Rabia Bulut
Dünya aynı hikayelerin farklı versiyonlarının yaşandığı bir yer. Kahramanlar farklılaşıyor, mekanlar değişiyor, sınırlar uzaklaşıyor. Ama hikayeler aynı. Onları farklı kılan yaşayan kişinin bakış açısı, inancı, kişiliği oluyor. O zaman her hikaye kendine has oluyor. Ayın o zamanı geldiğine göre köşemizin konuklarını sizlere duyuralım. Bu ay köşemizde Ulaş Işıklar’ın “Demirkubuz - Yolu Yok… Çekeceksin!” ve Atillâ Dorsay’ın “Benim Sevgili ‘6 Silahşörler’im” kitaplarını konuk edeceğiz.
ALTI SİLAHŞÖRLER DİLERİZ HEP ÜRETİR
İlk olarak eylül ayında Remzi Kitabevi’nden çıkan Atillâ Dorsay’ın “Benim Sevgili ‘6 Silahşörler’im” kitabından bahsedelim. Sinema eleştirmeni Dorsay’ın sinema alanında birden çok eseri bulunuyor. Kendisi güncel filmleri de yakından takip ediyor. “Benim Sevgili ‘6 Silahşörler’im” de sinemamızın usta yönetmenleri; Reha Erdem, Nuri Bilge Ceylan, Yeşim Ustaoğlu, Zeki Demirkubuz, Derviş Zaim ve Semih Kaplanoğlu’nun filmlerine dair yazdıkları yazıları bir araya getiriyor. Kitabın kapağında yanına Yeşim Ustaoğlu’nu, Derviş Zaim’i, Reha Erdem’i ve Semih Kaplanoğlu’nu alıyor. Silahşörlerin altıncısı Nuri Bilge Ceylan’ı ise arka kapakta Dorsay ile yan yana olduğu fotoğrafta görüyoruz. Kitabında radarıma bu anekdottan girdiğini söylemem gerekiyor. Kitapta yönetmenlerin son filmleri dahil olmak üzere filmografisinde yer alan bütün filmlere dair kısa değerlendirme yazıları okuyoruz. Dorsay onların radarına girişini; “Yeşilçam’ın son yıllarına yetişmiş, birçok başarı veya tersine bunalım dönemlerine katılmış, ama özellikle 90’larda işe başlayan bir kuşağın yepyeni yeteneklerine tanık olmuştum. Öylesine özel, ve yaratıcı idiler ki… Ve böylece o kuşak benim en büyük ilgi alanım oldu. Hemen hiçbir filmlerini kaçırmadım; kimi zaman biraz yanılgılara düşsem de, sonuç olarak sanıyorum ki onlara gerçekten hak ettikleri o onurlu yeri kendimce sunmaya çalıştım. Ve önemli ölçüde de başardım.” diyerek anlatıyor. Kitabın içeriğini ve amacını ise: “O değişik kitaplarda kalmış eleştiriler gözden geçirilmiş, bir kuşak üzerinde yoğunlaşmış bir çerçeveden veriliyor. En başa koyduğum biyografi özetleri de onların kariyerlerinin köklerine eğiliyor. Sanırım o kuşak bundan daha fazlasını da hak ediyordu. Benim naçizane katkımı böylece has sinefillere sunuyorum. Umarım ilgi duyar, okur ve seversiniz. Ve yine umarım ki hepsi hayatta olduklarına göre, bizlere yeni eserlerini sunmayı da ihmal etmezler. O kendimce koyduğum romantik adla Benim Sevgili ‘6 Silahşörler’ime sanırım hâlâ ihtiyacımız var!...” şeklinde belirtiyor. Yönetmen sineması üzerine okumalara başlamak isteyenler için iyi bir başlangıç noktası olabilir diyerek bu kitaba dair sözlerimizi bitirelim.
