Esra Öztürk / Gazeteci
Kazan Vadisi’ne doğru giderken Cevizli mevkiinde durduk. “Vali Bey burada, geçemiyoruz” dedi şoför. Yol tek şerit, çoğunluğu dağ etekleri kazılarak yapılmış. 40 kilometre yolu iki buçuk saatte tamamlayacaktık. “Tamam” dedik, “Merhaba diyelim Sayın Vali’ye”. Eğilmiş suyla oynuyor, serinliyor, fotoğraf çektiriyordu. Hiç gelmediği bir yere hasret olur mu insan? Hal tavrı öyleydi. Önce avcunu suyla doldurup içti. Sonra da yüzüne sürdü. Yaklaşıp kendimi tanıttım. Zap Suyu’nda ıslanmış elleriyle tokalaştı. Ayak üstü sohbet ettik. Bölgeyi keşfediyor. Geçtiği güzergahta her fırsatta durup köylülerle konuşarak ihtiyaçları tespit etmeye çalışıyordu.
Çukurca Kaymakamlığı, beşinci kez Foto-Safari ve Doğa Sporları Festivali düzenledi. Her yıl onlarca şehirde yüzlerce etkinlik düzenleniyor. Nedir burada özel olan? Neden kalkıp Çukurca’ya geldik Hakkari’den, Van’dan, Şırnak’tan varış süresi 8-10 saate varan aktarmalı uçuşlarla? Kazan Vadisi, Han Yaylası… Terör örgütünün 40 yıldır konuşlandığı, yaylalardaki törenlerle dağlara eleman gönderdiği yer burası. 1995’te bölge halkı Kazan’ı terk etmek zorunda kalmıştı.
BÖLGENİN SAHİBİ GERİ DÖNDÜ
Han Yaylası’na vardığımızda herkes coşkuluydu. Türkiye’nin her tarafından gençler, fotoğrafçılar, sporcular gelmiş. Ama en çok da üzerinde hâkî yeşili bir tırgal giymiş yaşlı dedenin yüzü gülüyor. “Çok mutluyum.” dedi. Örgütün zorbalığı yüzünden köyünü terk edip Şırnak’a gitmek zorunda kalmış. Han Yaylası’nda şenlik olduğunu duyunca kalkıp gelmiş. Hemen yanında başka bir köylü, Tahsin amca, gazeteci olduğumu öğrenince bana vadinin hikayesini anlatmak istedi:
“Osmanlı tarihini bilemem ama Cumhuriyet tarihinde tam bir asır sonra ilk defa bir vali, Kazan Vadisi’ne giriyor. İlki Ali Fuat Paşa’ydı. Vali buradaki insanlarla konuşmak için bölgeye gelmiş ancak esir alınmış; yanındaki askerler de şehit edilmiş. O zamandan beri buraya devlet giremedi. 1995’te köylüler burayı boşaltmak zorunda kaldı. Önceki yıl köylüler yavaş yavaş geri dönmeye başladılar.”
Buraya gelen gazeteciler olarak sanırım ne kadar tarihi bir anın, Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde olup da ancak bir asır sonra ilk kez bir devlet yetkilisinin, kahraman askerlerimizin terörden temizlediği bölgeye girişine şahitlik ettik. Artık bölgenin sahibi bölgeye geri döndü. Bölücülüğü desteklemeyen, kardeşliğe inanan, jandarmayı, kaymakamı, valiyi, öğretmeni, genci, yaşlıyı halaya katan bölge halkı şimdi bağını, bahçesini ekmeye başladı. Zap Suyu’nun bereketi pirinç tarlalarından taşıyor.
Hakkâri Valisi Ali Çelik, festivalin Han Yaylası’ndaki dağ bisikleti yarışını başlatırken ifade ediyor bunu:
“İnsanlarımız çeltik ekmişler; pirinç ekmişler; domates, biber ekmişler ve üretime başlamışlar. Yani kendi huzurlarını tekrar toprağa dikmişler. Orada huzur büyüyor, insanlık büyüyor. Bir arada olmakla hep beraber sevgiyi büyütüyoruz.”
