“Suffe” lügatte “eyvan, sofa ve gölgelik” gibi anlamlara gelir. İslam ev kültüründe ise, evin önünde veya etrafında bulunan etrafı yüksek duvar ya da çitle çevrili avlu ve harem olarak ifade edilen mekan için kullanılmaktadır. Genel olarak bu anlamlara gelen Suffe kelimesi, hicretten sonra Medine’de Mescid-i Nebevi inşa edilirken Hz. Peygamber’in, evi barkı olmayan yoksul sahabilerin barınması için mescitte ayırdığı bir mekanın özel adı olmuştur.
Suffe başlangıçta bir istirahatgâh, barınma yeri ve misafirhane olarak tasarlanmış ve böyle bir amaç için kullanılmıştır. Hicretten sonra muhacirler ile ensar arasında kurulan kardeşlik neticesinde, aile olarak hicret eden Mekkelilerden her biri Medineli ailelerin gösterdiği uygun bir yere yerleşmiş, ancak bekar olarak gelen ve kimsesiz konumunda bulunan fakir muhacirlere yer bulmak kolay olmamıştır. Hz. Peygamber bu durumdaki ashabı bir arada tutmak, bunların iaşe ve ibâtesini merkezi bir yerden sağlamak için Suffe’yi bunlara tahsis etmiş, yağmurdan, güneşten ve soğuktan korunmak için de üzerini hurma dallarıyla örtmüş, bu yolla rahat edecekleri bir ortam hazırlamıştır.
Suffe’nin ilk sakinleri olarak Mus’ab b. Umeyr, Bilal b. Rabâh el-Habeşi, Abdullah b. Mesud, Selman el-Farisî, Ammar b. Yasir ve Suheyb b. Sinan er-Rumî zikredilebilir. Suffe’ye yerleşen sahabilerden bir kısmı burada daimi olarak kalırken, bir kısmı bir müddet kaldıktan sonra çeşitli sebeplerle ayrılıyordu. Yeni Müslüman olan veya İslam bilgisini artırmak isteyen taşralılardan Medine’ye gelip bir süre Suffe’de kaldıktan sonra öğrendiklerini kabile halklarına öğretmek üzere dönenlerin olduğu bilinmektedir. Ancak en önemli ayrılma nedenlerinden biri evlilik idi. Suffe’de kalan bekarlar evlenince, buradan ayrılır eve taşınırlardı. Aslında bunların evlenmelerini Hz. Peygamber de istiyor ve bunlara bu konuda yardımcı oluyordu.
BARINMA YERİ OLARAK SUFFE
Ashab-ı Suffe, İslam’a gönülden bağlı olan, sırf Allah ve Rasulü istediği için yerlerini yurtlarını terk eden kimsesiz ve fakir sahabilerden müteşekkil bir topluluktu. Muhacirlerin Medine›ye gelmesinden sonra Ensar’ın ellerindeki imkanları onlarla paylaşması ve stokların tükenmesi neticesinde bir darlık ortaya çıkmış, yiyecek bulma konusunda sıkıntılar yaşanmış, en büyük sıkıntıyı da Suffe Ashabı çekmiştir. Bütün sıkıntılara rağmen onlar aç da kalsalar başkalarından bir şey istemez, asla dilenmezlerdi.
Muhacirlerden oluşan Suffe Ashabı’nın yiyeceği genellikle hurma idi. Onlar hurmaya alışık olmadıkları için zaman zaman midelerinin yandığını söyleyerek serzenişte bulunurlardı. Bu serzenişler Hz. Peygamber’in kulağına gidince Suffe’ de kalkıp bir konuşma yapmış, konuşmasında özetle “Yeminle söylüyorum, eğer ekmek veya et bulsam onu size mutlaka yediririm. Ancak bunlar yok. Yalnız bunlara kavuşmanız anı yakındır” diyerek Ashab-ı Suffe’yi teselli etmiş ve onlara sabır tavsiye etmiştir.
Hz. Peygamber, Ashab-ı Suffe’yi sabır göstermeye davet etmekle birlikte onların ihtiyaçlarını karşılamaktan da geri kalmamıştır. O, kendisine gelen sadakaların tamamını, hediyelerin de büyük bir kısmını onlara veriyordu.
