Tuvalin karşısında ‘Yan Yana’lar

“Yan Yana” sergisi, sanatçı çiftlerin hem ortak yaşamlarını hem de birbirinden ayrışan sanat dillerini görünür kılıyor. Küratör Ömer Faruk Şerifoğlu, Eren ve Bedri Rahmi çiftinin sanat tutkusuyla birbirine bağlandıklarını hatırlatırken, Melahat ve Eşref Üren çiftinin eserlerini bir araya getiren küratör Ali Kayaalp ise çiftin daha hiyerarşik bir ilişkide olduğunu anlatıyor.

Latife Beyza Turgut
Arşiv.

Türkiye İş Bankası Resim Heykel Müzesi’nin “Yan Yana” başlıklı süreli sergisi sanat dünyamızdan iki önemli çiftin, Melahat ve Eşref Üren ile Eren ve Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun eserlerini bir araya getiriyor. Sergi, yalnızca iki sanatçı çiftin yaşamını ve üretimini aktarmakla kalmıyor; aynı zamanda her bir sanatçının birbirinden farklı ancak kesişen sanat yolculuklarını da izleyiciye taşıyor. Eren Eyüboğlu ile Melahat Üren’in kendilerine özgü duyarlılıkları, Bedri Rahmi Eyüboğlu ile Eşref Üren’in anlatımlarıyla bir araya geldiğinde, ortaya yalnızca bir çiftler hikâyesi değil, çok sesli bir sanat tarihi anlatısı çıkıyor. Sergileri küratörleri Dr. Öğr. Üyesi Ali Kayaalp ve Ömer Faruk Şerifoğlu ile konuştuk.

Melahat ve Eşref Üren sergisi hangi nitelikler üzerine kurgulandı?

ALİ KAYAALP: Bu sergi, sanatçı çiftlerin birlikteliği temasını vurguluyor. Melahat ve Eşref Üren çifti, otuz yıldan uzun bir süre boyunca birlikte oldu; beraber yaşadılar ve ürettiler. Tabii birliktelik her zaman dikensiz bir gül bahçesi de değildir; zorluklar da var. İkisinin arasında bir etkileşimin olduğu da muhakkak. Sergi, bu ortaklığın altını çiziyor ancak Melahat Üren’in biraz daha ön planda olduğu bir sergi bu. Melahat Hanım, yaşantısı boyunca Eşref Bey’in gölgesinde kalmıştı – düşünün ki, elli yıllık ömründe bir kişisel sergisi yoktur Melahat Hanım’ın. Hakkında fazla yazılıp çizilmemiştir de. O yüzden bu sergi biraz da Melahat Üren’in Türk sanat tarihindeki yerini yeniden belirlemeye yönelik bir çabadır.

Sanat üretimlerinde birbirlerini teşviki ya da etkileri hakkında neler söylemek istersiniz?

ALİ KAYAALP: Tanıştıklarında, Melahat Hanım henüz Erzurum Lisesi’nde öğrenci; Eşref Bey de aynı okulda resim öğretmeni. Evlendiklerinde de Melahat Hanım henüz yirmi yaşında değil, Eşref Bey ise kırkına yakın. Bu yüzden aralarındaki ilişki hiyerarşik bir ilişki. Melahat Hanım’ın resme hep ilgisi olmuş ama kendisi Güzel Sanatlar Akademisi çıkışlı değildir. Resme dair bildiği çoğu şeyi Eşref Bey’den öğreniyor. 1938’de Paris’teler, Eşref Bey orada André Lhote ve OthonFriesz atölyelerine devam ediyor – özellikle ilki, Cemal Tollu’dan Sabri Berkel’e, Neşet Günal’dan Adnan Çoker’e, Türklerin çok rağbet ettiği atölyelerden. Melahat Hanım da Paris’in müze ve galerilerini dolaşıyor, kendini yetiştiriyor. Çok çalışkan biri. Renkçiliği önemli ölçüde Eşref Bey’den öğrenmiştir. İlk başlarda daha ürkek ama zamanla kendine güveni artmış, özgün fikirlerini resmine yansıtmış. Şu da var: Melahat Üren, Akademili olmadığından kuralların bağlayıcılığından uzaktır. Daha serbest davranabilmesini otodidakt oluşuna borçluyuz.

Ali Kayaalp

Bir kişisel sergi açabilseydi

Çiftin birlikte yaşadıkları ve ürettikleri ortamın üretimlerinde ortak motiflere yer açtığından bahsedebilir miyiz?

