Enbiya Yıldırım
Allah’ın son elçisi herkesi İslam’a davet etmeye başladığında, öne çıkardığı en temel ilkelerden birisi, ırkına hiç önem vermeden inananların kardeş olduğunu beyan etmesidir. Nitekim kutlu peygamber, toplumu oluşturan farklı kesimlerin arasındaki uçurumları kapatmak ve herkesi aynı inanış etrafına kenetlemek amacıyla, din kardeşliği vurgusunu her zaman ön planda tutmuştur. Bundan dolayı Arap olmayan zenciler ile diğer coğrafyalardan Arabistan’a gelip yerleşmiş olanları kaynaştırmaya çok önem vermiştir. Bunu tam olarak başarmıştır da. İslam öncesine baktığımızda ise, Allah Rasûlü’nden önce böyle bir anlayışın olmadığını görmekteyiz. Farklı ırklara mensup insanları bir araya getirip kardeş yapmak ve toplumsal barışı sağlamak gibi bir yaklaşım kimsenin aklından geçmezdi. Herkes her zaman kendi kabilesinin yanında yer alırdı. İnsanlar, kabilelerinden olan kimseyi, haksız da olsa her halukârda desteklemek zorunda idi. Yarın bir gün başı sıkıştığında ortada kalmamak ve birilerinden destek almak için buna mecbur olduklarını bilirlerdi. Adaleti sağlayacak güçlü bir otorite olmadığından dolayı yaşanan coğrafyadaki şartlar, insanları bu şekilde davranmaya sevk ediyordu. Bunun sonucu olarak da güçlü olan zayıfı her zaman eziyor ve hakir görüyordu. Bu açıdan bakıldığında Allah Rasûlü’nün ne kadar büyük bir iş gerçekleştirmiş olduğunu anlayabiliyoruz. Ensârın muhacirlere kucak açmasını öven şu ayet, müminler arasında oluşan kardeşliğin şahididir: “Daha önceden Medine’yi yurt edinmiş ve gönüllerine imanı yerleştirmiş olan kimseler, kendilerine göç edip gelenleri severler ve onlara verilenlerden dolayı içlerinde bir rahatsızlık hissetmezler. Kendileri zaruret içinde bulunsalar bile onları kendilerine tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerdir.” (Haşr, 9)
SAFTA YANCAĞIZIMIZDA DURANIN KİMLİĞİ HİÇ ÖNEMLİ DEĞİL
İslam bizlere öyle bir kardeşlik kazandırmıştır ki, namazda safa durduğumuzda yanımızdakinin kim olduğunun, nereli olduğunun hiç önemi yoktur. Saf tuttuğumuz kişinin Müslüman kardeşimiz olmasından dolayı içimiz mutluluktan kıpır kıpırdır. Hatta safı oluştururken aralarda biraz boşluk olmasına, sıranın düzgün olmamasına gönlümüz asla razı kalmaz ve din kardeşimizi kendimize doğru çekeriz veya ona doğru yaklaşırız. Dayanışma içinde olduğumuzu ve birbirimize asla yanlış yapmayacağımızı namaz vesilesiyle göstermiş oluruz. Peki tavaftaki duruma ne diyeceğiz? Aklımıza gelebilecek bütün ırklardan Müslümanlar etrafımızdadır, bizinle beraber dönmektedirler. Zencisinin, Asyalısının, Amerikalısının, Avrupalısının duaları, hıçkırıkları birbirine karışır. Arafat’ta bir araya geldiğimizde, mahşerin dünyadaki halini yaşarken kardeşlerimizle iyice kaynaşırız, aramızda olağanüstü bir sevgi bağı oluşur. Pek çoğumuz konuşabilecek birkaç kelime edemesek bile, gözlerimizle anlaşırız. Birbirimizi sevdiğimizi o kadar güzel ifade ederiz ki, kelimelere adeta ihtiyaç kalmaz. Hacdan döndükten sonra iki kelam laflayamadığımız Müslüman kardeşlerimizle ilgili anlatacak ne kadar çok hatıramız olur! Kendimiz bile hayret ederiz, bunları biz ne zaman yaşadık diye! İşte bunun adı İslam kardeşliğidir. Dünyayı ne kadar gezerseniz gezin, farklı dinlerin hangi toplu ibadetine katılırsanız katılın, böyle bir şeyi hiç göremezsiniz.
İslam’ın insanları nasıl kardeş yaptığını daha iyi anlamak için, kurban öncesi hayvan satış yerleri ile kesim yapılan bölgeleri de gezmek gerekir. Türkiye’nin her yanından insanlar yanlarına birkaç kişi almışlar hayvan pazarlarını dolaşıyorlar, kurban günü de ibadetlerini ifa ediyorlar. Akrabalık bağlarının zayıfladığı büyük şehirlerde bu insanları bir araya getiren cami kardeşliğidir, aynı safı paylaşmaları ve ortak kıbleye yönelmeleridir. Evet, bu İslam kardeşliğidir.
MAZİYE HASRET DUYUYORUZ
Kardeşlik duygularının zayıflamaya durduğu şu dönemde biz eski günleri istiyoruz. Beraber saf tuttuğumuz mümin kardeşlerimizi, tıpkı eskiden olduğu gibi öz kardeşlerimiz misali görmek istiyoruz. Bu satırları okuyan sizlerin yüreklerinde bunun arzusunun alev alev yandığını biliyorum. Neleri kaybettik de bu duruma düştük veya bu olumsuz durumun tedavisi nedir diyecek olursanız, iki adımın mutlaka atılması gerektiğine sizler de katılacaksınız:
Birincisi: İnsanları bir arada kardeş kılan İslam, tekrardan toplumun hâkim rengi olmak zorundadır. Bunu sağlayacak olanlar ise bizleriz. Kardeşliğin tesisinin dinden geçtiğini görmeli ve boşalan bu alanın nasıl kötü şekilde doldurulduğunu anlamalıyız.
İkinci olarak, ülkemizin farklı bölgelerinde oturanları bir araya getirebilme başarısını gösteren ve herkesi din kardeşliğinde kucaklaştıran kanaat önderlerine ve onların çalışmalarına şaşı bakılmamalı, hor görülmemeli ve destek olunmalıdır. Bu faaliyetleri yürütenlerin ülkemiz vatandaşlarını kucaklaştırabildiğini artık herkes görmelidir. Bunlara karşı dışlayıcı ve suçlayıcı bir tavır takınılmamalıdır. Bunu yaparken elbette dini istismar edenlere karşı müsamaha gösterilmemelidir.
KARDEŞLİĞİN NE OLDUĞUNU BİZ PEYGAMBERİMİZ’DEN ÖĞRENDİK
Müminler gerçek kardeşliği ve bunun nasıl yaşama geçirileceğini Hz. Peygamber’den öğrendi. O bunu başardı. Başarırken de bizlere yol gösterdi ve şöyle buyurdu: “Birbirinize haset etmeyin! Müşteri kızıştırmayın! Birbirinize buğz etmeyin! Birbirinize sırt çevirmeyin! Biriniz diğerinin pazarlığı üzerine satış yapmasın! Kardeş olun ey Allah’ın kulları! Müslüman Müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez; onu yardımsız bırakmaz; onu tahkir etmez. (Üç defa kalbine işaret ederek) Takva şuradadır. Kişiye kötülük namına Müslüman kardeşini tahkir etmesi kâfidir. Müslümanın her şeyi, kanı, malı ve ırzı Müslümana haramdır.” (Muslim, Birr, 10)