İnsan hayatını şekillendiren en önemli unsurlardan biri hiç kuşkusuz iktisattır. Bireysel yaşamdan toplumsal düzene kadar her alanda etkisini hissettiren bu alanı anlamadan, insanlık tarihini tam olarak kavramak mümkün değildir. Ticaret, tarihin en eski dönemlerinden beri farklı biçimlerde varlığını sürdürse de paranın icadı bu alana bambaşka bir boyut kazandırmıştır.
Osmanlı’nın iktisadi ve toplumsal yapısını anlamak için de paranın izini sürmek gerekir. Devletin kuruluşundan son yüzyıllarına kadar para hem siyasi gücün hem de ekonomik düzenin ayrılmaz bir parçasıydı. Akçeden kuruşa, mangırdan kaimeye kadar uzanan bu uzun serüvende imparatorluğun iniş çıkışlarını da görmek mümkün. Gelin, paranın Osmanlı’daki yolculuğuna birlikte göz atalım.
Osmanlı’nın ilk parası: Akçe
Osmanlı İmparatorluğu’nun kuruluş yıllarında para sistemi hem çevredeki siyasi yapılardan hem de devletin kendi ihtiyaçlarından etkilenerek şekillenmişti.Arkeolojik bulgulara göre Osmanlılar kendi adlarına ilk parayı 1326’da bastırdı. Bu gümüş sikke tarihe “akçe” adıyla geçti. Antik dönemlerden beri sikke basmak bir hükümdar için egemenliğin en önemli simgelerinden biri sayıldığı için Osmanlılar da bu geleneği devam ettirdi.
İlk dönem Osmanlı sikkelerinde İlhanlı paralarının desen ve ölçülerinin etkisi açıkça görülüyordu. Bu da Osmanlıların Selçuklu mirasını devralmakla birlikte Anadolu’daki İlhanlı Moğol nüfuzundan da etkilendiğini gösteriyordu. Öte yandan, Balkanlar ve Anadolu’daki zengin gümüş madenlerinin ele geçirilmesi akçenin değerini korumasını sağladı. Bursa ve Edirne gibi önemli merkezlerde basılan bu gümüş paralar kısa sürede geniş bir kullanım alanına yayıldı.
Kuruluş döneminde Osmanlı para sistemi, gümüş akçe ve bakır mangırdan oluşan ikili bir yapıya sahipti. Akçe, hem temel hesap birimi hem de günlük işlemlerde en çok kullanılan para iken, mangır daha çok küçük alışverişlerde kullanılıyordu. Osmanlı devleti, piyasada altın ve gümüşün dolaşımını artırmaya büyük önem veriyor, darphaneler aracılığıyla sikke üretimini teşvik ediyordu. Hatta devletin bu alandaki yaklaşımı oldukça esnekti. Yabancı paraların dolaşımına bile izin veriliyordu.
Osmanlı idarecileri değerli maden akışını denetlemenin mal piyasasını kontrol etmekten çok daha zor olduğunu görmüşlerdi. Ayrıca 16. yüzyılda değerli madenlerin bollaşması ve şehir-kır arasındaki ekonomik bağların güçlenmesiyle para kullanımı şehirlerle beraber kırsal bölgelerde de hızla yaygınlaştı.
Savaşlarla sarsılan ekonomi tağşişle toparlanmaya çalışıldı
16. yüzyıl boyunca Osmanlı’da ekonomik ve siyasi istikrar hâkimdi. Ancak yüzyılın sonlarına doğru bu tablo değişti. Genişleme yerini durgunluğa, refah ise bunalıma bıraktı. Bu çalkantının en net gözlemlendiği alanlardan biri de para oldu. Öyle ki, Osmanlı tarihinin o döneme kadarki en büyük tağşişi (paranın içerisindeki değerli maden oranının düşürülmesi) 1585-1586 yıllarında yapıldı.
1580’lerden itibaren Osmanlı maliyesini sarsan en önemli nedenlerin başında, doğuda Safevilerle, batıda ise Habsburglarla süren uzun ve yıpratıcı savaşlar geliyordu. Bu cephelerdeki mücadeleler merkezi hazinenin kaynaklarını adeta tüketti. Üstelik savaş teknolojisindeki yeniliklere ayak uydurma çabaları da ayrı bir harcama kalemi oluşturuyordu. Bir diğer yük ise sayısı giderek artan yeniçerilerin maaşlarıydı. Maaşlı bir orduya sahip olmak, devletin bütçesini zorlayan en büyük faktörlerden biri haline gelmişti.
1580’lerin başında 100 dirhem gümüşten 450 akçe basılabiliyorken, büyük tağşişten sonra aynı miktar gümüşten 850 akçe çıkarılmaya başlandı. Bu değişim, akçenin değerini hızla eritti. Örneğin, Sultani ve Düka gibi güçlü yabancı paralar karşısında akçenin kuru 60’tan 120’ye geriledi. Sonuçta, akçenin içindeki gümüş oranı bir anda %44 azaltılmış oldu.
