Verda’nın Ölümü üzerine düşünmek

Günümüz roman yazarları arasında haklı bir üne ve övgüye sahip isimlerden İnci Aral yeni kitabıyla okurunu bir kez daha selamlıyor. Everest Yayınları arasında çıkan Verda’nın Ölümü adlı romanında yazar kırılgan bir aşk hikayesi üzerinden toplum normlarına ve insan ilişkilerine dair yeni sorular soruyor.

Aslı Gül
Arşiv.

Hem ülkemizde hem de dünyada sık sık gündeme gelen kadın cinayetlerini daha çok üçüncü sayfa haberlerden hatırlıyoruz. Yazdığı romanlarla toplumun sesi olan İnci Aral ise son romanında bu defa kadın cinayetlerine farklı bir pencere açıyor. İnci Aral’ın kaleminden çıkan ve Everest Yayınlarının okura sunduğu Verda’nın Ölümü, güçlü, derinlikli ve bir o kadar da kırılgan bir aşk hikâyesini, tutku ve kıskançlığın gölgesinde şekillenen bir evliliğin yok oluşunu ve tüm bunların bir kadının yaşamına mal oluşunu konu alıyor.

Romanın merkezinde köklü bir soyun mirasçısı, sanat bakanı olmanın getirdiği güç ve itibarın gölgesinde yaşayan Ata, bulunuyor. Ata, siyasette yükselişte olduğu dönemlerde dışarıdan bakıldığında disiplinli, sağlam ve köklü olmasına rağmen iç dünyasında arayışta olup eksik bir yanını tamamlayacak aşkı bekler. Gençliğini yüzeysel ilişkilerle tüketmiş olup ruhunu gerçek anlamda besleyecek, sevebileceği, sevileceği, kalbini alevlendirecek o kadını arar. Geleneksel bağlarla yoğrulmuş bir yanı, modernliğin cazibesine kapılan diğer yanıyla sürekli çatışır.

Bir gün yolu, müziğe tutkuyla bağlı, genç ve güzel bir kadın olan Verda ile kesişir. Verda, bir soprano olma hayali kurmakta, sanatın içinde kendine yeni ufuklar açmak istemektedir. Zekâsı, birikimi ve çekiciliğiyle Ata’nın dikkatini çeker. Ata, kısa sürede ona âşık olur ve evlenme teklifi eder. Çeşitli vaatler ve ikna edici sözlerle Verda’yı evliliğe razı eder. Müzik alanında ilerlemeyi hedefleyen Verda, içinde büyük bir tereddüt yaşasa da çizilen hayaller karşısında bu evliliğe razı olur.

KADIN VE ERKEGİN DÜNYASINA BAKIŞ

Ne var ki bir zaman sonra ülkenin sanat bakanı olan Ata’nın kıskançlığı, sahiplenici ve kontrolcü tavrı ve geleneksel değerlerle örülü bakış açısı, Verda’nın özgür ruhu ve hayalleri ile çatışır. İhtiras, kavgaya, suçlamaya; aşk ise ızdıraba dönüşür. Evlerinde bazen derin bir tutku, bazen de kavgalar vuku bulur.

Aral, romanında iki insanın aşkının yanı sıra bir toplumun kadın ve erkek rollerine biçtiği kalıpları da sorgular. Verda’nın bağımsızlık arzusu ile Ata’nın iktidar arayışı arasındaki çelişki, bireysel bir trajedinin ötesinde, toplumsal bir soruna da ayna tutar.

KADIN CİNAYETİ VE VİCDAN MUHASEBESİ

Yıllar geçer, evlilik inişli çıkışlı bir yolculuğa dönüşürken bir gün hayatlarına bir keman virtüözü girer. Ata, eşinin bu adamla yakınlık kurduğundan şüphelenir ve bir akşam kıskançlık krizine girerek Verda’yı salonda çocuklarının gözü önünde öldürür.

Ata, gücün ve iktidarın koruyucu gölgesi altında hapis cezası almaz, Ata her ne kadar yargılanmak ve hak ettiği cezayı çekmek istese de sistem bunu kabul etmez. Ancak Ata kendi vicdanından kaçamaz ve kendi kendini defalarca vicdan mahkemesinde yargılar. “Öyle mi, yoksa kendime yakıştırdığım bunca tamlık, hırs dolu kusursuzluk maskesinden mi ibaret?” diye sorar kendi kendine. Dışarıdan başarıyla örülü hayatının ardından derin bir kırgınlık ve pişmanlık yaşar. “Erişilebilir mutluluk yoktur, varsa da dipsiz bir kuyudur. Bütün yanlışlarım sözden öte anlamı olmayan hayali bir mutluluk kavramından doğdu. Ben de herkes ya da birçoğumuz gibi kendimden yorulmuştum.”

TÜM KADINLARIN SESİ OLUR

Öte yandan Verda, cinayete kurban giden tüm kadınların da sesi olur kitapta: “Sen beni bıraktın. Buna rağmen yaşamaya hakkım vardı, öldürülen bütün kadınlar gibi o kanlı canileri sevmemek, bırakma özgürlüğü ve hakkım vardı.” Sonunda “ölüm” bir canla birlikte bir aşkın, bir hayalin, bir evliliğin de sonu olur. Verda’nın Ölümü, aşkın hem kurtarıcı hem de yok edici yanını çarpıcı bir dille resmeden, okurun yüreğine dokunan bir eser olarak öne çıkar.

Ve Ata, o denli bir pişmanlık yaşar ki kendi vicdan muhasebesinin de ötesine geçerek Verda’nın ardından “Mevsimler, günler birer birer, sessizce geçip gidiyor. Ya ben? Ben daha ne zaman kadar canına kıydığım kadını özleyeceğim…?” der.

İnci Aral, romanında bir aşk hikayesi üzerinden kadın erkek arasındaki ilişkiyi güç ve toplumsal normlar üzerinden ele alarak okurun zihninde yeni sorular oluşturuyor. Aynı zamanda kadın cinayetlerini de bir kez daha gündeme taşıyan Aral okurunun gönlündeki seçkin yerini korumaya devam ediyor.

Başarılı bir dille aşk hikayesi üzerinden anlatılan kadın cinayeti okura bir kez daha toplumdaki değer yargılarını, modern hayatın görünmeyen baskılarını, kadına yönelik şiddeti bir erkek karakterin iç dünyasında gezinerek anlatan İnci Aral toplumun önemli bir yarasına başarılı bir romanla dikkat çekiyor.