Yok edilemeyen şehir Gazze

Filistin ve Gazze’nin acılarla dolu yakın tarihine geçtiğimiz iki yıl boyunca kesintisiz olarak, insanlığın en sistematik tahribatlarından biri eklendi. Dünya siyasi ve ekonomik düzlemde yeni bir düzen arayışındayken, Gazze milyarlarca insanın düşünce dünyasındaki sabiteleri de yerinden etti. Bu yazıda, yaşananları unutmamak ve bir daha tekrarlanmaması için hafızaları diri tutmak amacıyla Gazze meselesinin geçmişten bugüne uzanan hikâyesine; diğer bir deyişle İsrail’in tüm yok etme çabalarına rağmen Gazze’nin direnişinin öyküsüne yakından bakacağız.

Mete Yavuz
Gazze

Gazze’de iki yıldır durmaksızın süren katliam, modern zamanların en karanlık sayfalarından biri olarak tarihe geçti. 9 Ekim’de imzalanan ateşkes soykırımcı terör devleti İsrail’in güven vermeyen tutumuna rağmen Gazze halkı için bir umut ışığı yaktı. Türkiye’nin garantörlüğü ise umutları artıran mühim bir etmen. Belki de bu ateşkes tarihte yeni bir sayfanın aralanmasına vesile olacak. Temennimiz, o sayfada işlediği suçların hesabını vermiş, arkasında bıraktığı kan ve gözyaşıyla birlikte tarihin karanlıklarına gömülmüş bir İsrail görmek. Bu yazıda, yaşananları unutmamak ve bir daha tekrarlanmaması için hafızaları diri tutmak amacıyla Gazze meselesinin geçmişten bugüne uzanan hikâyesine; diğer bir deyişle İsrail’in tüm yok etme çabalarına rağmen Gazze’nin direnişinin öyküsüne yakından bakacağız.

Gazze Şeridi

Gazze, Filistin’in Akdeniz kıyısında yer alan küçük bir toprak parçasıdır. Antik Mısır’ı Suriye, Anadolu ve Mezopotamya’ya bağlayan önemli ticaret yollarının kesişim noktasında bulunan bu bölge, yüzyıllar boyunca Hiksoslardan Firavunlara, Selevkoslardan Romalılara kadar birçok imparatorluğun hâkimiyet mücadelesine sahne oldu. Gazze, İslâm ordularının 637’deki fethinden sonra özellikle Fatımiler döneminde ticari bir merkez haline gelerek refah dönemi yaşadı. 12. yüzyıldaki Haçlı Seferleri kısa bir kesinti doğursa da Gazze’nin tarihi genel olarak Memlükler ve ardından Osmanlılar ile Müslüman hâkimiyetinin istikrarlı bir devamı şeklinde seyretti. Ne var ki Osmanlı’nın tasfiyesi, İngiliz manda idaresi ve özellikle 1948’de İsrail’in kurulmasıyla birlikte, Gazze kendisini Siyonizm’in yükselişiyle başlayan trajik bir hikâyenin içinde bulacaktı.

Nekbe sonrası göç eden Filistinliler.

Nekbe ve İsrail işgali

Filistinlilerin “felaket” anlamına gelen Nekbe adını verdikleri 1948 yılında yaşananlar tarihe Siyonistlerin saldırıları ile geçti. O yıl işgalciler tarafından binlerce köy yakılırken yüz binlerce insan evlerinden edildi. Gazze Şeridi de Filistin genelindeki bu büyük mezalimin ağır yükünü taşıyan yerlerden biri oldu. Filistin’in orta kısımlarından ve çevre bölgelerden sürülen 200 binden fazla mülteci Gazze’ye sığındı ve böylece nüfus iki katına çıkarken Gazze devasa bir mülteci kampına dönüştü.