Coğrafi Keşifler Osmanlı ekonomisini nasıl etkiledi?
Tağşişin etkileri ve diğer sorunlarla birlikte 17. yüzyıl, Osmanlı için adeta bir mali bunalım dönemi olarak tarihe geçti. Siyasi gücün zayıflaması taşrada vergi toplamada büyük sıkıntılara yol açtı. Asıl sorunlardan biri ise yeni deniz yollarının keşfiyle Osmanlı topraklarındaki ticaret yollarının önemini hızla kaybetmesiydi. Ticari canlılığın sönmesi, ekonomik düzeni derinden sarstı ve bu sarsıntı bütün yüzyıl boyunca kendini hissettirdi.
Ticari faaliyetlerin azalması, paranın kullanımını da ciddi biçimde düşürdü. Akçenin istikrarsızlığının bir diğer sebebi ise Osmanlı gümüş madenlerinin giderek gerilemesi, hatta kapanmaya başlamasıydı. 16. yüzyıla kadar Osmanlı darphaneleri, ihtiyaç duydukları gümüşün büyük bölümünü Balkanlar'daki madenlerden sağlıyordu. Ancak Amerika kıtasından Avrupa’ya akan büyük miktardaki altın ve gümüş, değerli madenlerin fiyatlarını hızla düşürdü. Bunun sonucunda, 17. yüzyılın başlarından itibaren Osmanlı madenlerinde üretim gözle görülür biçimde azaldı ve hatta yer yer tamamen durdu.
Darphanelere ulaşan gümüş miktarı giderek azalırken, mali sıkıntılar ve madenlerin kapanması gümüş ihtiyacını daha da artırıyordu. Bu çıkmaz karşısında devlet çareyi bazı darphaneleri kapatmakta buldu. Özellikle İstanbul Darphanesi'nin altın ve gümüş üretimi 1640’lı yıllarda büyük bir düşüş yaşadı.
Osmanlı’da Avrupa paralarının hâkimiyeti
Devlet uzun süre piyasaların bakır ve gümüş para ihtiyacını karşılayamayınca bu boşluğu Avrupa sikkeleri doldurdu. Artık akçe tedavülden tamamen çekilmiş, yalnızca hesap birimi olarak kullanılmaya başlanmıştı. Osmanlı topraklarında özellikle Hollanda’nın ünlü “Arslanlı” gümüş parası en yaygın kullanılan para haline gelmişti. Devlete yapılan ödemelerde Avrupa sikkelerinin hangi kur üzerinden kabul edileceği düzenli olarak ilan ediliyordu. Anlaşılan o ki Avrupa paralarının yaygınlaşmasına göz yumulması, zorlukların ve zorunlulukların şekillendirdiği bir politikanın sonucuydu. Üstelik piyasanın bu paralara yoğun rağbet göstermesi de söz konusu politikanın oluşmasında belirleyici bir rol oynamıştı.
Yeni para arayışları
17. yüzyılın ikinci yarısında Osmanlı devleti yeni bir para birimi oluşturmayı denese de çeşitli zorluklar bu girişimlerin önünü kesti. Uzun süre neredeyse işlevsiz kalan İstanbul Darphanesi, 1685’te yeni mekânında yeniden faaliyete geçti. 1688’den itibaren burada büyük miktarda bakır mangır basılmaya başlandı. Mangır basımından sağlanan gelirle güçlenen devlet, bu kez Avrupa’daki büyük gümüş sikkeleri örnek alarak yeni bir sikke ve onunla birlikte yeni bir para birimi oluşturma girişimine yöneldi.
İstanbul’da ilk kez 1690’da basılan büyük gümüş sikkeler, aslında Hollandalı tüccarların paralarından esinlenmişti. Bu sikkelerin içeriği %40 gümüş ve %60 bakırdan oluşuyordu. İlk basılanlar 6 dirhem ağırlığındaydı. 1703’ten itibaren ise yaklaşık 8 dirhem ağırlığında basılmaya başlandı. Bu yeni sikkenin değeri 120 akçe olarak kabul edildi. 1720’lere gelindiğinde ise büyük kuruştan küçük paraya kadar uzanan bir para yelpazesi iyice belirginleşmişti.
Osmanlı ekonomisinin istikrar dönemi
Osmanlı için 18. yüzyılın son çeyreğine kadar geçen dönem büyük ölçüde barış ve istikrar yıllarıydı. Ekonomide genişleme yaşanıyor, Balkanlar ve Anadolu’nun birçok bölgesinde üretim ve yatırımlar artıyordu. Avrupa ile yapılan ticaret de yükselişe geçmişti. Bu refah havası devlet maliyesine de yansımış, 1720’lerden 1760’ların sonuna kadar Osmanlı bütçeleri genel olarak dengeli bir seyir izlemişti.