EĞİTİM KURUMUOLARAK SUFFE
Barınma yeri olarak hazırlanan ve başlangıçta bu maksatla kullanılan Suffe, ilerleyen zamanda ilmi müzakerelerin yapıldığı bir merkez haline dönüşmüştür. Bu dönüşüm planlı bir şekilde olmamış, ortam, gelişmeler ve şartlar bunu gerekli kılmıştır. Ashab-ı Suffe, Allah Rasulü'nü yakından takip ettikleri ve vakitlerinin büyük bir kısmını onu dinleyerek geçirdikleri için kısa zamanda iyi bir bilgi birikimi elde etmiş ve Suffe’yi bir eğitim kurumuna dönüştürmüştür. Bunlar zamanlarının büyük bir kısmını, özellikle de toplu halde bulundukları akşam vakitlerini Kur’an öğrenerek ve öğreterek, ayrıca Hz. Peygamber’den duydukları hadisleri müzakere ederek değerlendirirlerdi. Buradaki müzakerelere ve eğitim-öğretim işine bizzat Hz. Peygamber de zaman zaman katılmış, sorulan sorulara cevap vermiş, ihtiyaç duyulan konularda açıklamalarda bulunmuştur.
SUFFE’NİN ORTADAN KALKMASI VE SONRAKİ DÖNEMLERE ETKİSİ
Hz. Peygamber’in Medine hayatı boyunca hem misafirhane ve hem de eğitim yeri olarak işlev gören Suffe’nin Efendimiz'den sonra devam edip etmediği konusunda kaynaklara kesin bilgi intikal etmemiştir. Ancak Hz. Ebu Bekir’in hilafete geçmesi ile birlikte başlayan fetih hareketleri neticesinde elde edilen ganimetlerle Müslümanların zenginleşmesi, Hz. Ömer devrinde herkese Beytülmal’den maaş tahsis edilmesi, sahabenin bir kısmının İran ve Bizans’tan fethedilen yerlere gidip yerleşmesi, dini bilgi öğrenme ve öğretmenin de her tarafta açılan mescitlerde yapılmaya başlanması gibi hususlar Suffe’ye duyulan ihtiyacın ortadan kalktığını ve devam etmediğini göstermektedir.
Suffe bu şekilde tarihteki yerini almış, ancak burada yetişen Ashab-ı Suffe’nin bir kısmı sonradan idari, askeri ve dini konularda önemli hizmetler görmüş, İslami ilimlerden özellikle hadis, fıkıh ve tasavvufun şekillenmesinde rolleri olmuştur. Ashab-ı Suffe, hadislerin naklinde ve hadis ilminin şekillenmesinde önemli bir yere sahiptir. Ravi sahabiler gözden geçirildiğinde bunu hemen fark etmek mümkündür.
Kur’an ve sünnet yanında fıkhi meseleleri de bizzat Efendimizden öğrenen Suffe Ashabı, bu bilgilerini de talebelerine aktarmışlardır. Hicri 2. ve 3. asırlarda oluşan dört mezhep imamından her birinin bilgisi ve görüşleri, çeşitli hocaları vasıtasıyla Ashab-ı Suffe’den bir sahabiye ulaşmaktadır.
İslam'da önemli bir yere sahip olan zühd anlayışı, tasavvufi hayat ve Tasavvuf ilminin de Ashab-ı Suffe’ye dayandığı kabul edilir.
Netice olarak şunu söylemek mümkündür: Barınma yeri olarak başlayıp sonradan ilim merkezi haline dönüşen Suffe, İslam tarihinin ilerleyen safhalarında ortaya çıkan önemli birtakım müesseselerin başlangıcı olmuştur. Ashab-ı Suffe’nin burada ücretsiz olarak barındırılması ve maddi durumu iyi olan sahabilerin bunlara karşılıksız yardımda bulunması gibi hususlar güzel bir örnek teşkil etmiş, bu fedakarlıklardan alınan ilhamla sonraki dönemlerde fakirlere, kimsesizlere, dul ve yetimlere sahip çıkan vakıflar kurulmuş ve canlı bir şekilde sosyal hayata girmiştir.
İlim merkezi haline dönüşen ve İslam'da ilk eğitim müessesesi olarak ortaya çıkan Suffe, aynı zamanda sonradan kurulup yaygınlaşacak olan medrese, dârulhadis, tekke, zaviye, hatta Sıbyan Mektepleri gibi kuruluşların da öncüsü olmuştur. Muhammed Hamidullah, Suffe’nin İslam’ın ilk üniversitesi olduğunu söyler. Gerek barınma yeri ve gerekse ilim müessesesi olarak Suffe’den hareketle sonradan ortaya çıkan kuruluşların bir kısmı resmi, bir kısmı gayriresmi olarak günümüzde de değişik isimlerle varlığını sürdürmekte ve aynı ruh ile hizmet vermeye devam etmektedir.