Birbirini besleyen tarihsel çelişki

İsrail, antisemitizmi kınarken, onu besleyen aktörlerle iş birliği yapmaktan kaçınmamaktadır. Antisemitizmin tarihsel travması, İsrail'in askeri ve siyasi eylemlerini meşrulaştırmak için kullanılırken, İsrail'in işgal politikalarına yönelik eleştiriler “antisemit” olarak damgalanmaktan kaçamaz.

İLLUSTRASYON: CEMİLE AĞAÇ YILDIRIM

Ahmet Faruk Asa - Yazar

İsrail geçtiğimiz ay dış politikada dikkat çeken bir aksiyon olarak daha önce antisemit ve aşırı bulması sebebiyle mesafeli olduğu yabancı partilere uyguladığı diplomatik yasağı kaldırma kararı aldı. İlişkiler, Fransa’nın Ulusal Birlik Partisi, İspanyol Vox Partisi ve İsveç Demokratları ile başladı. İsrail, son yıllarda Avrupa’da yükselen aşırı sağ partilerle ilişkilerini güçlendirmeye devam ediyor. Bu partiler arasında antisemitizmle tarihsel bağları olan gruplar bilhassa dikkat çekiyor. Örneğin, Fidesz lideri Viktor Orbán’ın ırkçı ve Yahudi karşıtı söylemleri, Ulusal Birlik’in kurucularının antisemitik geçmişi, neo-Nazi bağlantıları olan İspanyol aşırı sağcı parti Vox, bu partilerin Yahudi düşmanlığıyla bağlantılı olduğunu gösteriyor. Buna rağmen, bu partiler İsrail’i Filistin meselesinde koşulsuz destekleyerek ve İslam karşıtı söylemlerle Siyonist politikaları meşrulaştırma çabası içinde yer alıyor. Yakın gelecekte İsrail’in benzer pozisyonlardaki Almanya’daki AfD gibi partilerle de yakınlaşması bekleniyor. İronik şekilde partilerin antisemitik mirası, İsrail tarafından bir çelişki değil, pragmatik çerçevede ele alınıyor.

Öncelikle Avrupa’da göçmen karşıtı ve İslamofobik söylemleri öne çıkaran aşırı sağ partiler, İsrail’in Filistin politikalarını ve güvenlik odaklı yaklaşımını meşrulaştıran bir destek sağlıyor. İkinci olarak, bu partilerin AB içindeki etkisi, İsrail karşıtı uluslararası kararların (yerleşim birimlerinin eleştirisi) engellenmesine yardımcı olabiliyor. Ayrıca İsrail’in uluslararası izolasyonunu kırmak için geleneksel sol ve merkez partilerin eleştirel tutumlarına karşı, aşırı sağın koşulsuz desteği stratejik bir alternatif oluşturuyor. Son olarak, bu iş birliği İsrail’in “Yahudi devleti” kimliğini vurgulayan milliyetçi söylemlerle aşırı sağın ulus-devlet anlayışını örtüştürerek, ortak bir siyasi zemin yaratmayı hedefliyor. Ancak bu durum, antisemitizmle mücadele iddiasındaki bir devletin, antisemitizmin tarihsel temsilcileriyle uzlaşmasını paradoksal hale getiriyor.

MEŞRUİYET ARACI

Siyonizm ve antisemitizm arasındaki ilişki, modern tarihin tartışmalı ve girift konularından birisidir. Bu ilişki, sadece tarihsel bir bağlantı değil, aynı zamanda günümüz siyasetini de şekillendiren dinamik bir süreçtir. Siyonizm, 19. yüzyılın sonlarında Avrupa’da yükselen antisemitizme bir tepki olarak doğmuş olsa da zaman içinde bu iki olgu arasında diyalektik bir ilişki gelişmiştir. Theodor Herzl’in 1896’da yayımladığı Yahudi Devleti eserinde ya da pek çok Siyonist liderin çalışmasında izlerini görebileceğimiz bu simbiyotik bağ, Siyonizm’in antisemitizmi bir tür “meşruiyet aracı” olarak kullanmaktan çekinmediği pek çok örnekte karşımıza çıkmaktadır.

1949-1951 yılları arasında Irak’ta yaşanan ve “Operasyon Ezra ve Nehemya” olarak bilinen süreçte, Irak’taki Yahudi cemaatinin büyük bir kısmı İsrail’e göç etti. Ancak bu göç, tamamen gönüllü bir süreç değildi. Siyonist örgütler, Irak’taki Yahudileri İsrail’e göç etmeye zorlamak için çeşitli yöntemler kullandı. Bu yöntemlerden biri, Irak’ta kalmayı tercih eden Yahudilere yönelik bombalama eylemleriydi. Bombalama eylemlerinde, Bağdat’taki sinagoglar ve Yahudi evleri hedef alındı. Bu eylemler, Irak’taki Yahudi cemaatinin büyük bir kısmının İsrail’e göç etmesine neden oldu. Bu olay, Siyonizm ile antisemitizm arasındaki ilişkiyi anlamak açısından oldukça önemlidir. Siyonist hareket, Yahudileri bir ulus-devlet çatısı altında toplama hedefi doğrultusunda, antisemitizmin yarattığı korku ve tehdit ortamını kendi lehine kullanmak için antisemitizmin korku atmosferini araçsallaştırmaktadır. Benzer şekilde Mısır Yahudilerinin de göç etmesinde İsrail’in Mısır içerisindeki Yahudilerin kendisini daha güvensiz hissetmesi amacıyla gerçekleştirdiği operasyonlar yer almaktadır.

