Kartellerin hibrit savaşı: Plata o plomo!

Fotoğraf: Arşiv

Bülent Tokgöz / Yazar

Meksika, haritalarda hâlâ bir devlet olarak duruyor fakat bu çizgilerin ardında yekpare bir ülke değil. Bugün Meksika’da yaşanan, yalnızca uyuşturucu kaçakçılığı yahut organize suç meselesi değil; modern devlet fikrinin, meşru şiddet tekelinin ve egemenlik tahayyülünün köklerinden sarsıldığı bir varlık buhranı.

Bu krizin kökleri, yirminci yüzyılın son çeyreğine, devletle suç dünyası arasında örülmüş o kırılgan dengenin bozulmasına dek uzanıyor. Uzun yıllar boyunca Meksika, Plata o plomo! (Gümüş ya da kurşun!) diye bilinen bir denge düzeni içinde yaşamını sürdürüyor. Kartellerle devlet arasında yazılı olmayan bir anlaşma hüküm sürüyor: Rüşvet, tehdit ve suskunluk, bir tür birlikte var olma rejimi yaratıyor. Bu gizli mutabakat, hem devletin görünürdeki istikrarını hem de suçun sürekliliğini teminat altına alıyor. Ne var ki siyasal dönüşümler, 2006’da resmen ilan edilen “uyuşturucu savaşı” bu karanlık simbiyozu darmadağın etti.

Devlet, ordusunu sokağın içine sürdükçe, karteller de kendini bir savaş makinesi olarak yeniden inşa etmeye başladı. Elebaşların derdest veya tasfiye edilmesi, tıpkı mitolojideki Hidra gibi, her kesilen başın yerine iki yenisinin çıkmasına yol açtı. Bir kartel çökertildikçe, daha küçük ama daha acımasız kollar zuhur etti. Suç veya şiddet, yalnızca bir ekonomik faaliyet olmaktan çıkıp bir varoluş biçimine dönüştü. Kırsalı ve kenti kuşatan bir egemenlik biçimine evrildi. Bugün Sinaloa, Jalisco Yeni Nesil, Gulf, Zetas gibi örgütler, artık mafya veya çete tanımına sığmayan dev yapılara dönüşüyor. Kendi hukuklarını koyuyor, kendi vergilerini topluyor, kendi cezalarını uyguluyorlar. Kimi yerlerde devletin çekildiği boşlukta onlar yol yapıyor, düzen sağlıyor, hatta kimi zaman “sosyal yardım” dağıtıyor. Halk için korku kadar meşruiyet ve itibar da gerekiyor.

SUÇ İLE SAVAŞ ARASINDAKİ KADİM ÇİZGİ

Bu dönüşümün arka planında ise çok daha büyük, küresel bir trajedi ve çelişki yatıyor. Meksika’nın kuzeyindeki komşusu, bu kanlı piyasanın hem müşterisi hem de tedarikçisi konumunda; hem kurban hem de cellat bir bakıma. Amerika Birleşik Devletleri’nin bitmek bilmeyen uyuşturucu iştahı, bu gölge krallıklara muazzam bir servet akışı sağlarken, aynı ülkenin kontrolsüz silah pazarı, onlara bir ordunun ihtiyaç duyduğu her türlü ateşli silahı sunuyor. Sınırın öte yanındaki silah dükkânları, fiilen Meksika’nın içindeki bu amansız mücadeleyi besleyen cephaneliklere dönüşüyor. Teksas’tan, Arizona’dan, New Mexico’dan gelen yüz binlerce silah, çatışmanın doğasını kökten değiştiriyor; suç ile savaş arasındaki o kadim çizgiyi giderek daha da belirsizleştiriyor.

Velakin meselenin özü, silahlardan ziyade, devletin ruhuna sızmış olan sistemik bir çürümede saklı. Yolsuzluk, basit bir rüşvet hadisesi olmanın çok ötesinde; devletin tüm mekanizmalarını ele geçiren kanserli bir dokuya dönüşmüş vaziyette. Plata o plomo’nun gölgesi, en ücra polis karakollarından yargı saraylarına, belediye binalarından valilik konaklarına kadar uzanıyor. Kimileri rüşveti seçiyor, kimileri ölüm korkusuyla susuyor. Böylece egemenlik, görünüşte devletin elinde olsa da fiilen çoklu bir iktidar yapısına bölünüyor.