1948 Nekbesi’nin ardından Gazze, mülksüz bırakılmış Filistinlilerin sıkıştığı dar bir alan haline geldi. Bölge 1967’ye kadar Mısır’ın idaresinde kalsa da İsrail’in uyguladığı ambargolar ve Mısır’ın kısıtlayıcı politikaları nedeniyle adeta dış dünyadan koparıldı. 1956’da İsrail kısa süreli bir işgal girişiminde bulunmuş, Han Yunus’ta sivillerin katledildiği kanlı olaylar yaşanmıştı. Fakat uluslararası baskılar sonucunda İsrail 1957’de geri çekilmek zorunda kaldı.

Gazze’nin kaderini asıl değiştiren gelişme ise Haziran 1967’deki Altı Gün Savaşı oldu. İsrail bu savaşın ilk günlerinde Gazze Şeridi’ni ele geçirip bölgeyi uluslararası hukuka göre “askeri işgal” statüsüne soktu. Bu işgal Gazze halkı için uzun yıllara yayılan acıların başlangıcıydı. İsrail yönetimi 1967’den itibaren Filistinlileri Ürdün’e göçe teşvik ederken Gazze’nin demografik yapısını değiştirmeyi amaçladı.

13 Eylül 1993'te imzalanan Oslo Anlaşması töreninde Yaser Arafat, İzak Rabin ve Bill Clinton.

İntifada’dan Oslo’ya

İsrail işgali altında geçen yıllar Gazze halkı için baskı, şiddet, yoksulluk ve korkunun sıradanlaştığı bir hayat anlamına geliyordu. 1970-1971 arasında bölgenin askeri komutanı olan Ariel Şaron, Filistin direnişini bastırmak için tarihe “Şaron Yöntemi” olarak geçen sert politikaları devreye soktu. Gazzelilerin direniş ağlarını çökertmek, toplu sürgünlerle binlerce kişiyi Sina’ya veya Ürdün’e göndermek ve mülteci kamplarını dağıtmak için Yahudi yerleşimcileri aralarına serpiştirmek bu yöntemlerin başlıcalarıydı.

1987’de başlayan Birinci İntifada süregelen baskıya karşı halkın topyekün direniş çabası olarak doğdu. İntifada örgütlü ve silahlı askeri bir direnişten ziyade halkın sokağa döküldüğü, taşla, sloganla, boykotla yürüyen bir isyandı. İsrail bu halk hareketine sert bir karşılık verdi. Gazze’de sokağa çıkma yasakları, gözaltılar ve yıkımlar yaşandı. Direnişin sonunda halkın yoksulluğu derinleşirken İsrail’e olan ekonomik bağımlılık daha da artıyordu.

13 Eylül 1993’te imzalanan Oslo Anlaşması ilk bakışta bir umut gibi görünse de o da kısa sürede hayal kırıklığı getirmişti. İsrail kısmen çekilmiş fakat savunma, dış güvenlik ve sınır kontrolünü tamamen elinde tutmuştu. Gazze Şeridi, çevresine örülen altmış kilometrelik güvenlik hattıyla Batı Şeria’dan koparılmıştı. Böylece Oslo süreci, barış getirmek yerine Gazze’yi hem coğrafi hem de siyasi olarak izole eden yeni bir kuşatmanın zeminini hazırladı.

Bitmeyen abluka (2005-2023)

2005’te Ariel Şaron liderliğindeki İsrail hükümeti, Gazze’deki birkaç bin yerleşimciyi korumanın maliyetinin farkına varınca bölgeden tek taraflı çekilme kararı aldı. Ancak bu geri çekilme Gazzeliler için bir kurtuluştan ziyade daha sıkıntılı bir dönemin başlangıcı oldu. İsrail, sahadan çekildikten sonra Gazze’yi karadan ablukaya aldı. Hava ve deniz kontrolünü elinde tutarak bölgeyi düzenli bombardımana müsait, bir açık hava kampına dönüştürdü.

