Dr. Yunus Şahbaz / Kırıkkale Üniversitesi Öğretim Üyesi
Türkiye’de siyasal tartışmaların şahıslar üzerinden yürümesi bir gelenek halini almıştır. Bunda lider merkezli siyasal kültür ve siyasal programların çok öne çıkmamasının da payı olsa gerektir. Ancak seçim sonuçlarının bir iktidar değişikliğinden çok daha fazlasını vaat ettiği ya da birtakım aktörlerin seçimi bu minvalde yorumladığı dönemler de vardır. Söz gelimi 1950’deki seçim tam da böyle olmuştur. Zira iktidarı CHP’den alıp Demokrat Parti’ye vermesinin yanı sıra bu seçim Türkiye’de tek parti döneminin kapanışı anlamına da gelmiştir.
İBRETLİK BİR VAKIA
14 Mayıs 2023’te yapılacak seçim de aslında Türkiye’nin çok partili hayatındaki mutad seçimlerden biridir. Ancak muhalefet bu seçime çok daha büyük anlamlar yüklemektedir. Onlara göre 14 Mayıs seçim sonuçları sadece 20 yıldır devam eden AK Parti iktidarının yoluna devam etmesi ya da bu iktidar süresinin sona ermesi anlamına gelmeyecektir. Muhalefet bu seçimleri adeta bir varlık-yokluk denklemine sıkıştırmakta ve bir seçim sürecinden çok daha öte anlamlar yüklemektedir.
Seçimlere böyle bir anlam yüklenince de Altılı Masa’nın başını çektiği muhalefet oluşumu kendine aslî bir misyon biçmektedir. En nihayetinde seçimleri kazanmak hatta bir kişinin adaylığına meşruiyet kazandırmak için oluşturulan bir ittifak olmaktan ziyade birtakım hırs ve emellerinden feragat edip ulvî bir amaç uğruna bir araya gelinen bir yapı gibi sunulmaktadır. Oysa 2023 yılının başından itibaren yaşanan tartışmalar, kendilerine atfettikleri bu ulviyetin arkasındaki küçük iktidar mücadelelerini tüm çıplaklığıyla gözler önüne sermiştir. Gelinen noktada Altılı Masa’nın programlarından, parlamenter sisteme geçiş gibi büyük hülyalardan ya da ‘kutsî’ birtakım ideallerden ziyade ortak adaya en çok desteğin sağlanacağının öncelikli gündem haline geldiği ibretlik bir vakıadır.
GÜÇLENDİRİLMİŞ KILIÇDAROĞLU SİSTEMİ
O halde Altılı Masa seçimleri kazanması halinde nasıl bir Türkiye vaat etmektedir? Seçimlere 50 günden az bir süre kala artık bunların daha fazla konuşulması gerektiğini düşünüyorum. Ekonomide, dış politikada, mülteciler konusunda nasıl bir politika takip edilecektir? Altılı Masa’nın bu konularda deklare ettiği ve bunlara kısmen değinen birtakım politika belgeleri mevcut. Ancak bu belgelerin geçerliliğinin ve orada yazılanların ne kadar bağlayıcı olacağının son derece şüpheli olduğu aşikâr. Zira bu belgelerde en başından beri vurgulanan ve bir yol haritası bile çıkarılan güçlendirilmiş parlamenter sistem idealinin şimdiden askıya alındığı görülmektedir. Seçimler kazanılırsa, mevcut güç ve yetkilerle donanmış aktörlerin bu hususta bugünden daha istekli olacaklarına dair elimizde hiçbir karine yok. Tam aksine, muhalefetin güçlendirilmiş parlamenter sistem yerine güçlendirilmiş cumhurbaşkanlığı sisteminde, hatta muhalif bir milletvekilinin tabiriyle söylersek ‘güçlendirilmiş Kemal Kılıçdaroğlu sisteminde’ mutabık kaldığı bile söylenebilir.
Altılı Masa ve adayı Kemal Kılıçdaroğlu sadece seçimi kazanmaya odaklanmış durumda. Seçim sonrasına dair bütünlüklü bir program ve görev dağılımı olmadığı anlaşılmaktadır. İttifakı oluşturan hangi parti için hangi bakanlığın düşünüldüğü bile belli değil. Bu konularda ancak birtakım spekülatif değerlendirmeler yapılmaktadır. Oysa iktidara bu kadar iddialı bir şekilde talip olan bir yapının somut konularda neyi nasıl yapacağının, bunu kimlerle yapmayı planladığının kabaca belli olması gerekir. Söz gelimi iktidarın zayıf karnı olduğu düşünülen ekonomide nasıl bir yol izlenecektir? Ekonominin kaptan gemisine kim(ler)in oturtulması planlanmaktadır?
