Çin günümüzde dünyanın en büyük ekonomilerinden biri olarak küresel ticaretin merkezinde yer alıyor. Teknolojiden enerjiye, üretimden finans yatırımlarına kadar hemen her alanda etkisini hissettiren bu dev ekonomi, son yıllarda ABD ile girdiği ekonomik ve jeopolitik rekabette kimilerine göre kısa ve orta vadede galip gelmeye aday görünüyor. Ancak tarihte yükselişler olduğu gibi mağlubiyetlerle gelen büyük kırılmalar da var. Bu yazıda, Çin’in Batı ile ilişkilerini derinden şekillendiren o kırılmalardan birine, dönemin en büyük sömürge gücü İngiltere’nin Çin İmparatorluğu’nu afyonu kullanarak ekonomik olarak kuşatmasının hikâyesine “Afyon Savaşları”na yakından bakacağız.
Sömürgeciliğin vahşi çağı ve Çin İmparatorluğu
On dokuzuncu yüzyıl Avrupa’nın büyük güçlerinin Uzak Doğu’da sömürge imparatorluklarını kurma çabalarının doruğa ulaştığı bir dönemdi. Coğrafi keşifler sayesinde zengin maden yataklarını keşfeden Avrupalı güçler, bu kez rotalarını Asya’ya çevirerek dünya siyasetinde söz sahibi olmayı hedefliyordu. Bu yayılmacı politikanın baş aktörü olan İngilizler, 1600 yılında Hindistan’da kurdukları Doğu Hindistan Şirketi (East Indian Company) aracılığıyla bölgede etkilerini artırmaya başladı. Hindistan’ın ele geçirilmesiyle birlikte İngiltere, 1763 yılında Çin’in komşusu haline gelmişti.
Bu dönemde Çin İmparatorluğu, yani Mançu (Ch’ing) Hanedanlığı, M.Ö. 18. yüzyıldan başlayan son derece köklü bir geçmişe sahipti. Yerleşik ve gelişmiş bir toplum olan Çinliler bu özellikleri nedeniyle kendilerini komşularından üstün görüyordu. Ancak bu üstünlük anlayışı ırk ya da zenginliğe değil, medeniyet düzeyine dayanmaktaydı. Çin, dış dünyaya karşı kapalı bir siyaset izliyor, dış ticareti ise Mançu Sarayı için sadece bir “ek gelir” kapısı olarak görüyordu. Ticaret devlet politikası açısından öncelikli bir alan değildi. Batı ile ticaret uzun süre bilinçli şekilde sınırlandırılmış, yalnızca Kanton ve Macao çevresinde, “Hong” adı verilen Çinli tüccarlar aracılığıyla sınırlı ölçekte yürütülmüştü.
Ancak bu sınırlı ticaret bile İngilizler için ciddi bir ekonomik sorun haline gelmişti. İngiliz halkının vazgeçilmez içeceği olan çayın büyük bölümü Çin’den ithal ediliyor, karşılığında ise Çin’e sürekli gümüş akışı yaşanıyordu. 1785 yılında Doğu Hindistan Şirketi yalnızca Çin’den 15 milyon poundluk çay ithal etmişti. Birkaç yıl içinde bu rakam 30 milyon pounda kadar yükseldi. Çin’e sürekli gümüş akışı İngiliz ekonomisini zorluyor bu da Londra’yı dış ticaret açığını kapatacak yeni bir ürün bulmaya itiyordu. Aradıkları ürün kısa sürede bulundu: “Afyon”.
Ticaret açığını kapatmak için afyon
İngilizler, ticaret açığını kapatmak için bu kez sömürgesi Hindistan’da yetişen afyonu kaçak yollarla Çin’e sokmaya başladı. Aslında afyon Çin’de bilinmeyen bir ürün değildi. Tang döneminden beri ilaç yapımında kullanılıyordu. Ancak 1620’lerden itibaren Tayvan çevresinde tütünle karıştırılarak keyif verici bir madde olarak tüketilmeye başlanmıştı. 1729 yılında Mançu Sarayı afyon ithalatını yasaklasa da bu karar ticareti durdurmaya yetmedi. Portekizliler ve ardından İngilizler, özellikle Doğu Hindistan Şirketi’nin 1773’te Bengal’de afyon tekeline sahip olmasından sonra bu yasaklara rağmen ticareti kaçak yollarla sürdürdü.