2006’daki seçimlerden Hamas’ın zaferle çıkması ABD ve İsrail tarafından sert bir tepkiyle karşılandı. Batılı aktörler Gazze halkını Hamas’ı seçtikleri için cezalandırma niyetiyle kapsamlı bir abluka başlattılar. 2007’de Hamas’ın fiilen yönetimi ele almasıyla abluka daha da katılaşırken Gazze dış dünyadan neredeyse tamamen kopartılarak izole bir alan haline getirildi.

İsrail 2005 sonrasında caydırıcılığı artırmayı amaçlayan ve orantısız güç kullanımını meşrulaştıran “Dahiya Doktrinini” sahada uygulamaya koydu. Bu yaklaşımın en yıkıcı örneklerinden biri 2008-2009’daki “Dökme Kurşun Harekatı” oldu. Bu saldırılarda binlerce insan hayatını kaybetti, yüzlercesi yaralandı, on binlerce konut yok edildi, altyapı felç oldu. Süregelen abluka ise temel gıda, ilaç ve inşaat malzemelerine erişimi engelleyerek Gazze’de uzun sürecek insani bir krizi başlatıyordu.

7 Ekim 2023’ten 9 Ekim 2025’e

Hamas’ın 7 Ekim 2023’teki harekatı on yıllardır biriken öfkenin dışavurumuyken aynı zamanda Gazzelilerin süregelen abluka ve adım adım yok edilmeye karşı varoluş çabasının son ve en sert halkasıydı. 7 Ekim sonrası İsrail’in “Hamas’ı yok etme” iddiasıyla yürüttüğü operasyonlarda ise bebek, çocuk, kadın ve yaşlı demeden tüm Gazze halkı hedef alındı. Dünyanın gözü önünde ahlaki, insani, hukuki tüm ilkeler çiğnenerek sebep olunan yıkım bir halkın varlığını topyekün silmeye yönelik planlı bir yok etme politikasına dönüştü. Gazze Şeridi’nde 7 Ekim 2023’ten bu yana 268 bin konut tamamen yıkılırken 153 bini ağır hasar aldı, 148 bini yaşanamaz hale getirildi. 288 bin Gazzeli evsiz bırakıldı. 67 binden fazla Filistinli hayatını kaybederken bu masumların yaklaşık 20 bini çocuk, 12 bin 500’ü kadındı. Gazze’nin 2,4 milyonluk nüfusu yerinden edildi, kıtlık ve salgınla boğuşur hale getirildi.

Evrensel değerlerin maskesi düşerken

Yukarıda özetlemeye çalıştığımız Filistin ve Gazze’nin acılarla dolu yakın tarihine geçtiğimiz iki yıl boyunca kesintisiz olarak, insanlığın en sistematik tahribatlarından biri eklenmiş oldu. Bu tablo İsrailli sorumluların insanlıktan çıkmış ve yok edilmesi gereken hastalıklı zihinlerinin, bilinçli bir katliam ve soykırım stratejisinin ürünüyken sessiz kalan dünyanın ise makyajını akıtarak altındaki çirkin yüzü tüm yalınlığıyla ortaya çıkardı. İki yıl süresince bu zulme sessiz kalan hatta onaylayan sözde “büyük” güçler insan hakları, eşitlik, özgürlük gibi sözde “evrensel” değerler arkasında gizledikleri sömürgeci niyetlerini ifşa ettiler.

Böylece savundukları değerlerin menşei, evrenselliği, otantikliği sorgulanır hale geldi. Dünya siyasi ve ekonomik düzlemde yeni bir düzen arayışındayken, Gazze milyarların düşünce dünyasındaki sabiteleri de yerinden etti. Dünyanın her yerinden vicdanlı insanlar ise protestolarla, boykotlarla, en son Sumud Filosu örneğindeki gibi doğrudan Gazze’ye yürüyerek ses çıkardılar. 9 Ekim Ateşkesi sonrası için temennimiz ise en kısa sürede Gazze’nin küllerinden yeşermesi ve bu zulme doğrudan ya da dolaylı biçimde sebep olan zalimlerin cezasız kalmamasıdır.