Bir yanda ideolojik bütünlükler, bir diğer yanda İslami parçalanmalar

Her iki Batı (Amerika ve Avrupa) dünya çapında bir ideolojik bütünlük ve egemenlik oluşturdukları halde, İslam dünyası toplumları İslami bir bütünlük oluşturamayacak ölçüde büyük bir çaresizlik içerisindedir. Arap-İslam dünyasının, İran’a karşı İsrail’le işbirliği yapabildiği bir dönemden geçtiğimizi kaydetmek bu çaresizliğe işaret eder.

Yeni Şafak Atasoy Müftüoğlu
Gündem

Kolonyalist-sümürgeci dünya görüşü, dünyayı, Avrupamerkezci değerler temelinde örgütlerken, biz Müslümanlar bu örgütlenme süreçlerini, bu süreçlerin muhtemel sonuçlarını, dünyaya yerel bir ufuktan baktığımız, yüksek bir ufuktan bakamadığımız için öngöremedik. Dünya, modern-seküler değerler temelinde örgütlenirken, İslam ve Müslümanlar “ötekiler” olarak tanımlandılar, konumlandırıldılar. “Öteki” olmak demek, her alanda, her zaman, bir şekilde sömürülebilir bir varlık olmak demekti. Kolonyalizmin, kolonyalist ideolojilerin, hiçbir şekilde ahlaki meşruiyete ihtiyaçları olmadığı için, ahlaki meşruiyete saygı duymadıkları için, modern tarih boyunca olduğu gibi bugün de, kolonyalist dil/bilgi/bilim/felsefe ideolojik anlamda gerçekliği çarpıtmak üzere pervasızca kullanılabiliyor.

HESAPLAŞMA YAPILAMADI

Kolonyalist dil/bilgi/bilim/felsefe, dünya çapında ideolojik bir bütünlük ve dayanışma oluşturmak üzere yapılandırıldı. Bu bütünlüğü oluşturan bütün kavram ve kurumlar, İslam dünyası toplumlarına entelektüel/kültürel/siyasal/askeri emperyalizmler yoluyla dayatıldı. Sözünü ettiğimiz ideolojik bütünlükle İslam dünyası toplumları/kültürleri gereği kadar hesaplaşma ihtiyacı duymadılar, hesaplaşamadılar. Bu hesaplaşmalar zamanında yapılamadığı için, bugün bu ideolojik bütünlükle nasıl baş edilebileceğini bilmiyoruz.

İslam dünyası toplumlarında, kayıtsız şartsız otoriteye itaat yaklaşımı, bu otoritenin İslami mahiyetini çözümlemeye tabii tutmaksızın, belirleyiciliğini bugün de eksiksiz bir şekilde sürdürüyor. Kayıtsız şartsız otoriteye itaat yaklaşımı, aklımızın-zihnimizin-gönlümüzün gözünü ve ufkunu kapattığı gibi, bağımsız tercihte bulunma yeteneğimizi, sorumluluk alma bilincimizi, müzakere-müşavere yükümlülüğümüzü bütünüyle yok ediyor. Bu tür toplumların, İslam’ın dünya vizyonunu kaybettiği günden bu yana, ve bugün de somut olarak takip edilebileceği üzere, hiç bir zaman entelektüel gelişme ve bağımsız bir kavrayış biçimi gerçekleştiremediklerini teessürle hatırlamak gerekir. Otoriteye kayıtsız şartsız itaat yaklaşımı, aklı tahfif eden, zihinsel etkinlik ve üretkenliğe hayat hakkı tanımayan bir gelenek tarafından bugün de sürdürülüyor. Baskıcı-kısıtlayıcı geleneğin dokunulmazlığı sebebiyle, geleneksel ön kabullere eleştirel olarak yaklaşabilen, gerektiğinde kendi dönemlerinin ana akımının dışında yer alabilen, ufuk açıcı düşünürlere, aydınlara, bilginlere ve bilgelere sahip değiliz.

MODERNİTE İLE KONFORMİZM ARASINDA SIKIŞMA

İslam dünyası toplumları/kültürleri bugün aklı putlaştıran modernite ile geleneği putlaştıran konformizm arasında sıkışıp kalmıştır. Burada iki büyük aşırılıkla karşı karşıya bulunduğumuzu görebilmeliyiz. Toplumlarımız süreklilik arz eden yapısal sorunlarla yüzleşmeyi düşünmediği için, bağımsızlıklarını tamamlayamadıkları için, tarihsel-konjonktürel koşullara göre, “dost” ya da “düşman” emperyalizmler arasında ömür tüketiyor, nihai/İslami bir tercihte bulunamıyor.

