Kudüs’te yeniden doğan İslam güneşi Selahaddin Eyyubi

Nureddin Zengi’nin halefi olan Selahaddin Eyyubi, selefinin sahip olduğu fetih ve gaza ruhunu aynen devam ettiriyordu. Haçlılara karşı daha etkin mücadele edebilmenin yolunun Müslümanları bir araya toplamaktan geçtiğini çok iyi bildiği için, kısa sürede İslam birliğini sağladı. İslam dünyası artık ne yapması gerektiğinin farkında olan bir sultana sahipti.

İllustrasyon: Cemile Ağaç Yıldırım.

Selahaddin Eyyubi, 1138’de Tikrit’te doğmuş, Nureddin Zengi’nin yakın dostları olan babası Necmeddin Eyyub ve amcası Esedüddin Şirkuh’un yanında siyasi tecrübe kazanmıştı. Necmeddin Eyyub, Suriye Selçuklu ve Zengiler hizmetinde valilik görevlerinde bulunmuştu. Şirkuh ise, Nureddin’in cihad ideolojisini benimsemiş en güçlü kumandanları arasında yer alıyordu. Selahaddin, babasının Dımaşk valiliği sırasında Haçlılar’a karşı seferlere katıldı ve hayli tecrübe kazandı. Nureddin zamanında amcası Şirkuh ile birlikte Mısır üzerine yapılan seferlere katıldı. 1169’da Mısır’a giren Şirkuh, Fatımilerin veziri olarak tayin edildi. Böylece Şii bir devlete Sünni bir vezir atanmış oldu. Bu süreçte amcasının yanında bulunan Selahaddin onun ölümünden sonra Zengilerin Mısır’daki komutanı, Fatımilerin ise yeni veziri oldu. Burada Sünni medreseleri kurdu, yavaş yavaş Fatımi bürokrasisini tasfiye ederek kısa süre içerisinde tam anlamıyla hakimiyet sağladı. Nureddin’in vefatından sonra, başlangıçta efendisinin oğlu Melik Salih’e bağlı kalsa da, çocuk denecek yaştaki yeni sultanın atabeyliği için Emirler arasında amansız bir iktidar mücadelesi başlayınca, duruma daha fazla kayıtsız kalamadı, Dımaşk’a gelerek yönetimi ele geçirdi ve hükümranlığını ilan etti.

NUREDDİN ZENGİ’NİN HALEFİ

Siyaseten Suriye’de ve Mısır’da efendisi Nureddin’in halefi olarak Eyyubiler Devleti’ni kuran Selahaddin Eyyubi, selefinin sahip olduğu fetih ve gaza ruhunu aynen devam ettiriyordu. O, Haçlılara karşı daha etkin mücadele edebilmenin yolunun Müslümanları bir araya toplamaktan geçtiğini çok iyi bildiği için, kısa sürede İslam birliğini sağladı. İslam dünyası artık ne yapması gerektiğinin farkında olan bir sultana sahipti.

Selahaddin’in iktidara geldiği dönemde Kudüs Krallığı’nda da siyasi karmaşa hakimdi. Kral Amaury ölmüş, oğlu Baudouin cüzzam hastalığına yakalandığı için fazla uzun yaşamayacağı düşünülerek idarenin, kızı Sibylle ile evlendirilecek bir Avrupalı’ya emanet edilmesi kararı alınmıştı. 1180 yılında Avrupa’dan gelen Fransız Guy de Lusignan uygun aday olarak görüldü. Kendisine Yafa ve Askalan kontlukları verildi. Kudüs’ün idaresi ise ana kraliçe Agnes, kardeşi Joscelin, kızı Sibylle, damadı Guy de Lusignan, Partik Heraklius ve aile dostları Renaud de Chatillon arasında paylaşıldı. Yönetim bir süre bu şekilde kargaşa ve entrikalar içerisinde devam ettikten sonra, 1186 yılına gelindiğinde Guy de Lusignan Kudüs kralı ilan edildi.

BÜYÜK YEMİN VERDİ

1180 sonrasında Kudüs yönetimi Selahaddin ile iyi ilişkiler kurmaya çalışsa da Renaud de Chatillon’un peş peşe Müslüman hac kervanlarını yağmalaması, kurduğu donanma ile Müslüman şehirlerine baskınlar yapması ve Medine’ye hücum ederek Hz. Peygamber’in naaşını kaçırma planı, kardeşi el-Melikü’l-Adil vasıtasıyla durumdan haberdar olan Selahaddin’i çok öfkelendirdi. Renaud’u cezalandırmak isteyen Selahaddin 1183’te Filistin’e girdi ise de savaşmadan geri çekildi. 1184’te Kudüs Krallığı ile Selahaddin arasında bir saldırmazlık anlaşması imzalanmıştı. Ancak Guy’un Kudüs kralı olduğu yıl yakın dostu Renaud’un tekrar Müslüman kervanlarına saldırması, kendilerine anlaşmayı hatırlatan tüccarlara “Sizi Muhammed’iniz kurtarsın” şeklinde cevap vermesi bardağı taşıran son damla oldu. Selahaddin, Kudüs’ü ele geçireceğine ve Renaud’u kendi elleriyle öldüreceğine dair yemin etti. Artık savaş kaçınılmazdı.