ÇUKURCALI ÇOCUKLARIN ASKER AĞABEYLERİ
Vali Bey’in dediği gibi huzur ve güvenliğin olduğu yerde üretim olur, istihdam olur, sosyal dönüşüm olur. Gençleri bölücü ideolojinin tuzağına düşürmek mümkün olmaz. Belki her şeyin çok daha iyiye gitmesi için bir neslin büyümesi gerekiyor. O nesil, darbeci askeri vesayet zihniyetinin sadece sert güçle bir şeyleri değiştirmek isteyen yaklaşımıyla değil kardeş olduğumuzu unutmadan, ırkların üst kimlik üzerine gölge edemeyeceğinin farkında olan, ürküten değil ısıtan askerleriyle, devlet görevlileriyle, valisiyle, kaymakamıyla olacak. Çok eskiden küçük bir Kürt çocuğu için “asker” neydi? “TC” kimdi? Bugün asker kim? Devlet ne? Hepimiz eskilerin acılarıyla nesilden nesle aktarılan kinle ilgili çok hikayeler dinlemişizdir. Şimdi bölge halkı düğününe Jandarma Komutanını katıyor, çocuklar askeri seviyor. Asker de onları. 2. Hudut Tugay Komutanlığı binasının duvarında Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün “Diyarbakırlı, Vanlı, Erzurumlu, Trabzonlu, İstanbullu, Trakyalı ve Makedonyalı hep bir ırkın evlatları hep aynı cevherin damarlarıdır.” sözü yazılı.
KARDEŞLİĞİN KALESİ
Bu noktada Çukurca’nın genç ve güler yüzlü kaymakamı Mert Kumcu ve eşi Kübra Hanım’dan bahsetmeden geçemem. Kübra Hanım, Çukurca’daki bir ilköğretim okulunun da müdürü. Bölge halkının çocuklarıyla askerî personelin çocuklarının güzel bir etkileşime girdiğini, dostluğun hâkim olması için herkesin el ele verdiğini içtenlikle anlattı. Kaymakam Bey de belki de hiç yapılmayanı yapmış. Çocuklara gece duydukları helikopterlerin nasıl kullanıldığını onları kokpite sokarak, fotoğraflarını çekerek; paletlileri, kirpileri çocuklara göstererek, onların hangi maksatla kullanıldığını anlatarak, güvenliklerinin ve huzurlarının nasıl korunduğunu ifade ederek askerleri her gün biraz daha sevdirmiş.
Çukurca’da Belediye Başkanı Nazmi Demir maaşını 160 çocuğa burs olarak dağıtıyor. Kendisi küçük, özgül ağırlığı büyük olan Çukurca bütün güneydoğuya örnek olacak, kardeşliğin kalesi bir ilçe haline gelmiş. Ankara’ya tavsiyem, neyi nasıl yaptıklarını ilçe yönetiminden iyice dinleyip güneydoğunun bütün ilçelerine bu politikaları götürmesi olurdu.
HALUK DURSUN’UN VASİYETİ
Gelelim yazımın başlığına… Festival, dört gün sürdü. Çukurca’ya geldiğim andan itibaren her tarafımı sarmalayan huzur, kelimelerle tarif edemeyeceğim güzellik ile insanların sıcaklığı hepimizi mest etti. Han Yaylası’nın muhteşem manzarası, yarım asır önce dağlarda piknik yapan köylülerin hasretle geri dönüşü, Zap Suyu’nun ferahlığı, rafting, Bayraktepe seyir terasından yüzlerce kare fotoğraf, Irak’ın kuzey sınırına 300 metre mesafede off-road ve anlatamayacağım birçok keyifli sürecin içindeydim. Bir yandan tarihe tanıklık edip diğer yandan gençleri bölgeyle tanışmak ve doğaya kavuşmak için Zap Suyu’na çağıran merhum Prof. Dr. Halûk Dursun hocamın vasiyetini yerine getirmiş oldum. Çukurca’da tek bir sorun yaşadım: Geldiğim gün ilçenin tek otelinde bana ayrılan odanın kapısı kapanmıyordu. Görevlilere söyledim ama “Önemli değil” dedim, “Ben Çukurca’ya geldiğimden beri gece kapım açık uyuyabilecek kadar kendimi güvende hissediyorum.” Ben dışardayken kapıyı tamir etmişler. Yine de Çukurca’da dört gece boyunca kapım açık uyudum…