MEHMET NEZİR GÜL
Her zamanki gibi su almak için Silvan Mağarası’na gittiğinde beklemediği bir durumla karşılaştı. Henüz sakalı çıkmamış, saçları dalgalı, uzunca bir delikanlı ona bakıyordu.
“Bu da nereden çıktı?” diye düşündü kendi kendine ve korktu. Etrafta kimsecikler de yoktu. Görünen Cebrail’di. İnsan suretinde ona gelmişti.
Meryem şaşırdı, korkusunu dile getirdi:
“Senden, Rahmân'a sığınırım. Eğer Allah'tan çekinen biri isen (bana kötülük etme)”
Cebrail, Meryem’e güvence verdi ve durumu hatırlattı.
“Ben ancak Rabbinin elçisiyim. Sana tertemiz bir çocuk bağışlamak için gönderildim.”
Olmayacak bir şey söylüyordu genç. Meryem evli olmadığı, eli bir erkek eline bile değmediği halde bu nasıl olacaktı? Soruyu açık ve sitemli bir şekilde sordu: “Bana hiçbir insan dokunmadığı ve iffetsiz bir kadın olmadığım hâlde, benim nasıl çocuğum olabilir?”
Cevap çok açık ve netti…
“Evet, öyle. Rabbin diyor ki: O benim için çok kolaydır. Onu insanlara bir mucize, katımızdan bir rahmet kılmak için böyle takdir ettik. Bu, zaten (ezelde) hükme bağlanmış bir iştir.” (Geniş bilgi için bkz. Meryem, 19/17- 40)
Emir, hüküm açık ve netti. Karar verilmişti. Geri dönüş yoktu. Yeni durumun neler getireceği bilinmese de pek çok imtihanlara, güzelliklere gebeydi. “İmrân kızı Meryem’e ruhumuzdan üfledik” (Tahrim, 66/12). Meryem bir müddet sonra gebeliğini anladı.
Allah her şeye güç yetirendir, kuvvet sahibidir. “Allah dilediğini böylece yaratır. Bir işin olmasını dilerse ona ol der, o da olur” (Âl-i İmrân, 3/47).
...
Meryem’i doğum sancıları tuttu. İçine doğan ilhamla, vakti gelince de uzak bir yere çekildi (Meryem, 19/22). Korku ve endişe içindedir. Aynı zamanda bir utanç hissi de yaşamaktadır. Yanında kimseler de yoktur. Tek başına doğum yapacaktır.
“Doğum sancısı onu bir hurma ağacına yöneltti. ‘Keşke bundan önce ölseydim de unutulup gitmiş olsaydım!’ dedi.
Meryem o an büyük acılar yaşasa da Allah kulunu yalnız bırakmamıştı. Cebrail ağacın altından ona şöyle seslendi: “Üzülme, Rabbin senin alt tarafında bir dere akıttı. Hurma ağacını kendine doğru silkele ki sana taze hurma dökülsün. Ye, iç, gözün aydın olsun.” (Meryem, 19/23-26).
Temizlenmesi için bir küçük dere akmaya başlamıştı.
Hem açlığını gidermek hem de doğumu kolaylaştırmak için ağaçta taze hurmalar oluşmuştu.
...
Herkesin sevdiği, değer verdiği, örnek gösterdiği genç bir kız, elinde bir bebekle insanların huzuruna çıktı. Herkes şaşkındı. O çocuk nereden, kimdendi? Meryem’in kucağında ne iş vardı?
Görünen manzarada Meryem, ona kendi çocuğu gibi sahip çıkmaktadır. “Ben Rahman'a susmayı adadım. Bugün hiçbir insan ile konuşmayacağım” dese de kucağında bir çocuk vardır.
İnsanlar hemen suçlamaya başladılar:
“Ey Meryem! Çok çirkin bir şey yaptın!”
Akıllarına gelen ilk şey, onun gayrı meşru bir ilişkiye girmiş olmasıdır. Ve akıllarına gelen bu ilk şeyle de Meryem’i, ahlaksızlıkla suçladılar:
“Senin baban kötü bir kimse değildi. Annen de iffetsiz değildi.”
Senin ailen temiz bir aile, yakın çevren de öyle. Sen nasıl böyle bir iş yaparsın?
Meryem hiç konuşmaz. Kendini savunmaya geçse, durumu olduğu gibi anlatsa onlardan kaç kişi inanır ki? Mucize üstüne mucize geliyordu. Meryem kucağındaki bebeğe konuşması için işaret etti:
“Beşikteki bir bebekle nasıl konuşuruz?”
Ama yine beklenmedik bir durum yaşandı, bebek konuştu:
“Şüphesiz ben Allah'ın kuluyum. Bana kitabı (İncil'i) verdi ve beni bir peygamber yaptı. Nerede olursam olayım beni kutlu ve erdemli kıldı ve bana yaşadığım sürece namazı ve zekâtı emretti. Beni anama saygılı kıldı. Beni azgın bir zorba kılmadı. Doğduğum gün, öleceğim gün ve diriltileceğim gün bana selâm (esenlik verilmiştir).”
İşte şüphelendikleri Meryem ve kucaktaki bebek.
…
Anna (Hanne) ile kocası İmran yaşlanmış ama çocukları olmamıştı. Allah’a dua ettiler. Çocukları olursa onu Allah’a adayacaklarını, mabedin hizmetine vereceğini söylediler. Bir nevi adakta bulundular. Ve Allah, o yaşlılık hâllerinde onlara bir evlat verdi. Ama erkek beklerken kız geldi. Adını Meryem koydular, sözlerinin gereği olarak da erken çocukluktan çıkınca mabede getirdiler. (Âl-i İmrân 3/35-37).