CİHAD ÇAĞRISI

Hızla hazırlıklara başlayan Selahaddin hakimiyeti altındaki bütün Müslümanları cihada çağırdı. Musul, Haleb, Mardin’den gelen birliklere Erbil Atabeyi Muzafferiddin Kökböri de katıldı. Selahaddin’in geldiğini öğrenen Guy da bütün asillere ve şövalyelere savaş için hazırlanmaları ve Akka’da toplanmaları talimatı verdi. Nihayet iki ordu Taberiye Gölü’nün yakınlarındaki Hıttin’de karşılaştı. Oldukça çetin geçen bu mücadeleden Selahaddin galip çıktı. Savaşta Guy de Lusignan ve Renaud de Chatillon esir düşmüşler, Selahaddin ise atından inip secdeye kapanmış, göz yaşları içerisinde Allah’a şükretmişti. Sultan, çadırının önüne getirilen esirlerden Guy de Lusignan’ı affetti. Renaud de Chatillon’u ise yeminine sadık kalarak bizzat kendi elleriyle öldürdü. Bu savaş sırasında Hıristiyanların kutsal haçı da Selahaddin’in eline geçmiş, Kudüs krallığının askeri gücü bir günde imha edilmişti. Artık Kudüs’ün fethinin önündeki tek engel güçlü surlarıydı. Bununla birlikte, Selahaddin Kudüs’e hemen saldırmadı. Öncelikli olarak bölgedeki Haçlı şehirlerinin ele geçirilmesi gerekiyordu. Bu amaçla harekete geçen sultan sırasıyla Taberiye, Akkâ, Nâsıra, Hayfa, Nablus, Yafa, Sayda, Beyrut, Dârum, Askalan, Gazze ve irili ufaklı daha pek çok şehri ele geçirdi.

SÜRÜLEN YAHUDİLERE DE KUCAK AÇTI

Kudüs’ün kendisine barış yoluyla teslim edilmesini isteyen sultan olumlu sonuç alamayınca 20 Eylül 1187’de Kudüs’ü kuşattı. Birkaç hücum denemesinden sonra, başka çıkış yollarının olmadığını anlayan Haçlılar, 30 Eylül’de şehri savunan Balian d’Ibelin’i teslim şartlarını konuşmak üzere gönderdiler. Kudüs fatihi Selahaddin, şehirdeki Hıristiyan halka karşı oldukça merhametli davrandı. 88 sene önce Haçlılar eliyle Müslümanların katledildiği bu şehirde başlayan İslam hâkimiyetinde bir tek Hıristiyan bile öldürülmediği gibi Sultan, herkesin şehri terk etmekte özgür olduklarını ilan etti. Şehirde bulunan Hıristiyan ahali belli bir fidye ödeyerek şehirden ayrıldı. Sultan hiç kimsenin hazinesine ve ziynet eşyalarına dokunulmasını istemediği için ahali güvenli bir şekilde şehri terk ediyordu. Sultan’ın izniyle serbest bırakılanlar arasında Kudüs kraliçesi Sibylle ve Renaud de Chatillon’un karısı da vardı. Dileyenler şehirde kalabilecek ve güvenle yaşamını sürdürebilecekti. Sultan ayrıca Ortodoks Hıristiyanların ve Yakubilerin Kudüs’te kalmalarına, ayrıca daha önce Haçlılar tarafından katledildikleri için şehri terk etmek zorunda kalan Yahudilerin de şehre geri gelip yerleşmelerine izin verdi.

