Dr. Elnur İsmayıl
BİLGESAM Başkanı, Akademisyen, Dış Politika ve Güvenlik Araştırmacısı
Rusya’nın Kırım’ı ilhakından ve Ukrayna’nın doğusunda yaşanan çatışmalardan sonra geçtiğimiz yıl uluslararası kamuoyunun dikkati bir kez daha Moskova-Kiev arasında yaşanabilecek bir savaşa odaklandı. Rusya-ABD arasında küresel boyutta bir güç mücadelesinin de uzantısı olan siyasi kriz, Batılı diplomatların söylemleri ve medyanın da etkisiyle Rusya’nın askeri saldırganlığını artırmaktadır. Özellikle son aylarda Ukrayna’nın ayrılıkçı Donbas bölgesine yönelik saldırılarına tepki olarak, Kremlin saldırgan söylem ve eylemlerini devam ettirmektedir.
MOSKOVA- KİEV ARASINDA TEHLİKELİ RESTLEŞME
Rusya tarafından Ukrayna’ya askeri bir saldırı başlatılacağına ilişkin ABD istihbaratına dayalı bilgiler de devamlı vurgulanmaktadır. Rusya’nın en üst düzey yetkililerinin; ABD ve NATO’nun, Moskova’ya güvenlik garantisi vermesi talebi, Ukrayna’da yaşananların Rusya’nın kırmızı çizgisi olduğunu göstermektedir. Rusya için öncelik, NATO’nun Rusya sınırlarına doğru genişlememesine ilişkin kendisine bir taahhütte bulunmasıdır.
Bu kriz 1962 Küba Füze Krizi kadar tehlikeli bir boyuta ulaşmaktadır. Fakat, ABD veya NATO’nun Rusya’ya böyle bir vaat vermeyeceği kesin. Başta ABD olmakla beraber Batılı devletlerin de Rusya’nın olası bir saldırısında Ukrayna’yı yalnız bırakmayacaklarını söylemesi Karadeniz’de bir savaş olasılığını artırmaktadır. Ne Rusya ne de Batılı güçlerin böyle bir savaştan yana olmadığı kesin ama karşılıklı gözdağı vermek ve kendi aleyhlerine oluşacak tehlikeleri caydırmak için de bundan başka bir yol görünmüyor. Ayrılıkçı Donbas krizini çözmek için oluşturulmuş Normandiya Dörtlüsü (Almanya, Fransa, Ukrayna, Rusya) formatı faaliyetsiz kalmış ve diplomasi yolları tükenmiş bir durumda.
BÖLGEDEKİ RUS ASKERİ VARLIĞI
Rusya, Kırım’ı ilhakı sonrasında bölgede askeri gücünü artırmaya devam etti. Kırım’da Feodosya bölgesine S-400 hava savunma sisteminin ilk bölüğü, Kırım’ın Sivastopol bölgesinin Ukrayna sınırına ikinci bölük ve Yevpatoriya’ya da üçüncü bölük konuşlandırılmıştı. Son krizden sonra bu politikadan vazgeçilmediği görünmektedir. Rusya Savunma Bakanlığı Kırım’ın kuzeyine, Canköy bölgesindeki Ukrayna sınırına 30 km mesafede, S-400 füze sisteminin dördüncü bölüğünü de konuşlandıracağını duyurdu.
Ayrıca, Rusya’nın Kırım yarımadasına “Pantsir-S” hava savunma sistemi konuşlandırıldı. Kırım’ın savunmasını Rusya’nın Karadeniz Filosu gerçekleştiriyor. Karadeniz filosuna yeni gemilerle takviye yapılacağı ve bazılarının “Kalibr” füzeleriyle donatılacağı biliniyor. 2019 yılında ulusal füze saldırı uyarı sisteminin bir parçası olan ve son teknoloji ile donatılmış “Voronej-M” adlı yeni nesil bir radar istasyonu da kurulmuştu.