Çin hükümeti, 1799’da yayımladığı bir fermanla afyonun hem ithalatını hem de kullanımını tamamen yasakladı. Ancak bu yasak kâğıt üzerinde kaldı. Limanlarda görev yapan yöneticilerin rüşvet ve yolsuzluklara karışması uygulamayı neredeyse imkânsız hale getiriyordu. Üstelik bu tüccarlar Batılı güçlerin Çin hükümetiyle doğrudan temas kurma girişimlerini engelleyerek kendi çıkarlarını koruyordu.
Birinci Afyon Savaşı (1839-1842)
Bu dönemde İngilizler, ticaret üzerindeki kısıtlamaları kaldırmak amacıyla diplomatik girişimlere yöneldi. 1793’te Lord Macartney, 1816’da ise Lord Amherst başkanlığında Çin’e gönderilen heyetler hem ticari ayrıcalık talep etti hem de diplomatik üstünlük sembolü sayılan “kotow” (bir nevi secde) ritüelini yerine getirmeyi reddettikleri için görüşmeler başarısızlıkla sonuçlandı. Çin İmparatoru Qianlong, Kral III. George’a gönderdiği cevabında Çin’in zaten her şeye sahip olduğunu, tuhaf yabancı ürünlere değer vermediğini ve İngiltere’nin ürettiklerine ihtiyaç duymadığını belirterek tüm ticari talepleri kesin bir dille reddetti.
Diplomatik yolların sonuç vermemesi üzerine İngilizler bu kez çözümü afyon ticaretini daha da büyütmekte buldu. Kaçak afyon ithalatı öyle boyutlara ulaştı ki 1839-1840 yılları arasında yıllık miktar 40 bin sandığı geçti. Bu akış, Çin ekonomisinde ciddi bir gümüş kıtlığına ve mali çöküşe yol açtı. Pekin Hükümeti, İngilizlerin asıl amacının “ülke halkını zayıflatmak ve ahlakını bozmak” olduğunu vurgulayarak afyon ticaretine sert bir dille karşı çıktı.
İmparatorluk temsilcisi Lin Zexu, afyon ticaretiyle kararlı bir şekilde mücadele etmek üzere Kanton’a gönderildi. Göreve gelir gelmez afyon ticaretini tamamen yasakladı ve İngiliz tüccarların elindeki afyon sandıklarını toplayarak imha ettirdi. Bu kararlı tutum İngiltere’nin tepkisini çekti. Ekonomik çıkarlarının tehlikeye girdiğini düşünen İngiliz hükümeti, 1839’da Çin’e savaş ilan etti. Tarihe “I. Afyon Savaşı” olarak geçen bu çatışma, Doğu ile Batı arasındaki güç dengesini kökten değiştirecek bir dönemin başlangıcı oldu.
Afyon ticaretinin etkileri
Afyon, sömürgeci güçler tarafından Çin’i ekonomik ve toplumsal açıdan kuşatmak için çok yönlü bir silah haline getirildi. İngilizler için afyon, çay ithalatı yüzünden oluşan büyük gümüş açığını hızla kapatmakla kalmadı, dengeleri tersine çevirdi. Çin’den yüklü miktarda gümüşün yabancı ülkelere akması, ülke ekonomisini derinden sarstı. Fakirleşme hızlanırken mali kriz kronik hale geldi ve enflasyon kontrol edilemez boyutlara ulaştı.
İngilizler, Çin İmparatorluğu’nu içten çökertmenin en etkili yolu olarak afyon kullanımını teşvik edip yayılmasından büyük fayda sağladı. Afyon, halk sağlığını bozuyor, bağımlılığı hızla artırıyor ve toplumu adeta uyuşturuyordu. Güneydoğu Asya’da keyif verici bir madde olarak yayılmaya başlayan afyon, Çin’in kıyı bölgelerinde artan talep sayesinde kısa sürede ülkenin dört bir yanına yayıldı.