MİNBER AKSA’YA KAVUŞTU

Sultan Selahaddin üç gün bekledikten sonra, Hz. Peygamber’in Mescid-i Aksa’da Mirac’a yükselişinin yıldönümü olan 27 Receb 583 (2 Ekim 1187) Cuma günü Kudüs’e girdi Haçlılar tarafından saray olarak kullanılan Mescid-i Aksa’yı yeniden camiye çevirdi. Selahaddin, Nureddin Zengi’ye karşı her zaman sadık ve vefalı, onun hayallerini en iyi bilen isimdi. Bu nedenle Kudüs’ü ele geçirdiği zaman efendisinin daha önce yaptırdığı muhteşem minberi getirterek Mescid-i Aksa’ya koydurdu. Fethin ertesi haftası Müslümanlar Dımaşk kadısı Muhyiddin b. ez-Zeki’nin imamlığında Mescid-i Aksa’da Cuma namazı kıldılar. Ardından Sultan’ın emriyle beş vakit namaz kıldırmak üzere bir imam tayin edildi. Bu arada Sultan, Mescid-i Aksa’nın tamir edilmesini, sağlamlaştırılmasını, nakışlarına özen gösterilmesini emretti. Cami, benzersiz mermerler ve Konstantiniyye yapımı altın yaldızlı siyah taşlar ile bezendi.

Sultan şehirde kaldığı süre içerisinde Kubbetü’s-Sahra da dahil olmak üzere şehirdeki diğer pek çok yapıyı tamir veya yeniden imar ettirdi. Kubbetü’s-Sahra Frank hakimiyeti döneminde hayli harap olmuş, önemli bir kısmı kendilerine uğur getireceğine inanan Hıristiyanlara satılmıştı. Nihayet binanın tamamen yok olmasının önüne geçebilmek amacıyla üzeri mermerle kaplanmıştı. Sultan’ın Kudüs’teki icraatlarından birisi de Kubbetü’s-Sahra’yı yeniden eski statüsüne kavuşturmak oldu. Buraya çok güzel Mushaflar ve cüzler gönderdi. Bu faaliyetleriyle Selahaddin Eyyubi Kudüs’te adeta İslam güneşinin yeniden doğuşunu simgeliyordu. Nitekim önde gelen İslam tarihçilerinden İbnü’l-Esir onun bu başarısını: “Kudüs’ün fethinden doğan bu şeref, Hz. Ömer’den sonra Selahaddin’den başka hiç kimseye nasip olmamıştır. Bu fetih iftihar vesilesi ve şeref olarak ona yeter” cümleleriyle övmüştü.

HAÇLILAR HAREKETE GEÇTİ

Sultan Selahaddin, fetih sonrası Haçlılara karşı baskısını artırarak, iki yıl içerisinde Sûr haricindeki bütün Haçlı şehirlerini ele geçirmişti. Onun bu başarıları ve bilhassa Kudüs’ün fethi Avrupa’da infial uyandırmıştı. Papa VIII. Gregorius derhal yeni bir Haçlı çağrısı yaparak Kudüs’ün ele geçirilmesi talebinde bulundu. Onun ölümünden sonra Papa seçilen III. Clemens de selefinin politikasını sürdürerek Avrupa’nın büyük krallarını Haçlı seferine teşvik etti. Yapılan çağrı kısa sürede karşılık buldu. Fransa kralı II. Philippe Auguste, Alman imparatoru Friedrich Barbarossa ve İngiltere kralı Arslan Yürekli Richard büyük ordular, donanmalar ve hayallerle Müslüman topraklarına doğru harekete geçtiler. Krallar içerisinde İslam topraklarına ilk ulaşan Friedrich Barbarossa oldu. Çanakkale Boğazı’ndan Anadolu’ya geçen Alman kralı, Konya’yı yağmaladıktan sonra Toroslar’a doğru ilerledi. Selçuklu Sultanı II. Kılıç Arslan Alman ordusuyla savaşı göze alamamıştı. Toroslar’dan Silifke’ye doğru ilerleyen Barbarossa Antakya veya Kudüs’e hiçbir zaman ulaşamayacaktı. Haçlıların Selahaddin karşısındaki en büyük umudu olan kral, Silifke çayını geçerken atından düşerek boğuldu. Ölümü Alman ordusunun dağılmasına yetmişti.

KRALLAR BİRBİRİNE DÜŞTÜ

1189 yılının ortalarında Avrupa’dan bazı Haçlı birlikleri Akkâ önlerine gelerek şehri kuşatmışlardı. Ancak şehrin kaderini asıl belirleyen İngiliz ve Fransız krallarının gelmesi oldu. Akkâ, yaklaşık iki yıl süren direniş sonrasında 1191 yılında Haçlılara teslim oldu. Bu önemli başarıya rağmen, Haçlılar arasında şehrin paylaşımı konusunda yaşanan anlaşmazlık uzun vadede Selahaddin Eyyubi’nin ve Kudüs’ün işine yarayacaktı. Bu paylaşım sırasında, zaten gönülsüzce sefere katılmış olan Philippe, Richard’ın tepeden bakan tavrına kızarak ülkesine geri döndü. Richard ise, Akkâ’da elde edilen -anlaşıldığı kadarıyla kendisine mal ettiği- başarının verdiği moralle, o sırada Akka’da bulunan 2700 Müslümanı eşleri ve çocuklarıyla birlikte öldürüp, bazı şehirleri de ele geçirdikten sonra Kudüs’ü kuşattı.