CELLAT-KURBAN ORTAKLIĞI MI?

İsrail’in Stroessner yönetimindeki Paraguay ile kurduğu ilişki de bu paradoksal durumun benzer bir örneğidir. Kendisine karşı çıkan Paraguaylı Yahudilere karşı antisemit kampanyalar başlatan diktatör Alfredo Stroessner, İsrail tarafından desteklenmiş, Josef Mendele gibi yüzlerce Nazi savaş suçlusuna sığınma sağlayan otoriter bir rejim ile İsrail arasında 1960’larda askeri eğitim ve silah anlaşmaları yapılmıştır. Şili’de Pinochet darbesinin ardından oluşan konjonktürde de İsrail ile olan ilişkiler göze çarpmaktadır. İsrail, Şili›deki Yahudi cemaatinin baskı altında olmasına rağmen askeri iş birliğini devam ettirmiş, Pinochet rejimine silah satışı ve istihbarat desteği sağlamıştır.

Arjantin’deki askeri cunta ile Yahudilerin Arajantin’deki durumu göz önünde bulundurulmadan ilişki geliştirilmesi, cuntaya silah satışı ve askeri danışmanlık verilmesi, antisemitizmle beraber despot liderliklerin ya da darbeci zihniyetin İsrail ile kurduğu bağı anlamak açısından önemlidir. Bu yıllarda Guetamala, Haiti, El Salvador ve pek çok yerde bu ilişkiler kendini göstermiş, ekonomik ve siyasi desteğe ihtiyaç duyan İsrail, bu ilişkileri ahlaki ve mantıksal bir sorun olarak görmemiş, çıkış yolu olarak değerlendirmiştir. Siyonistler için ahlaki sorumluluğun devre dışı kaldığı silah satışı ve iş birlikleri, savunulabilir bir görev hatta yüce bir çağrı olarak dahi görülebiliyor. Filistinliler üzerinde denenmiş etiketleri ile satışa sunulan son teknoloji silah endüstrisi de bu yaklaşımın bir parçası olmaya devam ediyor.

YAHUDİ KARŞITLIĞININ YERİNİ İSLAM KARŞITLIĞI ALDI

Siyonizm ile antisemitizm arasındaki ilişki, antisemitlerin İsrail’e verdiği desteğin boyutuna göre de değişiklik göstermektedir. İsrail’in müttefiki olan sağcı, beyaz üstünlüğünü savunan Avrupa ve ABD’deki hareketlerin antisemitizmi görmezden geliniyor, eleştirilerden muaf tutuluyor. Ancak bu örnekler haricinde her türlü Siyonizm eleştirisi antisemitizm olarak değerlendirilerek susturma politikası uygulanıyor. Filistin’deki insan hakları ihlallerini eleştirenler İsrailli solcular olsa dahi vatan haini veya antisemit olarak hedef gösterilmesi, bu argümanı doğruluyor.

İsrail, antisemitizmi kınarken, onu besleyen aktörlerle iş birliği yapmaktan kaçınmamaktadır. Antisemitizmin tarihsel travması, İsrail’in askeri ve siyasi eylemlerini meşrulaştırmak için kullanılırken, İsrail’in işgal politikalarına yönelik eleştiriler “antisemit” olarak damgalanmaktan kaçamaz. Küresel popülist sağ iktidarla olan ilişki de benzer bir araçsallaşma arka planından gelmektedir. İsrail’in bu rejimlerle ilişkisi, “etno-milliyetçilik” temelinde ortak bir zemin ortaya koyarken, antisemitizmin yerini “İslamofobi”ye bıraktığı yeni bir ırkçılık paradigmasını da yakinen yaşamaktayız. Örnek olarak Hindistan’daki Modi hükümeti ile İsrail arasındaki ilişkilerin bu boyutunu da düşünmek gerekmektedir. Aşırı sağ nefreti bir süreliğine yeniden yönlendiriliyor. Ancak bunun sürdürülebilir olmadığı kanaatindeyim. Tıpkı Revizyonist Siyonistlerin Mussolini ile olan ilişkisi gibi.

İsrail sınırları haricinde inşa edilen ilişkilerle beraber Filistin topraklarındaki işgali derinleştiren aşırı sağ hükümetin eylem ve söylemleri de Siyonizm/antisemitizm sürekliliğini sağlamaktadır. 2022’de göreve gelen ve İsrail tarihinin en radikal isimlerinden oluşan hükümet, Filistinlilere yönelik şiddeti normalleştirmekte, “güvenlik” söylemiyle ırkçılığı meşrulaştırmaktadır. Ateşkesin ardından Gazze’ye yönelik saldırılar ile yeniden hükümete geri dönen Ben Gvir, bu durumun önemli örneklerinden biridir.