İTTİFAK İÇİNDEKİ İHTİLAFLI YAKLAŞIMLAR
Uluslararası ajanslara da yansıyan ve yine spekülatif kalmaya mahkûm bir iddiaya göre ekonomi İYİ Parti’ye bırakılacak ve başına Prof. Dr. Bilge Yılmaz getirilecektir. Muhalefet içinde devletçi ve vatanseverlik temalı açıklamalarıyla öne çıkan ve bir anlamda muhalefetin bir kısmına da muhalefet eden isimlerden Prof. Yılmaz da bakanlığa talip olduğunu açıkça deklare etmekte. Bu amaçla milletvekilliği başvurusu da yapmadı. Şayet Prof. Yılmaz ekonominin başına getirilirse esas ihtisas alanı ekonomi olan ve bu işi ancak biz düzeltiriz edasıyla ayrı bir parti dahi kuran Ali Babacan ekonomide ne kadar söz sahibi olacaktır? Bu kabaca muğlak bir görev dağılımı ya da iki siyasî aktörün yarıştırılması şeklinde bir suni gündem olarak nitelendirilemez. Zira Bilge Yılmaz ve Ali Babacan iktisadî noktalarda ve izlenecek politikalarda çok farklı anlayışlara sahip isimler. Hatta Yılmaz 20 yıllık AK Parti iktidarında ekonomide büyük yanlışlar yapıldığını iddia etmekte. Ancak bu 20 yılın büyük çoğunluğunda şu an ittifak içerisinde oldukları Ali Babacan’ın ekonominin başında olması gerçeği ise işin tirajı-komik tarafı. Dolayısıyla Yılmaz ya da Babacan’ın başında oldukları bir ekonomi anlayışı iki farklı Türkiye ekonomisi vaat etmektedir. Bunlara bir de CHP içindeki Selin Sayek Böke’nin başını çektiği ve Ali Babacan’ın çok sevdiği neo-liberal politikalara tamamen muhalif bir kanadı eklemek gerekir.
CHP kanadında ise Selin Sayek Böke’nin de benzer beklentilerle milletvekilliği başvurusu yapmadığını da not etmiş olalım. Ayrıca Kemal Bey de hem Babacan hem Yılmaz’ın vurguladığı iktisadî rasyonaliteyle hiçbir şekilde açıklanamayacak popülist vaatlerini peş peşe sıralamaya başladı bile.
Muhalefet içerisinde ekonomi konusunda öne çıkan isimler ve temalar üzerinde yapılan kısa bir özet bile olayın vahametini ziyadesiyle anlatmaya yetiyor. Diğer birçok kritik konuda da benzer ihtilaflı yaklaşımların olduğu muhakkak. Özellikle HDP’nin de denkleme dahil olmasıyla nasıl bir güvenlik konseptinin izleneceği ve Kemal Bey’in HDP’ye bu konuda verdiği sözleri diğer partilerin nasıl sinesine çekeceği elbette belirsiz. Bu türden kritik konulardaki belirsizlikler Masanın yönetebilirlik algısına dair şüpheleri daha fazla artırmaktadır.
HASARLI MASANIN TUTKALI: ERDOĞAN KARŞITLIĞI
Altılı Masayı oluşturan partilerin birçok konuda farklı politikalara sahip olmasının doğal olduğu şeklinde bir karşı argüman getirilebilir. Bu kısmen doğru; ancak sadece seçim öncesinde seçimi kazanmaya yönelik bir ittifak şeklinde olsa idi bu farklılıklar tolere edilebilirdi. Seçim sonrasında ülke yönetilirken olay dönüp dolaşıp kimin dediği olacak noktasında düğümlenecektir. O zaman bu farklılıkları elimine ya da absorbe etmek çok daha zor ve krizli olacaktır.
Muhalefetin durumuna ilişkin bu türden öngörüleri destekleyen iki durum daha var. Bunlardan birisi Altılı Masa’yı bir arada tutan esas tutkalın Cumhurbaşkanı Erdoğan karşıtlığı olması. Bir seçim galibiyetinde bu tutkal da bir anlamda ortadan kalkacaktır. Böylelikle birtakım ulvî idealleştirmelerle kamufle edilmeye çalışılsa da Masanın bileşenlerini bir arada tutan en büyük motivasyon artık mevcut olmayacaktır. O halde seçim öncesinde fragmanlarını izlediğimiz ittifak içi rekabet ve çelişkilerin seçim sonrasında çok daha kesif bir hâl alması kaçınılmaz olacaktır.