Meryem, mabede getirilince oradaki din adamlarının her biri Meryem’e hamilik, rehberlik yapmak istedi. Zekeriya (as) hem bir peygamber hem de Meryem’in akrabası, teyzesinin kocasıydı. O daha çok ehildi aslında. Ancak kimse talebinden vazgeçmiyordu.
Bunun üzerine suya kalemlerini bırakıp ona göre kura ile bir karar vermek istediler. Yirmi civarında din adamı ve Hz. Zekeriya tahta kalemlerini suya bıraktılar. Tüm kalemler battı sadece Zekeriya Peygamberin kalemi su üstünde kaldı. Böylece Meryem’in sorumlusu ortaya çıkmıştı. “İçlerinden hangisi Meryem’i himayesine alacak diye kura çekmek üzere kalemlerini atarlarken sen onların yanında değildin; onlar bu yüzden çekişirken de yanlarında değildin.” (Âl-i İmran, 3/44)
Meryem orada bir odaya yerleşir. Melekler ona, “Ey Meryem! … Rabbine ibadet et, secdeye kapan ve (O’nun huzurunda) rükû edenlerle beraber rükû et” diye tavsiyelerde bulunurlar (Âl-i İmrân 3/37, 42-43).
Allah tarafından her daim maddi ve manevi ikramlara mazhar oluyordu. Hiçbir insanın getirmediği yemeklerle, Allah tarafından rızıklandırılıyordu. “Zekeriya onun bulunduğu yere, mabetteki odaya her girdiğinde yanında (yeni) bir rızık bulur ve ‘Ey Meryem! Bu sana nereden?’ diye sorar, o da ‘Allah tarafından.’ cevabını verirdi. Kuşkusuz Allah dilediğine sayısız rızık verir.” (Âl-i İmrân, 3/37)
…
Kur’an’da ve hadislerde övülen kadınların başında gelen Hz. Meryem; iffet, ismet ve takvâ gibi faziletleri kendinde toplamış bir şahsiyettir (Âl-i İmrân 3/45; Enbiyâ 21/91; Tahrîm 66/12). Öyle ki, onun peygamber olduğunu söyleyen âlimler bile vardır.
Hz. Meryem bedenî ve ruhî saflığı ile kendini Allah’a ibadete adamıştı.
İffet ve namusunu koruması sebebiyle “Betûl” olarak adlandırılmıştır.
Tanrı’nın sevgili kulu; ümit, acı, yükseklik, isyan, efendi, sâhibe, aydınlatan, gösteren, mağrur, şişman, güzel, ibadet eden manalarına da gelmektedir.
Hz. Meryem, Kur’an’da adı anılan tek kadın olup 34 yerde geçmektedir. Adına müstakil bir sure vardır. Meryem, “Rabbinin hizmetinde olan, Allah’a kulluk eden demekti.”
Meryem’in tertemiz olması (Âl-i İmrân, 3/42) onun “maddî ve mânevî kötülük ve günahlardan uzak olduğu” şeklinde anlaşılmaktadır.
Ayette onun seçilmiş bir hanımefendi olduğundan bahsedilmektedir. “Melekler şöyle demişti: Ey Meryem! Allah seni seçti, seni tertemiz kıldı ve seni bütün dünyadaki kadınlara üstün eyledi.” (Âl-i İmrân, 3/33, 42)
O, dünya kadınlarının efendilerindendir. “Zamanındaki dünya kadınlarının en hayırlısı İmrân kızı Meryem, bu ümmetin kadınlarının en hayırlısı da Hatice’dir” (Buhârî, “Şehâdât”, 30).
Âsiye, Fâtıma ve Hatice ile birlikte cennet kadınlarının önde gelenlerindendir. (Müsned, III, 64, 80, 135).
Onun ilahi bir özelliği yoktur, beşerdir. (Nisâ 4/171; Mâide 5/75, 116).
Kendisini de oğlu da âlemlere ilahi kudretin gösterildiği bir delildir. (Enbiyâ, 21/91)
Bir peygamberin terbiyesinde büyümüştü.
Mabette güvenli bir alanda yetişmişti.
Mabedin temizliği ile de meşgul oluyordu.
İlim ve ibadetle de günlerini bereketlendiriyordu.
Rabbine itaatkâr bir kuldu. “Rabbinin sözlerini ve kitaplarını hep tasdik etti ve o içtenlikle itaat edenlerdendi.” (Tahrîm, 66/12)
Oğlu Hz. İsa da bir kuldu. İlah değildi. Allah’ın peygamberiydi.
“Meryem oğlu İsa Mesîh ancak Allah’ın elçisidir, Allah’ın Meryem’e ulaştırdığı kelimesidir ve O’ndan bir ruhtur.” (Nisâ, 4/171)
Allah ona hüsnü kabul gösterir ve onu güzel ve narin bir çiçek gibi yetiştirir.
“Böylece Allah, Meryem’i (kendi yolunda adanmış kıymetli bir adak olarak) güzelce kabul buyurdu ve onu (nâdide bir çiçek gibi) güzelce yetiştirdi.” (Ali İmran, 3/37)
Doğumu, hayatı mucizelerle süslenmiş, Allah yolundan ayrılmamış, bir beşer olan, nadide çiçeğe selam olsun…*