Rusya’nın, Ukrayna’ya yönelik sıcak bir çatışmadan önce, siber saldırı gerçekleştireceği bekleniyor. Eşzamanlı olarak askeri tatbikatlar adıyla Rusya-Ukrayna sınırına askeri yığınak da yapmakta. Ukrayna sınırında 94 bin Rus askerinin bulunduğu söylentilerine tepki olarak, Kremlin yetkilileri kendi sınırları dahilinde istedikleri bölgede asker bulundurabileceğini açıkladılar. ABD istihbarat raporunda Rusya’nın işgal planı olarak 175 bin askerle ve 10 taburla birçok cepheden saldıracağı bilgisi yer alıyor.
Ukrayna’dan yapılan açıklamalarda ise Ocak 2022 sonuna doğru Rusya’nın krizi tırmandıracağına ilişkin istihbarat bilgileri olduğu bilinmektedir. Rusya’dan gelecek bir savaş tehlikesini göze aldıklarını ifade eden Ukraynalı yetkililer savaştan çekinmediklerini vurguluyorlar. Ukrayna, Rus tehlikesine karşı da askeri envanterlerini güçlendirmekle birlikte, güney sınırlarında da stratejik önemi olan iki donanma üssünü inşa etmeye devam etmektedir.
ARABULUCU OLABİLECEK TEK GÜÇ TÜRKİYE
Son yıllarda Karadeniz’deki askeri varlığını ve donanma gücünü artıran Rusya, jeopolitik dengeleri de kendi lehine değiştirmektedir. Yaşanan kriz sonrasında Kremlin’in bu yöndeki adımları daha da hızlandı. Böyle bir savaş ihtimali, sadece iki ülkeyi veya bölgeyi değil, küresel anlamda uluslararası sistemdeki güvenliği de etkileyebilecek boyutta olduğu için krizin çözümü için diplomasiden vazgeçilmemesi gerekmektedir.
1700 km’lik kıyı şeridi bulunması nedeniyle Karadeniz bölgesinde yaşanan sorunlar ekonomik ve güvenlik boyutuyla Türkiye’yi de etkilemektedir. Sovyetler Birliği yıkıldıktan sonra Karadeniz’e kıyıdaş olan devletlerin kurmuş oldukları Karadeniz Ekonomik İşbirliği, Karadeniz Deniz İşbirliği Görev Grubu (BLACKSEAFOR), Karadeniz Uyum Harekatı (KUH) gibi bölgesel örgütler faaliyetlerini etkin bir şekilde sürdürememektedir.
Bölgedeki politik dengeleri izlerken, bugün hem Moskova hem de Kiev’le iyi ilişkileri bulunan tek devletin Türkiye olduğunu görmekteyiz. Krizin boyutunun derinleştiği bir süreçte bölgesel bir güç olarak Türkiye’nin arabuluculuk misyonunu üzerine alması gerekmektedir. Ayrıca, Türkiye, Karadeniz’e üçüncü ülkelerin savaş gemilerinin girmesini engelleyebilecek tek güçtür. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan bu amaçla kriz sonrasında her iki devlet başkanı ile telefon görüşmesi yaparak Karadeniz’in Rusya-Ukrayna ve Rusya-NATO arasında bir çatışma bölgesine dönüşmemesi çağrısında bulunmuş; Dışişleri Bakanı Mevlut Çavuşoğlu da taraflara Türkiye’nin arabuluculuğunu önermişti. Fakat Kremlin böyle bir arabuluculuğa ihtiyaç olmadığı mesajı vermişti.
Ukrayna’nın Rusya tehdidini önleme amaçlı Karadeniz’e ve özellikle Azak Denizi’ne NATO güçlerinin gelmesi gerektiği talebi Montrö Boğazlar Antlaşması hükümlerini yeniden gündeme getirmiştir ki; Türkiye’nin hem NATO üyesi hem de Rusya ile iyi ilişkileri olan bir ülke olarak Montrö hükümlerini dikkatli ve titizlikle uygulaması gerekmektedir.