KÜÇÜK PARTİLERİN BÜYÜK HIRSLARI
Bir diğer husus da şu; Altılı Masayı oluşturan 6 partiden 3’ü son 5-6 yıllık süreçte, yani yeni kurulan partiler. Yine bu partilerin ortak özelliği ayrılmış oldukları partilerden farklı bir vizyon ve kimlik edinme noktasında problemli olmaları. Ayrıca bu partiler toplumsal birtakım taleplerden ziyade parti içi iktidar mücadelesinde kaybeden ya da arka planda kalan isimler tarafından kuruldu. Böyle olduğu için de olası bir iktidar paylaşımında bu partiler kendi tabanlarını konsolide etmek için iktidarın nimetlerinden daha fazla yararlanmak isteyeceklerdir. Zira bu 3 partinin liderleri ve önde gelenlerinin esas olarak Erdoğan sonrası bir Türkiye’ye hazırlandığı da herkesin bildiği büyük bir sır hükmündedir. Olası bir iktidar paylaşımında da bu partilerin bütünlüklü bir şekilde hareket etmekten ziyade kendi partilerini önceleyerek icraatlarda bulunması çok daha muhtemel görünmektedir.
Türkiye siyasetinde koltuk dağıtmak suretiyle oluşturulan koalisyonlarda bu akıbet bir mukadderat halini almıştır. 1977 yılında yaşanan Güneş Motel olayı bunun en bilinen örneğidir. O zaman Bülent Ecevit her ne olursa olsun iktidara gelmek gayesinde olduğundan bakanlık vaatleriyle vekil transfer ederek koalisyon kurmuştu. O dönemde dağıtılan bakanlıklara günümüzde bir de Cumhurbaşkanı yardımcılığı eklenmiş bulunmaktadır. Ecevit’in bakanlık vaadiyle vekil transfer ederek kurduğu hükümette Maliye Bakanı ile Merkez Bankası Başkanı, Maliye Bakanı ile Ticaret Bakanı arasındaki polemikler kamuoyuna kadar yansımıştır. Hatta Tanel Demirel’in aktardığına göre, hükümet kararına rağmen bazı bakanlıklar kendi hesaplarındaki parayı ihtiyaç duyan diğer bakanlıkların kullanabilmesi için düşük faizle devlet bankalarına yatırmaktan bile kaçınmıştır. Parti içi hizip mücadeleleri iktidar nimetiyle donanınca bu şekle bürünebiliyorsa, birçok noktada farklı görüş ve anlayıştaki partilerin oluşturdukları iktidar modelinin akıbetinin de buna benzemesi kuvvetle muhtemeldir. Mevcut CHP kadrolarının da iktidardan yıllarca uzak kalması bu ihtimali kuvvetlendiren bir diğer unsurdur.
BOL KESEDEN DAĞITILAN CUMHURBAŞKANI YARDIMCILIKLARI
Bülent Ecevit’in bakanlık dağıtarak kurduğu koalisyonun bir benzerini Kemal Bey Cumhurbaşkanı Yardımcılığı ve bakanlık dağıtarak oluşturmaya çalışmaktadır. Bakanlıklara bir de Cumhurbaşkanı Yardımcılıklarının eklenmesi daha fazla güç temerküz alanlarının oluşması ve dolayısıyla da bunlar arasındaki rekabet ve mücadelenin artması demektir. Pratikte işleyen devlet mekanizmasının farklı birimlerini yönetmek ve koordine etmek masada birer imzayla ya da kapalı kapılar ardında imtiyaz dağıtmakta gösterilen maharetten çok daha fazlasını gerektirecektir.
Dolayısıyla, son dönemde çok fazla ortak aday üzerinden yürüyen Altılı Masa’nın gündemi bu konuların konuşulmasını da ötelemektedir. Sadece seçimleri kazanma, bunun da ötesinde Erdoğan gitsin de ne olursa olsun şeklinde bir motivasyonla hareket edildiği için bu konular ısrarla gündeme getirilmemektedir. Elbette seçim ittifakı teknik anlamda bir koalisyon değildir. Ancak şu an için 7 tane vaat edilen ve sayısı daha da artması muhtemel Cumhurbaşkanı Yardımcısının olacağı, pazarlıklar neticesinde toplam 30’a yakın bakanlık ihdas edileceği ve bakanlık paylaşımlarının yapılacağı bir gelecek taahhüdünde bunların sorunsallaştırılması kaçınılmaz görünmektedir. Tam da bu yüzden Altılı Masanın teknik olarak bir seçim ittifakı olsa da bir ittifaktan ziyade çok parçalı bir koalisyon gibi hareket etmesi bu türden beklentileri haklı çıkarmaktadır. Bu sebeple önümüzdeki süreçte Masaya dair meşruluğu son derece tartışmalı temennileri bir kenara koyarak gerçekleri ve zuhur etmesi muhtemel gelişmeleri daha fazla konuşmak gerekmektedir.