Mali yapının düzelmesi özellikle savaşsız geçen bu dönemde kendini gösterdi. Osmanlı kuruşu da önceki yüzyıllara kıyasla bu dönemde oldukça istikrarlı bir süreç yaşadı. Elverişli mali koşulların yanı sıra artan darphane sayısı, Osmanlı kuruşunu daha da güçlendirdi. Aynı dönemde Anadolu’daki gümüş madenlerinde üretimin artması da bu istikrarı destekleyen önemli bir gelişmeydi. Darphane kayıtlarına göre sikke basımı 1760’larda belirgin şekilde yükselişe geçti.
18. yüzyılda teknolojik ilerlemeler hem madenciliğe hem de para basımına önemli katkılar sağladı. Osmanlı’daki gümüş üretimindeki canlanma da bu gelişmelerin bir sonucu olarak değerlendirilmeli. Bu sayede gümüş imparatorluktaki eski güçlü konumunu yeniden kazandı. Osmanlı kuruşunun gümüş içeriği ise 17. ve 19. yüzyıllarla kıyaslandığında bu dönemde oldukça istikrarlı kaldı.
Uluslararası ticaretin önemli bir merkezi: İstanbul
18. yüzyılda Osmanlı’da yabancı sikkeler yaygın biçimde kullanılmaya başladı. Hollanda taleri, İspanya’nın sekiz reallik sikkesi ve Alman ile Avusturya paraları hem uluslararası ticarette hem de iç ödemelerde geçerliydi. Avrupa ülkeleriyle artan ticaret sayesinde Osmanlı da giderek Avrupa’nın ödeme ağına dâhil oldu. Hatta bu dönemde poliçe gibi modern ödeme araçlarının Osmanlı-Avrupa ticaretinde kullanıldığına rastlıyoruz.
18. yüzyılın son çeyreğine gelindiğinde İstanbul, artık uluslararası ticaretin önemli merkezlerinden biri haline gelmişti. Başkentte Avrupa’nın güçlü para birimleri günlük işlemlerde kullanılıyor, canlı bir poliçe ve döviz piyasası oluşuyordu. Öyle ki, Marsilya ile yapılan ticaretin yarısından fazlası poliçeler üzerinden ödenir hale gelmişti.
Kâğıt para nasıl ortaya çıktı?
Kâğıt paranın Osmanlı’daki hikâyesine baktığımızda, ilk çıkış amacının devlete ek gelir sağlamak olduğunu görüyoruz. “Kaime-i muteber-i nakdiye” ya da kısaca “kaime” adı verilen bu paralar, 1840 yılında piyasaya sürüldü. Devlet, bu kaimelerin yalnızca gelir getiren bir araç olmasını değil, aynı zamanda mübadelede kullanılmasını da istiyordu. Kısa süre sonra daha küçük değerlerde kaimeler piyasaya sürülerek bu amaç desteklendi.
1844’e gelindiğinde piyasalar kaimeyi benimsemeye başladı ve artık sikkelerle eşit değer üzerinden işlem görüyordu. Zamanla 50 kuruştan 10.000 kuruşa kadar farklı değerlerde kaimeler üretildi. Ancak tedavüle çıktıkları andan itibaren sahtecilik önemli bir sorun oldu ve devlet çeşitli önlemler almak zorunda kaldı. Bütün bu zorluklara rağmen kaimeler, 1852 yılına kadar oldukça başarılı bir seyir izledi. 1852 yılına gelindiğinde Osmanlı, artık günümüzdeki anlamıyla kâğıt parayı piyasaya sürdü. Bu yeni kaimelerin yalnızca tedavül aracı olarak kullanılmaları amaçlanıyordu.
Osmanlı’da paranın uzun yolculuğu
Bugün cüzdanlarımızda taşıdığımız fakat gitgide dijital ödeme araçlarının yaygınlaşmasıyla sonunun geldiği öne sürülen paranın Osmanlı’daki uzun serüveni aynı zamanda bir medeniyetin iniş çıkışlarının da hikâyesidir. Ekonomiyi kontrol etmek ve mali imkânları yönlendirmek için para her zaman en önemli araçlardan biri olmuştur. Para politikalarının hangi faktörlerden etkilendiğini ve aynı zamanda neleri etkilediğini Osmanlı örneğinde görmek, imparatorluğun tarihini daha iyi anlamak ve alınacak ilhamları bugüne taşımak için büyük bir imkân olarak önümüzde durmaktadır. Peki, acaba bugün elimizdeki paraların yanı sıra hızla yaygınlaşan dijital ödeme araçları uzun vadeli etkileriyle yüzyıl sonra nasıl bir hikâye anlatacak?