Ödülün yolu kadın hikâyesinden geçiyor

Son dönemde gerçekleştirilen festivallerde ödül alan veya finale kalan filmlerin çoğunluğu kadın hikâyesi anlatıyor. Dünyadaki en büyük festivallerin yanı sıra ülkemizin önemli festivalleri de bu konuda söz birliği etmişçesine kadına şiddet, başkaldıran güçlü kadın ve feminizme odaklanan filmlere öncelik verdi.

Sevda Dursun
Arşiv

Bu yıl festival mevsiminin sonuna gelirken, film festivallerinde ödül almanın yolunun kadın meselesi anlatmaktan geçtiği tablosu ortaya çıktı. Zira neredeyse bütün festivallerde finale kalan ve ödül alan filmlerin çoğu, kadın hikâyesi anlatmış. Dünyadaki en büyük festivallerin yanı sıra ülkemizin önemli festivalleri de bu konuda söz birliği etmişçesine kadına şiddet, başkaldıran güçlü kadın ve feminizme odaklanan filmlere öncelik verdi. Son yılların değil, yüz yılların meselesi olan kadına şiddetin sinemaya aktarılması elbette yeni değil, ancak bütün festivallerin aynı anda buna ilgi göstermesi, dikkat çekici.

GÜÇLÜ BİR FEMİNİZM TEMASI

Geçtiğimiz hafta gerçekleşen 12. Boğaziçi Film Festivali’nde, Ulusal Uzun Metraj’da En İyi Film Ödülü’nü Nadim Güç’ün “Mukadderat” filmi aldı. Eşinin ölümüyle birlikte bir kırılma yaşayan ve küçük bir kasabada “yapamazsın” denilen her şeyi yapan bir kadının mücadelesini merkeze alıyor. Üstelik bu mücadele, ilçedeki kadınların da örgütlenmesine ve özgürlüklerini keşfetmelerine vesile oluyor. Güçlü bir feminizm temasını odağına oturtan film, Altın Portakal’da da “En İyi Film” ödülü almıştı. Mukadderat, şimdi de 7-15 Kasım’da gerçekleşecek olan 35. Ankara Film Festivali’nde yarışıyor.

Belkıs Bayrak’ın Toronto ve San Sebastián festivallerinde izleyiciyle buluşan ilk uzun metrajlı filmi “Gülizar”, Boğaziçi Film Festivali’nden En İyi Senaryo Ödülü’nü alırken, Altın Portakal’da da Dr. Avni Tolunay Jüri Özel Ödülü’nü almıştı. Şimdiyse 35. Ankara Film Festivali’nin finalistlerinden olan film, düğün hazırlıkları sırasında tacize uğrayan Gülizar’ın yolculuğunu anlatıyor.

KENDİNİ KEŞFET VE ÖZGÜRLEŞ

Boğaziçi Film Festivali’nin Uluslararası Uzun Metraj Film Yarışması’nda da “En İyi Uluslararası Uzun Metraj Film” ödülü, dünya prömiyerini 74. Berlin Film Festivali’nde yapan Nepalli yönetmen Min Bahadur Bham’ın “Shambhala” filmine verildi. “En İyi Yönetmen” ödülüne de layık görülen film, Nepal’de Himalaya dağlarında yer alan çok eşli bir köyde, yeni evli ve hamile olan Pema’nın hayatına odaklanıyor. Ortadan kaybolan kocasını arayan Pema’nın yolculuğu, kendini “keşfetme” ve “özgürleşme” arayışına dönüşüyor.

KADIN GÜNDEMİNE ANKARA’DA DA DEVAM

Ödül alanların yanı sıra yine son zamanlardaki festivallerde finale kalan Fidan, Ölü Mevsim, Kayıtsız, Parmaklıklar Ardında İki Kadın, Derun, Döngü, Bir Gün 365 Saat ve Evcilik gibi filmler, kadına şiddet ve gizli veya açık bir feminizm örgüsü üzerinde ilerleyen filmler. Ayrıca yaklaşan Ankara Film Festivali’nin Dünya Sineması bölümü seçkilerinden biri de, genç kadın yönetmenlerin başarısını kutlayan 7 filmin gösterileceği, “Bir Kadın Filmi” seçkisi, kadın gündeminden payını almaya devam ediyor.

HAZIR KAMERA KADINLARA ÇEVRİLMİŞKEN

Yerel bir hikayenin globale aktarılmasında kadın sorunu biçilmiş kaftan. Ülkemizdeki yönetmenler de dünyada ilgi görmek için bu konuya odaklanmış olabilir. Tıpkı geçtiğimiz yıllarda LGBT mevzusuna odaklandıkları gibi. Şu var ki her ne kadar dünyadaki kadınlar büyük sorunlar yaşasa da dil, din, ırk, gelenek, görenek gibi yerel farklılıklar burada da devreye girer. Avrupalı bir kadınla, Kastamonu’da yaşayan bir kadının sorunları aynı olamaz. Tıpkı Filistinli bir kadının sorunu ile aynı olamayacağı gibi. Kadın meselesine bakışta yönetmenlerimizin en büyük hatası, yerel kodları görmezden gelip, global ölçekte Avrupalı kadını anlatır gibi olaya yaklaşmaları. Zaten Türk sinemasının en büyük sorunu da bu değil mi? Ekranda gördüklerimiz hiçbir zaman, Anadolu insanını geçin, şehirde yaşayan insanımızın hikâyesi olmadı. Belli ki son zamanlarda festivallerde ödül almak için kadın meselesi anlatmak gerekiyor. Hazır kamera kadınlara çevrilmişken, belki bu gözle de bakan olur.