Savaş ise Çin ordularının ne kadar geri kaldığını açık biçimde ortaya koydu. Kurmay heyetinin büyük ölçüde askeri tecrübesi olmayan kişilerden oluşması gibi yapısal sorunlar savaşın seyrini belirledi. Çin, bu askeri zafiyetin ve ekonomik çöküntünün etkisiyle ağır bir yenilgi aldı ve 1842’de İngiltere ile Nanking Antlaşması’nı imzalamak zorunda kaldı.
Bu antlaşma, Çin açısından “eşitsiz anlaşmalar” döneminin başlangıcı oldu. Ekonomik baskının hukuki zeminini oluşturan antlaşma maddeleri son derece ağırdı. Çin, Hong Kong’u İngiltere’ye devretmek zorunda kaldı. Lin Zexu’nun imha ettirdiği afyon sandıkları için İngiliz tüccarlara 6 milyon dolar, toplamda ise 21 milyon dolar savaş tazminatı ödenmesi kararlaştırıldı. Ayrıca Çin, Kanton’un yanı sıra beş limanı daha (Amoy, Fuzhou, Ningpo, Şanghay) Avrupa ticaretine açmayı kabul etti. Antlaşmanın en yıkıcı maddesi ise “En ziyade müsaadeye mazhar millet” (Most Favored Nation Clause) hükmüydü. Buna göre, Çin başka bir devlete herhangi bir ticari ayrıcalık tanırsa, bu imtiyaz otomatik olarak İngiltere’ye de uygulanacaktı. Bu madde Çin’i İngiltere ile birlikte diğer Avrupalı güçlere de bağımlı hale getirerek imparatorluğun egemenliğini derinden sarstı.
Aşağılanma Yüzyılı’ndan Doğu Türkistan’a
Afyon Savaşı, Çin tarihi açısından Mançu Hanedanlığı’nın çöküşünü hazırlayan dönüm noktalarından biriydi. Bu savaşla başlayan süreç, Çin tarihinde “Aşağılanma Yüzyılı” olarak anılır. Sömürgeci güçler, afyonu bir silah gibi kullanarak Çin’in yüzyıllardır sürdürdüğü kapalı ekonomi politikasını kırmış, ülkenin diplomatik üstünlüğünü ve kültürel özgüvenini yerle bir etmişti. Ticaretin ahlaki sınırlarını aşan spekülatörlerin ön plana çıktığı bu dönem, Çin’i giderek sömürgeci güçlerin denetimine giren, bağımsızlığını yitirmiş bir ülke konumuna sürükledi.
Nanking Antlaşması, Çin’in limanlarını fiilen İngiltere’nin denetimine bırakarak imparatorluğun yabancılar üzerindeki vergi ve yaptırım gücünü ortadan kaldırdı. Geleneksel Çin toplumu yoksullaşırken, Batılılarla iş birliği yapan tüccar sınıfı hızla zenginleşti. Bu yeni ekonomik düzen, özellikle güneyde Batılı fikirlere açık bir orta sınıfın doğmasına ve ilk devrimci hareketlerin yeşermesine zemin hazırladı. Sonuçta Çin İmparatorluğu, afyonun neden olduğu ekonomik çöküş ve ardından gelen eşitsiz antlaşmalar yüzünden Avrupa’ya bağımlı, egemenliği zedelenmiş bir imparatorluk haline geldi.
Bugün Çin’in yeniden yükselişi, ABD’nin artan tehdit algısı ve Batı toplumlarını saran uyuşturucu başta olmak üzere çeşitli bağımlılık krizleri, kimilerine göre tarihin sessiz bir rövanşı olarak yorumlanıyor. Ancak bu rövanş, Doğu Türkistan’da yaşanan zulümde de görüldüğü üzere, geçmişin mağdurunun zamanla zalime dönüşebileceğini hatırlatıyor. Çin, yükselişiyle birlikte Batı’nın yüzyıllar önce dünyaya yaydığı vahşi kapitalizmin farklı bir versiyonunu sergiliyor. Bu yeni düzenin ortaya çıkardığı adaletsizlikler ise çoğu zaman göz ardı ediliyor. Tarih her şeye rağmen akmaya devam ederken, dileğimiz, zulmün bir başka zulümle değil, ancak adaletle son bulması.