‘ZEKİ AĞABEY’E EVRİLEN YOLUN HİKAYESİ
Fikirler akıllara gelir de hayata geçiren kendi hikayesini tamamlamış olur. Yüksek lisans tezim için Metin Erksan’ın “Sevmek Zamanı” ve Zeki Demirkubuz’un “Masumiyet” filmleri üzerine çalıştım. En sonuna da bir Demirkubuz röportajı koyma fikrim vardı. Ama olmadı. Akademisyen Ulaş Işıklar “Demirkubuz - Yolu Yok… Çekeceksin!” kitabında fikrini hayata geçirdiğini okuduğumda bu fikrim aklıma gelmedi değil. Sonrasında kitabı okurken kendi yüksek lisans tezimi yazma süreçlerime de gitmedim değil. Tabii ki yazımızın konusu o süreçler değil. Doruk Yayınları’ndan çıkan kitapta Işıklar, bizlere doktora tezinin yazım sürecinden başlayarak, Demirkubuz’un bir fiil hayatına, nasıl dahil olduğunu anlatıyor. Aralarda kuramsal çerçevede tezinde yer alan incelemeler de yer alıyor. Ama kitabı farklı kılan; yazım sürecinin kişisel olarak zorluklarından, takıldığı yerlerden bahsetmesi. Aynı zamanda akademik tezlerin insanın hayatından uzak, mekanik bir şey olmadığını da gösteriyor. Işıklar kitabın hikayesini: “Doktora sürecimi adeta bir ‘tarihsiz günlük’ gibi yazacaktım. Böylece, Zeki Ağabey ile aynı süreç içinde gelişen tanışıklığımı da aktarabilirdim. Anılara dayalı bir tür yazılı-belgesel olacaktı bu. Gerçeklerden ilham almayacak, bizatihi gerçekleri içerecekti. Demirkubuz filmlerinin akademik analizleri de zamansal çizignin bütünselliğinde aşağı yukarı gerçekten yazıldıkları güne denk gelecekti. Bu sayede, hem Demirkubuz filmleriyle ilgili felsefi çözümlemelerim hem de Zeki Ağabey ile geçirdiğim kıymetli anlar bir arada okuyucuya ulaşacaktı. Böylece, bilinen yazınsal türler anlamında pek de benzeri olmayan bu kitap ortaya çıktı.” diyerek anlatıyor. Yazılı-belgesel ifadesi aslında yapmak istediğini açıklıyor. Ve istediğini başarıyor.
Işıklar’ın kaleminden, Zeki Demirkubuz’un hayatında Zeki Bey’den Zeki Ağabey’e evrilişini okuyoruz. Ama okurken bu gelişimin Zeki Demirkubuz’un sinemasından bağımsız olmadığını görüyoruz, duyuyoruz ve düşünüyoruz. “Yazgı”nın, “Kor”un, “Bulantı”nın hem akademik incelemelerini hem de kişisel hayattaki etkilerini okuyoruz. Demirkubuz’un son filmi “Hayat”ın ilk metnini Işıklar’ın okuduğunu öğreniyoruz. Demirkubuz’un akademiye dair düşüncelerini de okuyoruz. Nasıl mı? Işıklar, aralarında geçen diyaloğu şu şekilde aktarıyor:
“Demirkubuz: Akademisyenden yönetmen olmaz be Ulaşcığım.
Işıklar: Neden öyle diyorsun abi.
Demirkubuz: Var mı bildiğin film çeken akademisyenler?
Işıklar: Var abi, herkez biliyor.
Demirkubuz: Nasıl sence filmleri?
Işıklar: Pek iyi değil.
Demirkubuzİşte bak, kendin söylüyorsun. İyi olamaz çünkü.
Işıklar: Neden abi?
Demirkubuz: Bir kere akademisyenlik doğası gereği sınırlara dayalı bir iş. Bilgiyi sınırlandırmanız gerek öğrencilerin anlayabilmesi için. Yıllar içinde kalıplaşıveriyor akademisyenler. Sabit birer kütle oluyor, kaskatı. Sanatçılık ise tam tersi. Sınırsız bir hayal gücü gerektirir. Katılaşman, sürekli yenilenmen lazım sanatçı olabilmek için.”
Bu diyalog sonrası ise Işıklar bozulduğunu belirtiyor, Demirkubuz da sohbet ettiklerini belirterek, numarasını değiştirdiğini ve yeni numarasını yazmasını söylüyor. Bu diyalogları, röportajları okurken Demirkubuz ile bir nehir söyleşi yapılsa ne güzel okunur diye de düşünmeden edemiyor insan. Umarım ve dilerim ki o da bana nasip olur sevgili okur.