Bazı bölgelerde devlet, fiilen çekilmiş durumda; yerini, kurallarını kendileri koyan bu paralel hükümranlıklara bırakıyor. Karteller artık sadece korku salan değil, aynı zamanda bir “düzen” tesis eden, vergi toplayan, anlaşmazlıkları çözen, hatta zaman zaman “sosyal yardım” dağıtan aktörler haline geliyor.

ÖZ SAVUNMA GRUPLARI

Meksika’nın güneyindeki Chiapas gibi bir zamanların sakin eyaletleri, karteller arasındaki amansız mücadelenin arenasına dönüşmüş durumda. Sokak çatışmaları, toplu infazlar, faili meçhuller ve kadınlara yönelik sistematik cinsel şiddet, gündelik hayatın olağan bir parçası haline geliyor. Bu kâbus ortamı, binlerce insanı topraklarından ederken, tarımsal üretimi de durma noktasına getiriyor.

Devletin bu çöküş karşısındaki aczi, toplumu kendi kaderiyle baş başa bırakıyor. Köylüler, kendilerini korumak için “Autodefensas (Öz-savunma grupları)” oluşturuyor. Silahlanan sıradan insanlar, başlangıçta meşru bir direniş sergiliyor. Michoacán ve Guerrero’daki milisler, ilk ortaya çıktıklarında halkın gözünde birer kahraman statüsündeler. Lakin zamanla bu grupların kaderi, Meksika devletinin kurumsal zayıflığının trajik bir yansımasına dönüşüyor. Kimi kartellerle ittifak kurarken, kimi kendi yerel hakimiyet alanını yaratmaya yöneliyor; zamanla “kendi kurallarını koyan” yeni bir şiddet odağı haline geliveriyor.

Kartellerin ekonomik modeli ise hayret verici bir çeşitlilik ve uyum kabiliyeti sergiliyor. Uyuşturucu kaçakçılığının yanı sıra, insan ticareti, yasa dışı madencilik, devlete ait petrol boru hatlarından yapılan kaçakçılık, avokado ve limon gibi tarım ürünlerinde zorbalıkla tekel kurma ve kitlesel gasp, gelir portföylerini zenginleştiriyor. Bu çeşitlendirme, onları devletin müdahalelerine karşı son derece dirençli kılıyor; bir gelir kaynağı kuruduğunda, diğeri derhal devreye giriyor.

MEDENİYET KRİZİ

Meksika’nın yaşadığı bu buhran, yalnızca bir güvenlik meselesinin fevkinde, derinlemesine bir medeniyet krizi. Bu kriz karşısında geleneksel çözüm önerilerinin yetersiz kaldığı aşikâr. Askerî operasyonlar, sembolik yargı reformları ve uluslararası yardımlar, yapısal çöküşü durdurmaya yetmiyor.

Meksika’nın mücadelesi, modern dünyaya ibretlik bir ders sunuyor: Devlet, yalnızca haritaları süsleyen çizgilerden ibaret olmasa gerek. Hukuk ve asayiş çöktüğünde, egemenlik de bir kâğıt parçası üzerinde yazılı boş bir kelimeden öteye geçmez. Meksika’nın sınavı, modern devletin, küresel yasa dışı ekonomilerle beslenen bu hibrit tehditler karşısındaki direncini test eden bir laboratuvara dönüşmüş durumda. Bu mücadelenin kaderi, nihayetinde, devletin, vatandaşının temel güvenlik, adalet ve refah ihtiyaçlarını ne ölçüde yeniden tesis edebileceğine bağlı görünüyor.

Bu topraklarda, güneş hâlâ doğuyor, ancak onun ışığı, yerin altından yükselen o ateşin gölgesiyle yarış içinde.