ALİ KAYAALP: Melahat Hanım, Midilli Adası muhacirlerinden, Eşref Bey ise İstanbullu. Öyle olduğu halde, Ürenler Ankara’yla özdeşleşmiş bir çifttir. Sonradan yerleşmişler ve Ankara’yı çok sevmişler. Resimlerinde Ankara’yı sıklıkla tasvir etmişler. İç mekân, ölü doğa ve portre, her ikisinin de sıkça çalıştığı konuların başındadır. Çok sevilen bir çift olduklarından, evleri misafirlerle dolup taşarmış; onların portreleri karşımıza sık çıkar. Hayvanlara, özellikle kedilere düşkünler; evlerinden kediler eksik olmamış – o yüzden kedileri de tasvir ediyorlar. İzlenimcilerden Nabiler’e, çok farklı etkileri sergileyen bir çift Ürenler. Resimleri renkçi ve ışıklıdır. Tabii Eşref Bey’in aldığı akademik eğitimin etkileri de görülüyor – farklı dönemlerinde bakılınca, bu etkilerin nasıl belirginleştiği ve nasıl silikleştiği rahatlıkla görülür. Öte yandan, Melahat Hanım daha deneyci.

Resmi bırakırsak ayrılalım

Sanatseverlerle buluşan Eyüboğlu seçkisi hangi nitelikler üzerine kurgulandı?

ÖMER FARUK ŞERİFOĞLU: “Yan Yana” sergisi, modern Türk resminin dört önemli sanatçısına odaklanıyor. İki sanatçı çiftin erkekleri Türk Resminin iki büyük ustası olarak görünür olmuş ve literatüre geçmişken, eşlerine göre -farklı sebeplerle- geride kalan iki kadın sanatçının bir adım öne çıkarılarak, aynı ortamlarda gerçekleştirdikleri üretimler, yan yana sergileniyor. Dönemin paradigmalarından uzak, olabildiğince nesnel bir yaklaşımla iki ayrı sanatçı çiftinin sanat serüvenleri ve üretimlerinin bir arada görülebildiği sergi, kanonik yaklaşımdan farklı bir okuma önerisi getiriyor. Her çifti kendi içinde eser sayısından başlayarak dengeli biçimde yan yana göstermeye karar verince, iki sanatçının sanat ve yaşam serüvenlerinde birlikte yol alırken gerek üslup gerek tema olarak yaklaştıkları ve uzaklaştıkları bölümler oluşturarak ikisinin yan yana ama bağımsız birer karakter/sanatçı olduğunu vurguladık.

Eren ve Bedri Rahmi çiftinin sanat üretimi konusunda birbirine etkisi ne derecede?

ÖMER FARUK ŞERİFOĞLU: Sanat tutkusuyla birbirine bağlanmış ve bir sevda masalını birlikte yaşamış Eyüboğlu çifti. “Birimiz resmi bırakırsa, ayrılalım” diye sözleşmişler, evlendikleri gün. Sergide birbirlerini resmettikleri portrelerde bu aşkı çok kolaylıkla görmek mümkün. Aynı şehirden veya aynı konudaki resimlerinde de bu yakınlığı okuyabiliyoruz. Sergide birçok duvarda yan yana gelen eserlerde, ikisi arasındaki yakınlaşma ve ayrışma da rahatlıkla görülebilir. Eren ve Bedri Rahmi Eyüboğlu, büyük ölçüde aynı kaynaklardan beslenmiş, sanat ve yaşam yolculuklarını beraber yürümüş olduklarından, kişisel üslup ve üretim pratikleriyle ayrışmaları dışında, bütün doğallığıyla “yan yana” olmuşlardır, 50 yıla yakın…

Ömer Faruk Şerifoğlu

Aşklarının ilk şahidi Tollu’dur

Cemal Tollu, çiftin özel yaşamlarındaki birlikteliklerine karşın, üretimlerindeki zıtlığa dikkat çekiyor. Siz aralarında nasıl bir gerilim ya da tamamlayıcılık görüyorsunuz?

