pazarlık yapar gibi topluluğa dua ettiklerini, para ile Kur’an okumalar ve cenaze imamlarının bezirganlıkları…söyleyerek eleştirilerinin arkasından olması gerekenleri de sıralar. Vaazın eksik tarafının telkin olduğunu ifade ettikten sonra sorar: “Bu telkin kudretini nerede bulacaksınız? Hitabette mi yoksa zekayı kullanan özel maharette mi? Yoksa şiddette ve cehennem tehditlerinde mi? Bol bol sunulmuş cennet vaatlerinde mi?” Şatafatlı konuşmanın bir tarzı ve tekniği var elbet, ama telkin kudretinin oluşması ancak samimiyette ve kişinin kendi kendini bulmasında yatmaktadır. “Vaiz aktör değildir” diyor Nurettin Topçu. Benliğinizi bulamamışsanız, O’na teslim olmamışsanız ne zekanızın ne de hitabetinizin bir değeri yoktur. Vaizler için motto olacak cümleleri hakikatin hatırını kırmadan serdetmekten çekinmez: “Allah’a yaranmaya çalışınız”, “Maddi alemin büyüklük ölçüleri bile karihamızı parçalamaya yetiyor”, “Her ibadetin sonu duadır”, “Dua kâh düşünüştür, kâh şiir, kâh musiki olur.”, “dua zekanın hareketini bertaraf eder.” …
Vaizlere yapılan 1973 sonlarında yapılan bu konuşmada işlenen konular, değinilen meselelere bakınca dine dair bugünkü meselelerin o günkülerden çok farklı olmadıkları anlaşılmaktadır. Tebliğcinin aktardığı mesajın yerini bulmaması ne kafaya ne de kalbe sirayet etmesi bir problem olarak güncelliğini sürdürmektedir. Nurettin Topçu din anlatıcılarından ümit kesmek yerine vaiz ve hatiplerin ümidini artırıcı nitelikte onları motive etmekte ve ümit yüklemektedir. Konuşmanın başı da sonu da azim, gayret, ümit ve hareketle bir hedefe yürümektedir. “Yıkılan her şeyi kaldırırken benim gücüm yetmez demeyin.”, “Yeise kapılmayın”, “Şüphe yok ki, kalbimle söylüyorum, en büyük insanlar sizsiniz”, “Evet…Tamamen kendini zevke kurban eden bir nesli kurtaracaksınız.”
İmam, hatip, müezzin, öğretmen, hoca, tebliğci, müftü, yükseklere çıkarmaya hazır sözü olan herkes, hepiniz vaizsiniz ve hepiniz telkin ile memursunuz. İncelikleri ve derinlikleri dışarıda bırakmadan vazifenizi hakkıyla yerine getirmek istiyorsanız Nurettin Topçu’nun sesinden bu kitapta irad edilen hutbeye kulak verin ve satırlar arasında yürüyüşe çıkın.