İnsanlık bugün, araçsal epistemolojinin tayin edici olduğu bir dünyada yaşıyor. Bu tür bir dünyada, emperyalizmler, ideolojik meşruiyet temelinde rahatlıkla sürdürebiliyor. Araçsal epistemoloji yoluyla modernlik projesi mutlaklaştırılarak evrenselleştirilebildi. Bu nedenle, her toplum, her kültür bu epistemoloji aracılığıyla kendi anlam-değer dünyasına, dünya görüşüne yabancılaştırılarak, etkisiz hale getirildi. Etkisiz hale getirilmek bir yana, bu projeyi reddetme cesareti gösterenler “terörizm”le etiketleniyor. Bugün, Türkiye de dahil olmak üzere, pek çok ülke, eğitim ve kültür sorunlarını sözünü ettiğimiz bu epistemolojinin sınırlarını korumaya özen göstererek konuşabiliyor, tartışabiliyor. Bu nedenle de, eğitim ve kültür sorunları yalnızca biriktiriliyor, çözümlenemiyor.

Her iki Batı (Amerika ve Avrupa) dünya çapında bir ideolojik bütünlük ve egemenlik oluşturdukları halde, İslam dünyası toplumları İslami bir bütünlük oluşturamayacak ölçüde büyük bir çaresizlik içerisindedir. Arap-İslam dünyasının, İran’a karşı İsrail’le işbirliği yapabildiği bir dönemden geçtiğimizi kaydetmek bu çaresizliğe işaret eder. İslam dünyası ülkelerinde halklar ne yazık ki, ulus-devlet kutsallarına ikna edilebilmişlerdir. Yalnızca halklar değil, Müslüman aydınlar, İslamî olduklarını iddia eden “sivil toplum kuruluşları” da ulus-devlet kutsalları etrafında bütünleşebilmişlerdir. Bugün Türkiye’de de yaşadığımız üzere, toplum da, İslam da maalesef millileştiriliyor. Toplumun ve dinin millileştirilmesi büyük ölçüde seküler bir proje olduğu halde, İslami düşünce/kültür/ilahiyat çevrelerinde bu konuda çok derin bir sessizlik yaşanıyor. Toplumların ve dinin millileştirilmesi ile birlikte, halklar etnik aidiyetle özdeşleştirilirken, bir diğer yanda da, ulus-devlet, kültürel homojenlik üretimini hızlandırıyor. Ulus-devletler, güvenlik sorunları sebebiyle milliyetçiliklere mahkum edildikleri için, bu mahkûmiyetten kurtulmaları görülebilir bir gelecekte mümkün görünmüyor.

İLKESEL TERCİHLER TERKEDİLDİ

Modernlik projesi, modern zamanları ve sistemleri insaniliğe yabancılaştırdığı için, bütün toplumlar çıkarlar ve ideolojik değerler çatışmasına sürüklendiler. Bugün İslam toplumlarında da, içerisinde yaşadığımız toplumda da, ilkesel tercihlerin yerini araçsal tercihler aldığı için, ahlaki inançlar yerini ahlaki duyarsızlıklara terk ediyor. Ahlaki duyarsızlıklar yoğunlaştığı için, hakikatin peşinde koşmak yerine, rahatlık-ikbal-iktidar-güç-çıkar peşinde koşuyoruz. Bu durum, İslami bünye içerisinde çok ciddi, çok açık, büyük bir karakter bunalımı/krizi yaşandığını gösteriyor. Karakter bunalımına maruz kalanlar, nihai değerler adına mücadele edemeyecek ölçüde ahlaki bir parçalanma/yozlaşma/bayağılaşma yaşadıkları için, araçsal değerler peşinde sürükleniyor, savruluyor. Ahlaki mükemmelliğin, bütünlüğün bozulmasıyla birlikte, adaletsizlikler toplumsallaşıyor, sahiciliklerin yerini sahtelikler alıyor. Müslümanlar, hakikatin büyük sayılardan çok ama çok değerli olduğunu unutarak, büyük sayılar halinde araçsal çıkarlara sahip olabilmek için, kendi kendilerini değersizleştirmek pahasına olağanüstü çabalar harcıyor.

EKONOMİ
İlk yerli türbin tasarruf getirdi