Süper Lig’de 7. hafta geçildiğinde Trabzonspor’un 2 hafta üstü üste ayağına gelen liderlik fırsatını geri çevirdiğini gördük. Yıllardır yaşanmışlıklardan kaynaklanan ve taraftarda artık kronik hale gelen “Biz bu fırsatı yine kullanamayız” düşüncesi, sahada vücut buluyor. Sezon başında, hatta geçen sezonun devre arasında kurulmaya başlanan iddialı kadroyu izlemeye ekran başına geçmek için Trabzonsporlu olmaya gerek yok. Bu sezon en keyif aldığım maçlar Trabzonspor maçları oluyor. Trabzonspor-Galatasaray, Konyaspor-Trabzonspor ve Trabzonspor-Alanyaspor maçları bir çırpıda aklıma gelenler. Tabi bu maçlar taktiksel açıdan tartışılabilir. Teknik adam, maçı daha sonra izlediğinde orta sahalarda oluşan 40 metrelik boşlukları takıma fırça atarak anlatabilir. Ancak, futbolsever olarak bol pozisyonlu, heyecanı yüksek maçlara şahit oluyoruz. Trabzonspor’un hücum etkisi ile savunma zafiyeti arasında bordo ile mavi kadar fark var. Bu takım elbette şampiyonluğa oynar. Ancak ön ile arka arasındaki bu performans farkı kapatılmazsa işler çok zora girer...
Uche ve Högh’ü hatırlatıyorlar
Tribüne kulak vermek
Galatasaray’da 4 hafta sonra gelen Göztepe galibiyeti, bir nevi olsun camiaya nefes aldırdı. Haftalardır, teknik heyet ve tribün arasında kurulamayan doğru iletişimin yolu, tribünün sesine kulak vermekle şimdilik aşılmış görünüyor. Galatasaray’ın kadro yapılanmasının sabıra ihtiyacı olduğunu defaatle yazdım. Taraftarın isyanının genç oyunculara değil, aksine diğer tercihlere ve yapılan değişikliklere olduğunu ifade etmiştim. Şimdi her devre arasında oyundan alınan Morutan’ın Göztepe maçında sahada kalması ve karşılaşmayı çeviren isim olması, değişmez kural gibi her maçta oyuna giren Babel’in süre alamaması... Bunların hepsi sosyoloji etkisi. Bazen siz taraftara yön verirsiniz, bazen de taraftar size yön verir... Bu yön verişler işin sonunda sizi doğru rotaya götürüyorsa, o zaman oyna, devam...