ÖMER FARUK ŞERİFOĞLU: Eren-Bedri Rahmi Eyüboğlu aşkının vesilesi ve ilk şahidi Cemal Tollu’dur. O günleri yıllar sonra 1948’de bir sergi dolayısıyla kaleme alır: “Eren’i daha evvel tanımıştım. André Lhote’un atölyesinde beraberdik. Yine şimdiki gibi, resim yaparken coşar, değil etrafındakilerle, kendisiyle bile alakadar olmazdı. Çok çalışır, her zaman heyecanlı olmasına rağmen, itidal ve temkinden ayrılmazdı. Bir gün benimle tanışmak üzere atölyeye gelen Bedri Rahmi ile karşılaştılar. Ve masallarda olduğu gibi ilk görüşte birbirlerini sevdiler... Bu tanışma neticesinin her ikisinin de sanat hayatlarında müessir olduğuna işaret etmek isterim. Ressam Bedri’ye rehberlik eden şair Bedri Rahmi oldu. Eren ne kadar inşai ve daha çok plastik unsurlara kıymet veriyorsa, Bedri aksine olarak tabiatı bir hayal âlemi içinde, daha çok hissiyle, zevkiyle görüyordu.” Benzer bir yorumu Ahmet Hamdi Tanpınar da yazar, hatta Eren Eyüboğlu’nu resimde şiirsel natüralizmin öncüsü kabul edilen ünlü ressam Pisanello’ya (1395-1455) benzetir: “Eren belli ki kocasından rahat çalışıyor. Fırçası ve paleti emrine tâbi. Tabiat karşısında hiç şaşırmıyor. Realiteyi yakından kavrıyor. Bunda kadın olmanın hissesi de var... Bu yüzdendir ki Eren daha ‘bitmiş eser’ hissini veriyor.” Bedri Rahmi ve Eren Eyüboğlu’nun birbirlerine yazdıkları ve dört cilt olarak yayımlanan Aşk Mektupları’ndan da takip edebildiğimiz gibi aşkla, tutkuyla, birbirlerini daima resim çalışmaya motive etmişlerdir. Sergide ikisinin de duygularını açık eden çok sayıda eser var. Özellikle Bedri Rahmi, Anadolu’nun kültürel ve sanatsal birikimine hâkim bir sanatçı olarak, Anadolu’dan beslenerek yarattığı onlarca özgün motif yorumlarıyla Türk sanat tarihinin ölümsüz isimlerinden biri olmuştur. “Eren, anadan doğma ressamdır” tespiti, Eren Eyüboğlu’nun kabiliyetini, yeteneğini tespit anlamında Bedri Rahmi tarafından kurulmuş bir cümledir. Kendisinin ise çalışarak ressam kimliğini kazanmış olduğunu söyler. Eren Eyüboğlu, en büyük eleştirmeninin eşi Bedri Rahmi Eyüboğlu olduğunu kendisi dillendirir; dolayısıyla tüm Eren Eyüboğlu resimleri Bedri Rahmi’nin beğenisinden geçmiştir diyebiliriz.

İki şehir, dört sanatçı, bir dönem ruhu

Dört sanatçının Türkiye’de d Grubu sonrası gelişen ortamda ve akademi çevrelerinde yollarının kesiştiğini tahmin ediyoruz. Peki, aralarındaki ilişki düzeyi neydi?

ÖMER FARUK ŞERİFOĞLU: 1928-1932 yıllarında birkaç yıl arayla André Lhote atölyesinde resim çalışan Eşref Üren, Eren ve Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun yolları Paris’te kesişti mi bilemiyoruz; ama sonraki yıllarda pek çok kez görüşüp ahbaplık ettiklerini, birbirlerine değer verdiklerini biliyoruz. Fırçaları gibi kalemleri de işleyen bu iki usta, birbirlerini muhtelif vesilelerle selamlamışlar, birbirlerinin sergileri vesilesiyle oldukça coşkulu yazılar yazmışlardır. Bedri Rahmi’nin Eşref Üren üzerine yazısının başlığı “Bir Evliyamız Var” idi; Eşref Üren ise Bedri Rahmi Eyüboğlu’nu “büyük üstatların bol güneşinde yetişmiş, ele avuca sığmayan bir renk sarhoşu” olarak tanımlar. İki sanatçı çiftin yoğunluklu üretim zamanları 1930-1980 yıllarıdır. Eserlerinde gerek tema gerek üslup ve renk tercihleriyle o yılların ruhunu yakalamak mümkündür. Eyüboğlu ve Üren çiftleri yaşadıkları dönemde, biri İstanbul’da diğeri Ankara’da sanat çevrelerinin odağındaki isimlerdendir. Eyüboğlu çifti özelinde söyleyecek olursam; onlar Çağdaş Türk sanatının kurucu isimlerindendir ve yetiştirdikleri onlarca sanatçıyla kuşaklar boyu yaşayacak canlı birer damardır.

Kendine ait bir odaya kavuştu

Sergide Melahat Hanım’ın şiir, mektup ve notlarıyla kalemine de tanık oluyoruz. Böylece yaşamı boyunca müstakil bir sergi açmamış olan Melahat Üren, bu sergiyle “kendine ait bir oda”ya kavuşuyor diyebilir miyiz?

ALİ KAYAALP: Melahat Üren çoğu sanatçı kadın gibi görünmezlik sorunundan mustarip. Şiirler, romanlar kaleme alıyor; resimlerin yanında karikatürler çiziyor, bilmece ve piyesler yazıyor. Kendini üretmeye adamış, ancak Eşref Bey’le evliliklerinin onu hep geri planda bırakan bir yanı olmuş. Sanat tarihi kitaplarında Melahat Üren, uzun süre “Eşref Üren’in karısıdır, o da resim yapar” cümlesiyle geçiştirilirdi. “Kendine Ait Bir Oda”, tüm bu koşulların ördüğü görünmezliği kırma çabasından doğdu. İleride Melahat Üren’in bir kişisel sergisi açılacağı zaman, burası bir başlangıç olarak kabul edilebilir.