Kuşatma beklenenden çok daha uzun sürmüştü. Richard, peş peşe hücumlar yapıyor, ancak Selahaddin Eyyubi’nin kahramanca direnişi karşısında bir başarı elde edemiyordu. Bu arada Avrupa’dan gelen haberler onu oldukça endişelendirmişti. Akka’da anlaşmazlık yaşadığı Fransa kralı Philippe’in eskiden beri İngiltere topraklarında gözü olduğunu biliyordu. Ülkesini daha fazla başsız bırakmak, geri dönülmez bir felaketle sonuçlanabilirdi. Bu nedenle Selahaddin Eyyubi’nin kardeşi el-Melikü’l-Adil’e haber göndererek anlaşmaya hazır olduğunu bildirdi. 2 Eylül 1192’de Richard ile Selahaddin beş yıllık anlaşma yaptılar. Yafa’nın sahil şeridi Hıristiyanların, Askalan ise Müslümanların idaresinde kalacaktı. Üçüncü Haçlı Seferi hüsranla neticelenmiş, Kudüs, yeni bir Hıristiyan istilasından Selahaddin Eyyubi’nin feraseti ve cesareti sayesinde kurtulmuştu.

BATI’NIN HİÇ DİNMEYEN ÖFKESİ

Selahaddin, Haçlılar ile anlaşma yaptıktan kısa bir süre sonra hastalanarak 4 Mart 1193’te vefat etti. Öldüğünde, Mısır, Libya, Yemen, Filistin, Suriye, Anadolu’nun Doğu ve Güneydoğu Anadolu’su ve Kuzey Irak’ta onun adına hutbe okunuyordu. Ancak bu birliktelik onun ölümünden sonra parçalanmış, Müslümanlar arasındaki siyasi kavgalar bir kez daha Haçlıların işine yaramıştı. Haçlılar bu bölgede yaklaşık yüz yıl daha varlıklarını sürdürecekler, onların hakimiyetlerine tamamen son verilmesi ise 1291’de Memlûk sultanı el-Melikü’l-Eşref’e kısmet olacaktı. Selahaddin’in başarısı onun yaşadığı günden bugüne uzanan kahramanlık destanlarının ve Kudüs’teki İslam hakimiyetinin sembolü olmasını sağlamıştır. Selahaddin’i bu başarısından dolayı Mehmet Akif “Şark’ın en sevgili sultanı”, Fransız tarihçi Champdor ise “İslam’ın en saf kahramanı” olarak nitelendirmişlerdi.

Nureddin Zengi ve Selahaddin Eyyubi İslam dünyasında eşsiz bir yere sahipken, diğer taraftan Hıristiyan Batı’nın bu iki hükümdara besledikleri düşmanlık hiçbir zaman sona ermeyecekti. Nureddin Zengi ve Selahaddin Eyyûbî’nin Haçlılar karşısında elde ettikleri başarılar, Nureddin’in Urfa’yı Haçlıların elinden ikinci defa alması, Antakya Prinkepsi Raymond’u katletmesi, Urfa Kontu Joscelin’i Halep’te esir etmesi ve hepsinden önemlisi Kudüs’ün fethinin asıl mimarı olması; Selahaddin’in ise Orta Doğu’daki Haçlı üstünlüğüne kesin olarak son vermesi ve Kudüs’ü ele geçirmesi Hıristiyan dünyanın bu iki güzide hükümdara karşı duydukları ve yüzyıllar boyu devam eden nefretin başlıca nedeniydi. İşte bu nefretin bir neticesi olsa gerek, Nureddin Zengi’nin yaptırdığı ve Selahaddin Eyyûbi tarafından Mescid-i Aksa’ya konulan minber 1969 yılında fanatik bir Yahudi tarafından yakıldı. Selahaddin Eyyubi’nin mezarı Birinci Dünya Savaşı sırasında İngilizler tarafından tekmelendi. Nureddin Zengi’den günümüze ulaşan son somut miras olan Musul Ulu Camii ise 2017 yılında havaya uçuruldu.

DÜŞÜNCE GÜNLÜĞÜ
Anglosakson destekli katliamlarla kurulan çete devleti: İsrail

DÜŞÜNCE GÜNLÜĞÜ
Ebu Ubeyde’nin sosyolojisi